6 Ağustos 2023 Pazar

ÖZBEKİSTAN GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK) -1

Ağustos 06, 2023 1 Comments

ÖZBEKİSTAN



NÜFUS = 32.2 Milyon

BASKENT = TAŞKENT

BAŞBAKAN = ŞEVKET MİRZİYOYEV

PARA BİRİMİ = Özbek Somu (UZS)

. Bir Özbek atasözü şöyle diyor: Evrende iki büyük yol vardır; gökyüzünde samanyolu, yeryüzünde İpek Yolu.

TARİHİ;

Yapılan bilimsel araştırmalar bu coğrafyada yerleşimin binlerce yıl öncesine dayandığını ortaya koymaktadır. Bu noktada bölgenin bilinen ilk medeniyeti, geçmişi M.Ö. 5. bin yıla uzanan Kaltaminarlılardır.

7.yüzyıla kadar Pers ve Sasani İmparatorluğu . Bu dönemde bölgede birçok Zerdüştlük, Budizm, Yahudilik gibi birçok dini inanışın varlık göstermiştir.

M.S 8 Mâverâünnehir ve Hârizm, Kuteybe b. Müslim kumandasındaki İslâm orduları tarafından fethedilmiş, bölge halkı bu tarihten itibaren İslâmiyet’le tanışmıştır.

M.S 9 Samaniler , Karahanlılar

M.S 12 Hârizmşahlar Devleti

1200’lerin ilk çeyreğinde bölge Moğol istilasına uğramış, Buhara ve Semerkand başta olmak üzere bölgedeki belli başlı tüm şehirler harap olmuştur.

14. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Moğol hakimiyeti sona ermiş Timur bölgeyi hakimiyeti altına alarak yeni bir düzen tesis etmiştir. Bu süreçte yirmi yedi devleti idaresi altına alarak geniş bir imparatorluk kuran Timur liderliğinde bölgede büyük değişimler meydana gelmiş, şehirler yeniden imar edilmiş, ticarî hayat canlanmış, farklı coğrafyalardan bölgeye getirilen sanatçılar sayesinde kültürel yaşam zenginleşmiştir.

UBEYDULLAH AHRAR HZ.

ALİ ŞİR NEVAİ 

15. yüzyılda Şeybânîler bölgede hakimiyet kurmuş KUKELDASH MEDRESESİ

16. ve 17. yüzyıllarda devlette bölünmeler meydana gelmiş ve tarihte “Üç Özbek Hanlığı” olarak isimlendirilen Hive Hanlığı, Buhara Hanlığı ve Hokand Hanlığı ortaya çıkmıştır.

19. yüzyılın ortalarında Türkistan coğrafyası Ruslar tarafından işgal edilmeye başlanmış, 1865 yılında Taşkent Rus hakimiyetine geçmiştir

70 yıl kadar Sovyet rejimi tarafından yönetilen Özbekistan, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte 1 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilân etmiş, 20 Aralık’taki referandumda Özbekistan Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak İslam Kerimov seçişmiştir

Özbekistan,  altın rezervleri, uranyum rezervleri ve pamuk üretimi bakımından dünyada önde gelen ülkelerden biridir.


GEZİ PLANI ;

- Özbekistan’a geldiklerinde 3 gün içinde otelde veya yabancılar polisine başvurarak geçici ikamet kayıtlarını yaptırmaları önem arz etmektedir.

-Türkçe konuşarak rahatça anlaşabilirsin.

- YandexGO taksi için uygulama mutlaka indir ! Normal taksiciler 3 kat fazla para söylüyor. Royal Taxi , Busnes Taxi yerel taksiler

-Ucell, Beeline Uzbekistan, Mobiuz, and UzMobile internet hat al !

- Gündüzleri aşırı sıcak bir ülke genelde öğle vakti dışarıda kimse olmaz şehri gece de keşfet !

- Her şehirde mutlaka pilav/aş ve Samsa dene ! 

- Yahşi misen ? Yahişiyem (nasılsın) - Rahmat (Teşekkür Ederim)

- Özbekistan hava yolu şirketi ile Taşkent'e uçup dönüşü Hiva/Urgenç yapabilirsin.


1.GÜN ; TAŞKENT

2.GÜN ; SEMERKANT 

3-4.GÜN ; BUHARA

5.GÜN ; HİVA


TAŞKENT 

1966 yılında yaşanan yıkıcı depremin ardından kent büyük ölçüde yeniden inşa edilmiş. 38 km’lik bir metro ağı kurulmuş. Orta Asya’da ilk ve tek olan metro 1978 yılında böylelikle hizmete girmiş.

BESH QAZAN PİLAF CENTER ( 34.000 SOM ) 

↓  TAKSİ

KUKELDASH MEDRESESİ (10.000 SOM) / HOCA AHRAR CAMİİ
Şeybani Hanedan hükümdarı tarafından 1570 yılı civarında inşa edimiştir.1950lerde yeniden inşa edilmiş ve 1966 Taşkent depreminden sağ kurtulan birkaç dini yapıdan biri olmuştur.Medrese 18.yy kervansaraya dönüştürülmüş daha sonra kale olarak kullanılmış.1990lı yıllarda yapı yeniden medrese yapılmıştır.Medrese sarı tuğladan inşa edilmiştir ve büyük portal ve iç avlu ile geleneksel kare şeklindedir.

↓  9DK YÜRÜME

CHORSU BAZAAR
Chor 4 demek dörtyol da kurulan pazar anlamına geliyor. Özbek pirinci alabilirsin.
Pilav – kayısı, havuç ve yumuşak koyun eti parçalarıyla hazırlanıyor
Naan ekmeği – fırında pişmiş yumuşak ve kabarık bir nevi gözleme
Patyr ,Lepyoshka Ekmek
Shurpa – doyurucu bir kuzu ve sebze çorbası
Maş Horda Çorbası
Lagman – erişte ile servis edilen patates, et ve havuçtan oluşan bir çorba
Mantı – et veya balkabağı ile doldurulmuş buğulanmış köfte
Shashlik – ızgarada pişirilen şiş et
Samsa – Özbek baharatlarıyla yapılan, bir nevi börek

↓ 31 DK YÜRÜME

ALİ ŞİİR NEVAİ MÜZESİ

↓ 29 DK YÜRÜME

MAGİC CİTY ( GECE )



↓ 21 DK YÜRÜME

METRO ( KOSMONATLAR )

*Timur İmparatorluğu Müzesi
*İmam Complexi

↓ SEMERKANT'A TREN (105000)
08.24-10.44

UBEYDULLAH AHRAR HAZRETLERİ

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, Hâce-i Ahrâr (hürlerin şeyhi) diye de meşhurdur. Gönlü, dünya malından ve iki cihan kaygısından âzâde olduğu için kendisine bu ismin verildiği nakledilmektedir.
1403 yılında Taşkent'te doğdu. 1490’da Semerkant'ta vefat etti. Kabri oradadır. Nesebi Hazret-i Ömer’e ulaşır.

Hâce Abdülhâlık Goncdüvânî hazretleri ve talebeleri, çarşı ve pazarda dolaşırken, halkın ve satıcıların gürültülerini işitmez, kulaklarına zikir sesleri gelirmiş. Onun gibi, ilk gençlik yıllarımda Allahü teâlâyı zikir, bana öyle hâkim olmuştu ki rüzgârın sesini ve iniltisini hep zikir gibi işitirdim... Bu sırada onsekiz yaşında idim.”

Hâlimin başlangıcında, rü’yâda Resûlullahı ( aleyhisselâm ) gördüm. Gayet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâbı ile topluluk hâlinde idiler. Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamı işâret etti ve buyurdu ki: “Beni bu dağın başına çıkar!” Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım. “Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat, başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım” buyurdu.

Yine ilk zamanlarda, rü’yâda Hâce Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî hazretlerini gördüm. Bâtınıma öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecal kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de son gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim. Geriye dönüp, “Mübârek olsun!” buyurdular.

Ubeydullah Ahrâr (k.s.)  Yâkub Çerhî Hazretlerinin yanına gitti. Birkaç gün sohbetinde bulunduktan sonra ona intisâb etti. Çerhî Hazretleri yanındakilere onun hakkında şöyle buyurdu:

“Mürîd dediğin, mürşidin huzûruna işte böyle gelmeli! Her şeyi ile mânen hazır durumda olmalı. İş sadece icâzet yazmaya kalmış. Lambayı, yağı ve fitili hazırlamış, sadece kibrit çakmak gerekiyor.”

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, üç ay kadar Yâkub Çerhî Hazretlerinin sohbetinde bulunduktan sonra hilâfet alarak Herat’a döndü ve halkı irşâda başladı.

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın lûtfuyla sonradan büyük bir servete sahip oldu. Öyle ki, çiftliklerinde binlerce işçi çalışıyordu. Fakat o mübârek zât, buna rağmen Allah için bizzat hizmet etmekten geri kalmadı. Mânevî kemâlât yoluna adım attıkları günden son nefeslerine kadar, tanıdıklarına ve tanımadıklarına yardım ve şefkatleri, sınır kabûl etmez derecede büyüktü. Kendisi hizmetlerinden bir kısmını şöyle anlatır:

“Semerkand’da Mevlânâ Kutbuddîn Medresesi’ndeki iki-üç hastanın hizmetini üzerime almıştım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Devamlı hizmet ettiğim için hastalıkları bana da sirâyet etti ve yatağa düştüm. Fakat o hâlimle bile, testilerle su getirip hastaların altlarını temizlemeye, elbiselerini yıkamaya devam ettim.”

Ubeydullah Ahrâr Hazretleri insanlara her fırsatta hizmet eder, aralarında hiçbir ayrım yapmazdı. Hizmetine karşılık bir şey vermesinler diye de gizlice oradan ayrılırdı.

Şöyle buyururdu:

Ben bu yolu, sûfîlerin kitaplarından öğrenerek değil, bilâkis halka hizmet ederek katettim... İşte hizmet, bu derece fazîletlidir. Herkesi farklı bir yoldan götürdüler, bizi de hizmet yolundan götürdüler. İşte bu yüzden hizmet; benim râzı olduğum, tercih ettiğim ve sevdiğim bir usûldür. İstîdat ve liyâkat gördüğüm kişilere hizmeti tavsiye ederim.


Ekin ambarlarını muhâfaza ile vazifeli zât şöyle anlatır:

“Ambarlardaki tahılları kullandıkça ziyâdeleştiğini görürdük. Bu hâli gördükçe Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’ne karşı bağlılığımız kuvvetlenirdi. Bir kere bunun mânâsını sorduğumda Hâce Hazretleri:

«–Bizim malımız fakirler içindir; ziyâdeleşmesinin sebebi budur.» buyurdu.”

Hâce Hazretleri, bu mezraalardan elde edilen bütün gelirleri, medreselerdeki ulemâya, talebelere; tekke, zâviye ve câmilerdeki sûfîlere; yolculara, ihtiyaç sahibi müslümanların istifâdesi için tesis edilen vakıflara akıtırdı.

Ahrâr Hazretlerinin muhtelif şehirlerde pek çok mülkü mevcuttu. Bunların bir kısmını câmi, medrese ve tekkeler için vakfederek mühim hayır hizmetlerinde bulundu.
Önde gelen talebelerinden Mevlânâzâde şöyle anlatır:


“Bir gün yemek pişirip Hâce Ubeydullah Hazretlerine ikram etmiştim. Yemeğe ellerini sürmediler ve:

“–Bu yemek hazırlanırken ihtiyatlı davranılmamış! Bir bakın, araştırın, kusur nerededir?” buyurdular.

Yapılan sıkı bir araştırma neticesinde, yemeğin piştiği ocağa, helâl olup olmadığı şüpheli olan bir parça odun atıldığı anlaşıldı. Bunu öğrenen Ubeydullah Ahrâr celâllenerek şöyle buyurdu:

“–Mâneviyat yolunda işin temeli gıdâya dikkattir. Buna çok ehemmiyet vermek zarurîdir. Zira insanın bedenine giren şeylerin tesiri, onun zâhirinde görülür. Gördüğünüz bütün bu zevksizlik ve perişanlıklar, çoğu zaman şüpheli gıdâlar yemekten kaynaklanır.

Taşkent idârecisi Mirza Ömer, halka ağır vergiler yükleyince Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, halkın bir yıllık vergi yükünü hafifletmek için bu idâreciye önce 250 bin, ardından da 70 bin dinar göndermiştir.Ahrâr Hazretleri, halkı zulümden korumak ve müslümanların hayatını kolaylaştırmak için Sultanlarla görüşüp onlara nasihat eder ve onların sıkıntılarına katlanırdı

Ubeydullah Ahrâr Hazretlerinin, Orta Asya’dan tayy-i mekân ederek İstanbul’un fethine iştirâk ettiğini, torununun oğlu Hâce Muhammed Kâsım şöyle nakleder:

“Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, perşembe günü öğleden sonra âniden atının hazırlanmasını emretti. Atına binip sür’atle Semerkand’dan dışarı çıktı. Talebelerine; «–Siz burada oturunuz!» buyurdu.

Mevlânâ Şeyh isminde bir talebesi, kendisini bir müddet takip etti. Ubeydullah Ahrâr Hazretlerinin, atının üzerinde bir sağa, bir sola meylinden sonra kaybolduğu haberini verdi. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri bir müddet sonra döndü. Talebeleri, heyecanla bu ânî yolculuğun hikmetini sordular. O da:

«–Türk sultânı Mehmed Han, benden istiânede bulundu (yardım taleb etti). Ben de O’na yardıma gittim. Allâh’ın izniyle zafer kazanıldı.» buyurdular.”

“Eğer kişi gayret ve îtinâ ederek zikirle meşgul olursa, kısa zamanda öyle bir mertebeye erişir ki, duyduğu sesler ve halkın konuşmaları ona zikir gibi gelir. Hattâ kendi konuşmaları da böyledir. Ancak gayret ve îtinâ olmazsa, bu hâl gerçekleşmez.”

“Eğer, kalp huzuru, insanda sıhhatli ve genç iken meleke hâline gelmezse, ihtiyarlıkta dimağ ve beden zaafiyetinin ortaya çıkması sebebiyle bunun kazanılması daha da zorlaşır.”

“Her geçen saatimizi kontrol etmeli, gafletle mi yoksa huzurla mı geçirdiğimizin hesâbını yapmalıyız. Buna muhâsebe denir. Şayet vaktimizi gafletle geçirmişsek, hemen dönüp amel-i sâlihlere devam etmeliyiz.”

"Eğer biz şeyhlik yapsaydık, zamanımızda hiçbir şeyh kendisine talebe bulamazdı. Fakat bize başka iş emredildi. Bizim işimiz, müslümanları zulümden korumaktır."

“Tasavvuf, vakti, en değerli olan şeye sarf etmektir."

"Tasavvuf, herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir."

"Tasavvuftan maksat, kendini zorlamadan her an Allahü teâlâyı hatırlamaktır."

ALİ ŞİR NEVAİ 

''Türkün bilgisiz ve zavallı kimseleri güzel sanarak Farsça şiirler söylemeye özeniyorlar.İyi ve etraflıca düşünseler Türkçe de bu kadar incelikler zenginlikler ve derinlikler dururken bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin şiirlerini daha beğenir olacağını ve daha kolay olacağını anlayacaklar '' Ali Şir Nevai

1438'de Hüseyin Baykara 1441'de Ali Şir Nevai dünyaya geldi.İkisi de küçük yaşta babalarını kaybettiler.İkisi de aynı yerde eğitim aldılar. Nevai Rıza Medresesinde okurken birçok İranlı şairle tanştı eğitimler aldı. O dönemlerde Hüseyin Baykara Herat'ı almak için savaşıyordu.Herat'ı alıp tahta oturduğunda yaptığı ilk iş Nevai'yi payıtahta davet etmek oldu.Baykara hürmet edilmesi için ferman çıkardı.Bir süre yönetimde görev alsada devlet işlerinden hiç hoşlanmadı.377 hayrat yaptırdı.Ali Şir Nevai'yi etkileyen 2 isim olmuştur. Molla Cami ve Hüseyin Baykara

Ali Şir Nevai'nin yaşadığı dönemde Farsça edebiyat Arapça ise bilim diliydi.Bunu bilmek bile yaptığı büyük işler hakkında bilgi verir.Nevai'nin yaptığı çığır bütün Orta Asya ve Anadolu da yankılarını buldu. İran ve Hindistan saraylarında eserleri okundu.Öyle ki Çağatay Lehçesine Nevai dili denildi.Osmanlı hükümdarları ona hediyeler gönderdi. Nevai'nin eserleri Tanzimata kadar süren modayı başlattı. Çağatay Lehçesiyle Nevai'ye nazireler yazmak için şairler yarışırdı.Fuzuli ve Nedim gibi büyük şairler ondan etkilendiler.Kaşgarlı Mahmut gibi Nevai de Türk dilinden abideler yükseltmiştir.Kelime türetmeye yarayan eklerin Türk dilinin zengilleşmesini sağlayan belli başlı yollardan biridir der. Onun çabalarıyla Türkçe Orta Asya edebiyat dili ve ortak yazı haline geldi.Çağatay Türkçesi onun eserleriyle özleşti. (Timur Devletinin ana dili ) 

Türk dilinde yazılan ilk şairler tezkeresi yazmıştır.Molla Cami Sufiler Tezkeresini çevirmiştir.Hiç evlenmemiştir.Aşklarını ve yakarışlarını gazellere dökmüştür.4 büyük divanı vardır

Bahar boldu vü gül meyli kılmadı könlüm
Açıldı gonca ve lîkin açılmadı könlüm
1. Bahar oldu, gönlüm güle arzu duymadı, goncalar açıldı, fakat gönlüm açılmadı.

Yüzün hayâli bile vâlih erdi andak kim
Bahâr kelgen ü kitkenni bilmedi könlüm
2. Gönlüm yüzünün hayali ile öylesine şaşkındı ki, baharın geldiğini ve gittiğini anlamadı.

Yüzün nezâresi de mest ü mahv idi yani
Ki gül çağıda zamânî ayılmadı könlüm
3. Yüzünü seyredince gönlüm, öylesine hazla doldu ki, gül mevsiminde bir an olsun ayılmadı.

Zamane gül-bünide gonca dektür il könlü
Olarga şükr ki bârî katılmadı könlüm

Nevayı gonca tilep könlüm ağzın etti heves
Eğerçi tapmadı lîkin yanılmadı könlüm
4. Ey Nevâi! Gönlüm gonca diledi, sevgilinin duda­ğını istedi. Gerçi elde edemedi, ama sevmekten vazgeçmedi.

SEMERKAND 

 2500 sene öncesine dayanan tarihiyle dünyanın en eski şehirleri arasında yer alan Semerkant, İpek Yolu'nun önemli bir kavşağında yer almasından dolayı tarih boyunca siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan önemli bir yerleşim yeri oldu.

REGİSTAN MEYDANI (50.000) *GECESİ



↓ 13 dk YÜRÜME

GUR-İ EMİR (25.000)

↓ 28 DK YÜRÜME

MATURİDİ SEMERKAND (20.000)

↓14 DK YÜRÜME

BİBİ HANIM CAMİ / BİBİKHANIM TEAHOUSE YEMEK (30.000)

↓ 21 DK YÜRÜME

SHAH-İ ZİNDA (30.000)


HAZRETİ HIZIR CAMİ

↓ TAKSİ

ULUĞBEY RASATHANESİ (30.000)

↓ TAKSİ

İMAM BUHARİ TÜRBESİ

*Ubeydullah-ı Ahrar Hazretleri Kabri
*Afrasiyab Müzesi
* Bumazhnaya Fabrika Meros


BUHARA TREN 76600
09.44-11.25 



REGİSTAN MEYDANI

Registan eski Semerkant merkezi olarak kullanılmış. Eski çağlarda buradan çok büyük su yolu geçmiş ve beraberinde kum yığınını getirmiş. Bu sebepten dolayı “kumlu yer” ya da “kumlu meydan” anlamında Registan Meydanı adını almış. Registan Meydanı Timur’un torunu olan Uluğbek (Uluğ Bey) tarafından yeniden inşa edilmiş, 1409-1447 yılları arasında önemli ticaret ve askeri şölenlerin yapıldığı alan olarak da kullanılmıştır.

Solda Timurlu eseri Uluğ Bey Medresesi (1417-1420), sağda bir Şeybani eseri olan Şirdar Medresesi (1619-1635), ortada ise yine bir Şeybani eseri olan Tillakari Medresesi (1646-1660) görülmektedir.Medresenin alt katı dershane, üst katları yatakhane imiş ve iki öğrenci bir hücreyi paylaşırmış.

MA'KiLi YAZI ÖRNEKLERİ 
 
Muhammed (sav) - Allah yazı örnekleri


Yan Baklava desenin içinde Allah Rabbi
Dik Baklava desenin içinde Muhammed Nebiyyi 


L Şeklinin içinde ' La ilahe illallah ' Baklava desenin içinde ' Muhammed'ül Resulullah ' yazan örüntü var 


Baklava desenlerin içinde ; Sübhanallahi velhamdülillahi
Kare içinde ; Allahu Ekber 


Alt alta Allahu - Ekber yazılmış


Pervane şeklinde Ya Kerim işlenmiş 
Kare şeklin içinde Ya Aziz



İç içe geçmiş karelerin içinde sırayla Ya Rahman Ya Rahim küçük karelerde Allahu Ekber motifi işlenmiş


Muhammed (2)/ Allahu Ekber 


Minarede Ya Hayy - Ya Kayyum alt alta işlenmiş 

Gur-i Emir Medrese duvarında Allah / Muhammed işlenmiş 
Bir cephede kapıda yazan ayet ; 

يُؤْتِي الْحِكْمَةَ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُو۫تِيَ خَيْرًا كَث۪يرًاۜ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
"Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet nasip edilmişse, doğrusu, büyük bir hayra mazhar olmuştur. Fakat bu hakikatleri ancak gerçek akıl sahipleri anlar, üzerinde düşünüp ibret alır." (Bakara, 2/269)
Kainat kitabını iyi okuma, fizikle beraber metafiziği de hesaba katma,bir yandan Cenab-ı Hakk`ın eşyanın mahiyetine yerleştirdiği maslahatları, diğer taraftan da dinin özündeki gayeleri kavramaya çalışma... gibi hususlar, hikmetin farklı yanlarını ifade etmektedir. Tamda o dönemin ilim merkezi olan medresede yazan ayet işin özünü anlatıyor. Bu dönemin NASA ne ise o dönem burasıydı Venüs Jüpiter gibi gezegenlerin hareketlerinin izlendiği yerdi. Matematiğin en zor cebirledi kesirleri burada anlatılıyordu.

Uluğ Bey Medresesi (1417-1420)

Emir Timurlenk'in torunu Uluğ Bey tarafından 1417-1420 yılları arasında inşa ettirilmiştir.
Medresesi 15. yüzyılın en iyi üniversitelerinden biri olmuştur. Medresede gök bilim ve matematik ağırlıklı eğitim verilmiştir. 

Uluğ Bey yetmişe yakın zamanın ünlü bilginini Semerkant’a getirmiş. El Kaşi ve Kadızade-i Rumi gibi döneminin en ünlü bilim adamlarını bu medresede toplayan Uluğ Bey, sekiz ondalık kesre kadar doğru olan kesin sinüs ve kosinüs tabloları ve küresel trigonometri formülleri konusunda çalışmalar yapmış. 

Ne yazık ki, Semerkand şehri, bilimsel ve kültürel merkez olma özelliğini, Uluğ Bey'in ölümünden sonra kaybetmiş, gözlemevindeki ve medresedeki bilimsel faaliyetler onun ölümünden sonra durmuş ve konularında uzman olan kişiler Semerkand’ı terk etmişlerdir. Bu bilginlerin içerisinde en önemlisi Ali Kuşçu’dur.

Şir-Dor Medresesi (1619-1635/36)

Uluğ Bey Medresesi'nin tam karşısında simetrik olarak yaptırılan medreseye "Şirdaor (Aslanlı) Medresesi" adı verildi. Uluğ Bey Medresesi ile Şirdor Medresesi'nin tek farkı olarak yeni medresede kışın kullanılmak üzere tasarlanmış fazladan iki eğitim holünün bulunması dikkati çekiyor.1619-1635 yıllarında inşa edilmiştir.Eyvan tarzında inşa edilmiş olup, ön cephesindeki arslan figurleri ve arslanların üzerlerindeki insan başları ile ilgi çekmektedir. İslâm Dîni'ndeki, yaşayan canlıların ve insanların resimlerinin dini binalara yapılması ve süs aracı olarak kullanılması yasağını da ilk defa delmiş olmasıyla da bir hayli ilginç bulunmaktadır.

Siyah yazı ; Subhânallâhi ve’l-hâmdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhu ekber 

Turkuaz yazı ; ve lâ hâvle ve lâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm.


Tilla-Karı Medresesi (1647-1659/60)

Medresenin süslemelerinde saf altın kullanıldığı için bu yapıt Tillakari olarak adlandırılmıştır
Uluğ Bey Medresesi ile Şir-Dor Medresesi arasında konuçlandırılmış olan Tilla-Karı Medresesi 1647-1659 yılları arasında inşa edilmiştir. Sadece öğrenciler için bir külliye olarak kullanılmakla kalmayıp, ayrıca merkez cami olarak da kullanılmaktaydı.

İSLAM SANATLARINDA GEOMETRİ

Müslüman zanaatkar ve sanatçılar –kutsal mekanlarda insan suretleri çizmekten dinen menedildikleri için- tekrarlanan geometrilere dayanan ve diğerlerinden kolaylıkla ayırt edilebilir bir estetik geliştirdiler.

Sekiz köşeli yıldız motifinde iki eşit büyüklükteki kare iki farklı dünyaya atıfta bulunur; bu karelerden biri içerisinde yaşadığımız maddi dünyayı diğeri ise manevi olanı yani âhireti ifade etmektedir. Bektâşilikten Nakşibendîlik’e, Yesevilikten Kâdiriliğe kadar geleneksel tasavvuf hayatında sekiz köşeli yıldız bu minvalde ele alınmıştır. Dinler tarihinde ebedi mutluluğun, kemal ve sonsuzluğun sayısıdır.Allâh’ın Arş’ı sekiz melek tarafından kaldırılmaktadır.Cennet isimlerinin sayısı sekiz olarak tespit edilmiş ve bu suretle sekiz sayısına Cennet’le alakalı olarak bir anlam ithaf edilmiştir. 
Yeryüzünün her tarafı Allah'ın dır. Nereye dönerseniz dönün ona yönelmiş olursunuz (Bakara/115 ) Allah'ı hatırlatan motifler işlemişlerdir.

GUR-İ EMİR TÜRBESİ 

Timur'un veliaht tayin ettiği torunu Muhammed Sultan Mirza tarafından 1399 yılında başlatılan yapının inşası, Muhammed Sultan Mirza'nın ölümünün ardından Timur tarafından 1404 yılında devam ettirilmiş ve 1405 yılının Ocak ayında tamamlanmıştır. Tamamlandıktan kısa bir süre sonra 18 Şubat 1405'te ölen Timur bu yapıya defnedilmiştir. Bu tarihten sonra külliye Gur-i Emir adıyla anılmıştır.

Türbe Timurlular'ın aile kabristanı haline gelmiş ve hanedan üyelerinin önemli üyeleri bu türbeye defnedilmiştir. Türbede Timur'un torunlarından Muhammed Sultan Mirza, Pir Muhammed Mirza, Uluğ Bey ve Timur'un oğullarından Miranşah Mirza ve Şahruh Mirza defnedilmiştir. Türbede hanedandan olmayan tek kişi ise Timur'un hocası olan Seyyid Bereke'dir.

Timur'un mezar taşı ortadaki siyah nefrit taşındandır ve bu taş Uluğ Bey tarafından Moğolistan'dan getirilmiştir. 1740'ta Nadir Şah tarafından sökülüp götürülen taş, yolda ikiye bölünmesi üzerine taşın lanetinden korkan Nadir Şah, taşı yerine geri koymuştur. 1941'de Ruslar mezarı açarak Timur'un naaşını Moskova'ya götürmüşlerdir. Mezar açıldığında ortaya çıkan yazı da karşılaştıkları "Her kim mezarımı açarsa, ülkesi benden daha korkunç istilacılar tarafından alıncaktır" yazısından dolayı  iki gün sonra Hitler  Almanya’sının Sovyet Rusya'ya savaş ilanını buna bağlayan Ruslar 1942'de Timur'u naaşını Semerkant’a  geri getirmişlerdir.

EMİR TİMUR

Büyük Timur İmparatorluğu Dünya'nın 4/3 hükmetmiş.27 sultanı diz çöktürmüş 20 büyük seferin tamamını kazanmış yaptığı yüzlerce savaşın hiçbirini kaybetmemiş tarihe adını yenilmez hakan olarak yazdıran sahipkıran Emir Timur.
Cengiz Han'ın soyundan gelmediği için "Han" unvanı yerine "Emir" unvanını kullanmıştır
1398'de Hindistan'da Delhi Sultanlığı, 1401'de Suriye'de Memluk Devleti ve 1402'de Ankara Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ne karşı kazandığı zaferlerden sonra İslam dünyasındaki en büyük güç konumuna geldi. Kanlı ve yıkıcı seferlerine rağmen, fethettiği ülkelerdeki âlimlere, ustalara ve sanatkârlara zarar verilmesine müsade etmeyerek, onları başkentinde toplamış Semerkant'ın o dönemin en önemli ilim, kültür ve sanat merkezlerinden biri olmasını sağlamıştır.
Moğollar'daki gökyüzünde bir tane güneş ve ay varken, yeryüzünde nasıl iki hakim olabilir fikri, Timur'da da görülmektedir. Dünya iki hükümdara yetecek kadar geniş değildir. Allah nasıl bir tane ise, sultan da bir tane olmalıdır düşüncesindeydi. Bu düşünce ile günümüz Abd nasıl atom bombası attıysa biyolojik silahlarla insanları öldürdülerse Timur ve Cengizhan döneminde ise kellerden minare yapmak şehri yakıp yıkmak öyle normaldi.Timur'un casusluk sistemi çok gelişmişti Kahire de yakalanılan bir casusun 12-13 yıldır orada olduğu anlaşıldı.Duygusal değil askeri bir gözle cihat etmiştir.Tarihe bu gözle bakmak lazım.

Nisan 1336'da Semerkand'ın güneyinde Keş'te doğdu.Babası Barlas oymağına mensub Turagay annesi Tigin Hatundur. Elinde kan pıhtısıyla doğduğu için büyük bir komutan olup büyük bir devlet kuracağına delalet etmişlerdir.Turagay mütevazi ve dindar kimse olup vaktinin çoğunu ulema ve şeyhler ile sohbetle geçirdi.Bu itibarla alim ve şeyhlere hürmet oğul Timur da henüz çocukluk devresinde yer etti.

Çağatay hanlığında emir komuta zincirinde ikinciliğe verilen Timur buna razı olmaz tepki vererek kanun kaçağı olarak gizlenerek kaçmak zorunda kalır. 1362'de Horasan'a kaçarlarken Türkmenler tarafından yakalandılar ve Mahan'da karısıyla birlikte haşerat dolu bir ahırda iki ay hapse­dildikten sonra serbest bırakıldılar. Sistanlılar tarafından yolları kesildi.Burada yapılan çarpışmada Timur'un sağ eline ok isabet ederek yaralandı. Muhtemelen ayağının sakatlanması da bu çarpışma esnasında olmuştur. (Olcay Türkan Ağa)
Bir çarpışmada askerlerine, düşmanın kendininkinden kat kat üstün olan güçleri etrafındaki tepelerde yüzlerce kamp ateşi yaktırarak, onları dört bir yandan kuşatıldıklarına inandırmıştı.Hasımları kaçarken, onları kovalayan askerleri­nin eyerlerine bol yapraklı ağaç dalları bağlatmış, böylece kalkan toz duman içinde dev bir ordunun gelmekte olduğu sanısını uyandırmıştır. Askeri zekası çok üstündü.

9 Nisan 1370'te Timur, Belh kurultayının onayıyla, Çağatay hükümdarı olarak taç giydi. Emir Hüseyin'in Haremi ve hazineleri de Timur'un eline geçti. Timur'un zafer ganimetieri ara­sında Hüseyin'in dul eşi Saraymülk Hanım da vardı. Bu Maveraünnehir'in son Çağatay Hanı Kazan'ın kızı ve Cengiz Han'ın sülalesinden gelme soylu bir kadındı. Timur, Saraymülk Hanım'ı eş olarak alıp idaresine meşrui­yet kazandırdı. Bu evlilik, Saray Mülk Hanım'ın han kızı olması dolayısıyla Timur'a han damadı anlamına gelen küregen(Gürgan) unvanını taşımaya hak kazandırmıştır. Bundan böyle ve ömrünün sonuna dek, kendi adıyla çıkarttığı paralarda, Cuma hutbelerinde ve tüm törenlerde kendine, Hanlarhanı'nın damadı anlamında, Timur Gurgan dedirtti.

Harezm'i, Herat'ı , İran' feth etmiştir. İran fethi sırasında ;
Timur, Isfahanlılar isyan edince şehre tekrar döndü ve yedi yaşından küçük çocukları ailelerinden ayırtarak bir araya topladı. Daha sonra bu yedi bin çocuğu ailelerinin gözleri önünde saatlerce atlılara ezdirmek suretiyle katletti ve kafalarını vücutlarından ayırdı. Kentin yarısını dolaşmış olan tarihçi Hafız Ebu her biri 1500 kelleden 28 kule saydığını yazmaktadır. Timur İsfahan’ı ele geçirdikten sonra Aralık 1387'de Şiraz’a yöneldi. 

Bağdat Fethi sırasında ;
Timur'un Bağdat’ta, her askerinin kendisine bir insan kafası getirmesini emrettiğini, kendisine getirilen yaklaşık 100.000 insan kafasından 120 tane kule yaptırdığını ve şehirde nehir gibi kıpkırmızı kan aktığını aktarır. İbn Kâdı Şuhbe ise Timur’un, herkes bir kelle getirsin emri üzerine adamları, önlerine çıkan herkesin şehirde kesecek kimse kalmayınca yanlarındaki esirlerin kafasını da kesmeye başladıklarını ve kendisine 800.000 kelle getirerek bunlardan 40 tane kule yaptıklarını, Timur da bunların karşısına geçerek; ''Selam olsun size, ey şehitler topluluğu! Sizin şehadet mertebesine ulaşmanıza biz sebep olduk, bunun için kıyamet günü bize şefaat etmeyi sakın unutmayın'' dediğini aktarmıştır.

Altınordu devletini yıkmştır.Hindistan'a yönelmiş Hindistan seferi sırasında yine askeri bir zeka göstermiştir ; (Bir dünya rekoru kırılmış 30 günde 20 savaş yaparak Hindistanı feth etmiştir.Günümüzde Pakistan diye bir ülke varsa bu Timur sayesindedir)
Timur, fillerden kurtulmak için bir hile düşündü. 500 hörgüçlü deve toplanmasını, fitiller sarılmış kamışlar ve yağlanıp ısıtılmış pamuklar yüklenip iki ordu karşı karşıya geldiğinde atların önüne sürülmesini emretti. İki ordu karşı karşıya geldiğinde, Timur develerin sırtına yüklenen pamukları ve diğer yükleri ateşe verdirip fillerin üzerine sürülmesini emretti. Develer ateşin sıcaklığını hissedince fillere doğru koşmaya başladılar. Filler alevler içinde kendilerine doğru koşan develeri görünce bu hayvanlardan korkarak sırtındaki sürücüleri yere atıp ayakları altında ezip, boyunlarını kırarak kaçmışlar ve karşılarına çıkan piyadeleri de çiğneyip geçmişlerdir. Bunun üzerine Hindular dayanamayıp kaçtılar.Timur'un askerleri ateşe tapan Hinduları Timur, Ganj nehrine kadar takip etti. Ganj kıyılarında kafaları vurulduğunda nehrin kıpkırmızı kesildiği rivayet edilmektedir. Timur bütün putperest mabedlerini yerle bir ettirdi.Sanatkarlar, ressamlar, mimarlar eserlerini Timur'un başkentinde meydana getirsin diye sürüler halinde Semerkant'a götürüldü. Bunlar arasında bulunan birçok taş yontucuları ve duvarcılar seferin başarıyla tamamlanması şerefine Semerkant'ta yapılacak olan Cami-i Kebir'in inşasıda çalışmaları için Timur'un komutanları arasında pay edildi. Bu abidenin inşasında kullanılmak üzere oyma nakışlarla nakışlanmış birçok taşlar ve Hinduların mabedlerindeki eşyalar Semerkant'a nakledildi. 
 
İran ve Azerbaycan'da idarede gevşekliğin baş gösterdiğine, devlet malının çarçur edildiğine dair haberler de gelmekte idi.Bu durum üzerine Timur Hint seferinden dönüşünden 4 ay geçmiş olmasına rağmen yeni bir sefere çıktı. Yedi Yıllık Sefer diye isimlendirilse de bu seferin süresi 5 yıldır ve Timur'un en büyük seferidir.

Germiyan , Aydın , Menteşe oğulları beylikleri Timur'a sığınıp yurdumuzdan edildik diye Yıldırım'ı şikayet etmişlerdir.Aynı sırada Timur'un düşmanları Sultan Ahmet ve Kara Yusufta Yıldırım'a sığınmışlardı. Timur mektup kaleme alıp beyliklere topraklarını geri vermesini ve elindeki sığınanlara ya öldür ya geri gönder der.Mektubunda Timur'a kudurmuş köpek demekten çekinmeyen Bayezid, bu tarafa gelmezsen üç talak ile zevcelerin boş olsun ben de sana karşı çıkmazsam zevcelerim üç talak ile boş olsun diye ağır bir dil kullanmıştır.
Timur, Karabağ kışlağında Bayezid'ten gelen Osmanlı elçisine, Osmanlılar daim Frenklere karşı gaza yaptıklarından ona karşı yürümek Frenklerin kuvvetlerinin artmasına neden olur, bu nedenle Rum diyarı üzerine yürümek yanlısı değilim yanıtını verdi. Fakat, Bayezid'in Karakoyunlu Kara Yusuf'u himaye etmekte ısrarını bir meydan okuma olarak görüyordu. Timur son olarak barış için Bayezid'in Kara Yusuf'u idam yahut kendisine teslim veya yanında uzaklaştırması koşulları ileri sürdü. Bunu kabul ederse baba oğul oluruz gazalara yardım ederiz dedi ve 12 Mart 1402'de Karabağ'dan Anadolu'ya hareket etti. 
Timur Sivas'ı kan dökmeyeceğine söz vererek teslim almasına rağmen 3-4 bin Ermeni'yi kazdırdığı büyük çukurlara gömmek suretiyle öldürtüp işte sözümü tuttum bir tanesinin bile kanını dökmedim demiştir. Timur Sivas'ta bakım evlerinde bulunan cüzzamlılar Türkistan'da bilinmeyen bir hastalık olduğundan askerleri arasında yayılmaması için imha etti. Sivas'ı savunan Bayezid'in oğlu birkaç gün canlı olarak muhafaza edildikten sonra öldürüldü.
Timur Sivas’ı aldıktan sonra fazla ilerlemedi ve Suriye istikametine yöneldi. Sivas’ı almasına rağmen Malatya henüz Osmanlıların elindeydi. Arkasında kendisine ait olmayan yerler bırakmak istemeyen Timur dönüp Malatya’yı almış ve daha sonra güneye inmiştir. Timur Sivas ve Malatya’yı almakla Yıldırım’a gözdağı verip kendisine boyun eğeceğini tahmîn etmiş olmalıdır. Nitekim Timur Sivas’ı aldıktan sonra Yıldırım Bayezid’e yazdığı mektûbda Sivas hâdisesinden ders alıp sulh yoluna girmesini, kendisinin İlhanlı neslinden geldiğini, küçüğün büyüğe itaatinin vâcib olduğunu yazmıştır. 

Timur, Halep'te yaklaşık 15 gün kadar kaldı. Şehir yağma edildi ve bütün sakinleri kadın erkek çocuk yaşlı ayırt edilmeksizin kılıçtan geçirildi. İbn-i Tagrıberdi ise Halep'in içi ve çevresinin cesetlerle dolduğunu ve cesetlerden artık toprağın görünmediğini, yürümek isteyen kişinin cesede basmadan yürüyemeyeceğini yazar. 
Şam’ı alan Timur, Şam’da üzerlerine derme çatma kulübelerin yapılmış olduğu bazı mezarlar gördü. Kime ait olduklarını sorunca Sahabe'nin mezarları olduğunu öğrendi. Ama bu mütevazı mezarların hemen ilerisinde, Şam’daki Emevî Camii’nin yakınında bulunan Bâbü’s-sagîr Mezarlığı’ndaki kubbeli ve son derece gösterişli bir mezarın da Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu olan ve Hz.Muhammed’in torunu Hz.Hüseyin ile yakınlarının Kerbela’da şehit edilmesine sebebiyet veren Yezid’e ait olduğunu öğrenince hiddetlendi. Sahabe mezarlarının üzerine kulübeler kondurmuş, peygamber efendimizin torununu katletmiş bu adama da saray gibi mezar yapmışsınız diyerek Yezid’in türbesinin derhal yıkılmasını, toprağının elli arşın kazılarak Kızıldeniz’e dökülmesini buyurdu ve askerinden binlercesini getirerek Yezid’in mezarının üzerine işetti. Bu sırada Muaviye’nin mezarı da ortadan kaldırılmıştı. 

Ankara Savaşı 
Daha ileri gitmeye alışan iki arslan hemcins olmalarına rağmen birbirlerini rakip saydılar.Biri İstanbul fethini 50 yıl ileri attı diğeri Çin'e girip Türk yurdu haline getirmeyi erteledi. Emir sultan iki müslüman türk devletinin çarpışmasını istemez.
Verilen nasihatler,yapılan teklifler iki tarafa da tesir etmemişti.Buna karşılık çeşitli yazışmalar , haberler dillerin keskinleşmesine yol açarken , fitneci güruhunun faaliyetleri de bıçakların bilenmesine sebep oldu.Sivas ie Tokat arasındaki geçitlerin Osmanlılar tarafından tutulduğunu gören Timur Han , ordusunu Kırşehir'e doğru hareket ettirdi.Bir baskına uğramamak için son derece dikkatli davranan emir , daha sonra Ankara'ya yöneldi.Osmanlı sağ kolu görülmemiş bir ihanet ile karşı karşıya geldi. Önce Aydın askeri eski beylerini Tatar saflarında görünce hat değiştirdiler. Onları Karaman ,Menteşe ,Germiyan ve Saruhan askerleri takip etti.Böylece Osmanlı ordusunun sağ kolu hemen hemen hiç savaşmadan çökmüş bulunuyordu.Kendi askeriyle kalan Bayezid'in bozgunu gören birlikleri kendi yurtlarına dönmeye bakıyordu. Devlet ileri gelenlerinden her biri bir şehzadeyi alarak kaçmış ve Bayezid, Timur'un bütün seferleri sırasında yanında bulundurduğu sadık adamlarından Mahmud Han tarafından esir alınmıştı.
Timur kış aylarında daha sıcak olan bölgelere, özellikle Denizli yöresine inmiş, bu arada Pamukkale’ye gelen askerleri bilmeyerek suyundan içtiklerinden ölmüşlerdi. Bu arada Timur da Denizli’ye gelmiş ve özellikle meyvesi bol bir yer olarak bildirilen bu bölgeleri tekrar eski beylerine vermiştir. Denizli de esir olan Beyazıt ile görüşen Timur sorar ;  Eğer ki sen beni yenseydin nasıl muamele ederdin diye. Beyazıt seni demir kafes içerisine koyar aleme ibret olsun diye gezdirirdim deyince Timur'un kötü huylarından biri olan tez canlılık ile emir veriyor . Beyazıt demir kafes içerisinde Semerkand götürmek için yola koyulur. Demir kafes efsanesi doğrudur. Yolda Beyazıta soruyor var mı benden bir isteğin Tatar askerleri Osmanlı da kalmasın diyor ve Timur kabul ediyor ama diyor ki seni ben Tatar askerleri ile ülkene geri getireceğim diyor. Beyazıt kendi ülkesine bir esir gibi başka askerlerin yanında götürüleceği düşüncesi ile kederlenip ateşli hastalığa yakalanıyor.Günden günden zayıflıyor.Akşehir de iyice rahatsızlığı artıyor.
Saltanatın direkleri oğullarından haber dahi alamıyordu. Anadolu birliği yolunda atılan adımlar,çekilen zahmetler heba olmuştu.Bu sırada 8 Mart 1403'te Bayezid'in öldüğü haberini aldı. Haberi öğrenen Timur çok üzüldü, Bayezid'e ait bütün ülkelerin ve ona bağlı beylerin kendi hükmü altına girdiğini ilan etti. Akşehir'de babasının yanında bulunan Bayezid'in oğullarından Musa Çelebi'ye hilat, kemer, kılıç ve tirkeş vererek ağırlayıp Bursa'yı ona bağışladı ve eline yarlıg verdi. Musa Çelebi'ye babası Bayezid'in naşını Bursa'ya götürmesi için teslim etti. Bayezid'ten birkaç gün sonra da Timur'un veliaht ilan etmiş olduğu torunu Muhammed Sultan 13 Mart 1402'de 29 yaşında öldü.

Ankara Savaşında Timur'un Hindistan getirdiği 32 fil de vardır . Fillerin başına en güvendiği komutan İsen Buga koyar. Daha sonra Çubuk ovasındaki o yerin ismi Esenboğa olur ve bugünkü havaalanına ismini verir.

Timur, 18 Şubat 1405 tarihinde, Çin’e sefere giderken Otrar’da 69 yaşında öldü.
Timur'un, fırsat buldukça, Nakşibendilik tarikatı'nın kurucusu Şah-ı Nakşibend Muhammed'in hocası Seyyîd Emîr Külâl'ı ziyarete gittiği ve Şah-ı Nakşibend Muhammed'in hayır duasını aldığı belirtilmektedir.Timur'un kırk üç eşi ve cariyesi vardı: bu kadınların hepsi aynı zamanda onun eşiydi. Timur, bu kadınların babalarının veya eski kocalarının topraklarını fethederken düzinelerce kadını eşi ve cariyesi yapmıştır.

MATURİDİ SEMERKAND

İslam dininin iki itikadi mezhebinden birisi olan Maturudilik mezhebinin kurucusu ve Hanefilik mezhebine bağlı olanların itikad imamı sayılan İslam alimi.İki yaygın İtikadi mezhep'in diğeri Eş'arilik'dir  944 yılında Semerkand’da vefat etti.
Kendi çağında Ebû Mansûr el-Mâturîdî Semerkand’da Hanefiliği temsil eden bir konuma sahipti. 

Akide bilmeyen şeytana ildur 
Eğer bin yıl amel dıp kılsa şeytana yeldur
İtikadında az bir sıkıntı olanın , sabahtan akşama kadar alnı secdeden kalkmasa onun bir işine yaramaz 

Mâtürîdî 'nin inanç ilkeleri (akaid) ile ilgili en kapsamlı eseri Kitab üt-Tevhid'dir. Bu esere göre dinin öğrenilmesinde başvurulacak "vasıtalar iki olup, biri nakil, diğeri akıl" dır. Nakil'den maksat Kur'an ve Sünnet yani (Hadis)'lerdir. 
Açık bir yalanlamada (inkâr) bulunmadıkları sürece insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerekliliğini savunur. Bu, eylemin amele dahil edilmemesi anlamını taşır. Yani, Matüridî insanları, Mutezile ve Hariciler gibi kendi prensip ve görüşlerine uymaya zorlamaz. "Dinde zorlama yoktur" yaklaşımını esas alır.
  1. Matüridî ayetleri ayetle tefsir etmiş ve bu metodu yaygın biçimde kullanmıştır. Ayeti ayetle tefsir ederken, ayetler arasında ilişki kurmuş, asılsız haberlerden, rivayetlerden kaçınmıştır.

Kaşgarlı Mahmûd (ö.1102)’un Dîvânu Lugâti’t-Türk’ü Türk dili açısından ve Farâbî (ö.950) ile İbn Sinâ (ö.1037)’nın felsefeyle ilgili eserleri İslâm Felsefesi açısından ne kadar önemli ise, Mâtürîdî’nin Kitâbü’t-Tevhîd’i ve Te’vîlâtü’l-Kur’ân’ı da Türklerin din anlayışı ve Türklerin dînî düşünce târihi açısından o kadar önemlidir. Çünkü onun bu eserleriyle birlikte, akılcı ve müsâmahakâr olmak Türkler’in din anlayışının temel taşları olmuştur. Onun tesis ettiği Mâtürîdîlik; hâkim olduğu bu kültür havzasında, bugün dahi Hikmetler’i Türk boyları arasında ezbere okunan Ahmet Yesevî’nin (v.1166), Hacı Bektaş Velî (v.1271) ve Yûnus Emre (v.1320?) gibi büyük Türk mutasavvıflarının yetişmesine, Şiî/İsmâîlî fikirlerin etkisiz hâle getirilerek Türk boylarının Hanefî-Mâtürîdî din anlayışı etrâfında toplanmasına, Selçuklu ve Osmanlı adıyla bilinen büyük Türk devletlerinin kurulmasına zemîn hazırlamıştır.

Özbekistan’ın Sovyetler Birliği’nin parçası olduğu senelerde iskâna açılmış, önceleri mezarlık olan alanın tamamına beton dökülmüş, Mâturîdî’nin kabri bir evin bahçesinde kalmıştı!Özbekistan, bağımsızlığının ardından İmam Buharî’nin kabrinin inşasında olduğu gibi Mâturîdî’nin kabrinin bulunduğu alandaki evleri de yıktırdı, dökülmüş betonları kaldırdı ve mezarın üzerine bir türbe, etrafına da fıkıh eğitimi veren bir külliye inşa ettirdi. (2000 yılında)

BİBİ HANIM CAMİ

Timur 1399'da Hindistan Seferi'ne çıkmadan önce yeni başkenti Semerkant'ta devasa bir cami inşa etmeye karar vermiş.Timur'un emriyle onun eşi Bibi Hanım (SarayMülk hanım) adına inşa edilmiş ve inşaatıyla Timur bizzat ilgilenmiştir. 15. yüzyılda İslam dünyasındaki en büyük ve görkemli camilerinden biri olmuş 

Timur’un aşırı büyük hırsları yüzünden teşvik edilen mimarlar yapıyı devasa boyutlarından dolayı düzgün inşa edememişlerdir. Caminin büyük bir kısmı yavaş yavaş çökmüş ve tahrip olmuştur. 1897’de gerçekleşen bir depremde daha da kötü bir hale gelmiştir.Caminin büyük bir bölümü Sovyet döneminde restore edildi.

Saray Mülk Hanım ; Babası Çağatay Hanlığı'nın Hanı Gazan Han Cengiz Han'ın soyundan geliyor. Saray Mülk Hanım ilk evliliğini Emir Hüseyin'le yapmasına rağmen Emir Hüseyin'in Timur'un askerleri tarafından öldürülmesi sonucu Cengiz Han ailesiyle akrabalığa özel bir önem veren Timur Saray Mülk Hanım ile evlenmiştir. 

Uluğ Bey, Bibi Hanım Camii için büyük boyutta bir Kuran standı yapmıştır. Bu stant, önce kubbeli kutsal alana yerleştirilmiş ve daha sonra avlunun ortasına taşınmıştır.

Uzunluğu yaklaşık 230 cm’dir. Bu Kuran standı bir efsaneye sahiptir. Uzun süredir hamile kalamayan bir kadın, Bibi Hanım Camii’ne gelip avlusundaki Kuran’ı Kerim’e dokunursa ve dua ederse mutlaka bir bebeği olacağına dair yaygın bir inanış vardır.

MA'KILİ YAZI ÖRNEKLERİ


Allah Rabbi Muhammed Nebi 




     

             

Sübhanallah  - Velhamdulillah - Ve La İlahe İllallah Allahu Ekber



Sübhanallah






Allah - Ahad










SHAH-I ZİNDA

Shah-i Zinda ismi ("yaşayan kral" anlamına gelir) Peygamber Muhammed'in kuzeni Abbas oğlu Kusam'ın buraya gömüldüğü efsanesiyle bağlantılıdır.
Günümüzde müze olarak kullanılan alanda Kusem bin Abbas'a ait türbe, mescit, dergah ve medreseden hariç; Uluğ Bey'in oğlu Abdullah adına 1435-36 tarihinde inşa ettirdiği mescit ve dergah, Hoca Ahmet Türbesi (1350), Timur'un ablası Şad-ı Mülk Ata Türbesi (1372), Emir Hüseyin bin Tuğluk Tekin Türbesi (1376), Şirin Bike Aka Türbesi (1385), Devlet Kuşbek Medresesi (1813) ile birlikte geniş bir mezarlık alanı yer almaktadır.

Semerkand şehrinin bilinen ilk yerleşimi, eski iç şehir (medine) veya Efrâsiyâb höyüğü olarak anılan bölgede kurulmuştur. Semerkand, özellikle, 10. ve 12. yüzyıllar arasında gelişmiştir, 1220’li yıllardaki Moğol İstilası sırasında tamamen tahrip edilmiştir. Ancak takip eden dönemde daha güneyde yeniden kurulmuştur. Eski Efrâsiyâb tepeleri üzerinde varlığını sürdüren kadim şehir ise, zamanla bütünüyle terk edilmiş, fakat üzerindeki Şahı Zinde Türbesi nedeniyle önemini hiçbir zaman yitirmemiştir. 1050’li yıllarda ağırlık kazanmakla birlikte, özellikle 14. yüzyılın ortalarından itibaren yüzyıl kadar en yoğun yapılaşma sürecini yaşayarak daha sonraki yüzyıllarda yapılan eklentilerle günümüze ulaşmıştır.



Kusam ibn Abbas ; Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın oğludur. Annesi Ümmü’l-Fazl Lübâbe bint Hâris el-Hilâliyye, Hz. Hatice’den sonra müslüman olan ilk kadın olup Resûl-i Ekrem’in hanımlarından Meymûne’nin kız kardeşidir. Resûlullah kendisine benzetilen Kusem’i arkadaşlarıyla oynarken görmüş ve bineğinin arkasına bindirmişti. Kusem Hz. Peygamber’in cenazesi yıkanırken hazır bulunmuş, cesedi sağa sola çevirmiş, Resûlullah’ı kabrine yerleştirmiş ve kabirden en son o çıkmıştı. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’e en son dokunan kişi olarak tanınır.
Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde Mekke valiliğine tayin edilen Kusem onun ölümüne kadar bu görevini sürdürdü
Fazilet ve takvâ sahibi olan Kusem, Saîd b. Osman’la birlikte Semerkant seferine katıldı (56/675) ve Semerkant’ta şehid oldu.


HAZRETİ HIZIR CAMİ

Semerkant'ta Bibi Hanım Camii'ni, türbesini ve Registan'ı panoramik gören Eftasiyab tepesinin üzerinde olan cami, buranın en eski camisidir.Özbekistan 1.Cumhurbaşkanı İslam Karimov, Hz.Hızır Camii'nin avlusuna gömüldü.

ULUĞBEY RASATHANESİ

Uluğ Bey, 1421’de yapımına başlanan rasathanenin inşası bittikten sonra, rasathane müdürlüğü görevini, Gıyaseddin Cemşit’e verdi. Bu gözlemevinde yapılan gözlemler, ancak on iki yılda bitirilebilmiştir. Önce Gıyaseddin Cemşid rasat ve hesaplama işlerini o idare ediyordu. Gıyaseddin 1429 yılında ölünce yerine Bursalı Kadızade Rumi görevlendirildi. Rumi’nin 1430 yılında ölümü üzerine rasathanenin müdürlüğüne, Kadızade’nin talebesi Ali Kuşçu getirildi. Burada yapılan gözlemler üzerine Uluğ Bey, ünlü Zeycini düzenlemiş ve bitirmiştir. Zeyc Kürkanı veya Zeyc Cedit Sultanı adı verilen bu yıldız kataloğu eser, birkaç yüzyıl doğuda ve batıda faydalanılacak bir eser olmuştur.

1449'da Uluğ Bey'in öldürülmesinden hemen sonra dindar fanatikler bu rasathaneyi yıktırtmışlardır. Bu rasathanenin bulunduğu tepe mevki unutulmuş ve tepeye "40 Kızlar" adı verilen bir adak türbesi yaptırılmıştır.

1908'de bir Rus bilgini olan V. L. Vyatkın bu rasathanenin tam mevkini bildiren kitabeyi bulmuş ve yapılan arkeolojik kazılar sonucu bu rasathanenin kalınıtıları tekrar ortaya çıkartılmıştır.
Rasathane çok büyük bir sekstantı da barındırıyordu. Yıldızların ufuktan yüksekliklerini ölçmekte kullanılan sekstantın yarısı zeminin altına gömülüydü. 

Uluğ Bey rasathanesi teleskoptan önceki astronominin ulaştığı en üst seviye olarak tanımlanabilir.
Yılın uzunluğunu gerçek değerin 25 saniyesine kadar ölçmüşler ve Dünya’nın eksen eğikliğini o kadar doğru bir şekilde belirlemişlerdir ki; sayılar günümüzde kabul edilen değer aralığına denk gelmiştir.Uluğ Bey’in en büyük başarısı, en az 1018 yıldızı ve gece gökyüzündeki konumlarını içeren bir yıldız kataloğu hazırlamış olmasıdır. 
Ayın görünen yüzeyinin önemli bir bölgesine “Uluğ Bey Krateri” ismini vermiştir. Günümüzde Kandilli Rasathanesi¸ hicrî ve kamerî ay başlarının hesaplanmasında hâlâ Uluğ Bey Zici’nden faydalanmaktadır.


İMAM BUHARİ TÜRBESİ

Hz.Musa (as)'dan 20 sene sonra ne Tevrat kaldı ne dini kaldı. Hz.İsa'dan 300 sene sonra 400 nüsha İncil ortaya çıktı Kitaplar yakılıp yıkılmadı kitabı açıklayacak peygamber sözleri ve hadislerini yazan ve toplayan olmayınca her dini alim kitabı kendisine göre yorumlamştır. İsa (a.s) kaç yaşında peygamber olduğunu bile bilen yoktur. Şu an biz Peygamberimizin üzerinde giydiği kıyafetteki düğme sayısından bile haberimiz vardır. Tevrat ve İncil kaderini bize yaşatmayan kişilerden biri Allah'ın izniyle İmam Buharidir.

20 Temmuz 810 Cuma günü Buhara’da doğdu. Ev ne kadar pak ise mahsulde o kadar Pakize olacaktır. İmam Buhari'nin babası malının içerisinde bir tek haram ve şüphe yoktur der . Annesi ise çocuklarının yetişmesi için çok ciddi çaba sarf etmiş bir Saliha hanımdır. En iyi hocalara götürüp eğitim aldırır 10 yaşına varmadan Kur'an hafızlığını bitirir.On bir yaşlarında iken hocası Dâhilî’nin rivayet sırasında yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti. On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübârek ve Vekî‘ b. Cerrâh’ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde Buhârî Mekke’de kaldı ve Hallâd b. Yahyâ, Humeydî gibi âlimlerden hadis tahsil etti.308 hocadan eğitim aldığı rivayet edilir.İlk kitabını Peygamberimizin kabri başında geceleri ay ışığında yazmıştır. 12 ciltlik 13bin Ravinin kaydını yazmıştır. Hayatı hicret olmuş at üstüne deve üstünde tek bir hadis için diyar diyar gelmiştir.8 kez Bağdat'a gidip gelmiştir. Buhârî’nin uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş bir kütüphane meydana getirdiği ve seyahatleri esnasında kitaplarını imkân nisbetinde yanında taşıdığı anlaşılmaktadır.
Binlerce talebe yetiştirdikten sonra Nişabur’a oradan da Buhara’ya döndü. Bir müddet Buhara’da kalıp, hadis ve ilim öğretmekle meşgul oldu. Bir rivayete göre Buhara valisi çocukları için özel ders verilmesini, buraya kimsenin girip, dersi dinlememesini istedi. Buhari cevabında; "Ben bir kısım kimseleri hadis dinlemekten men edip, birkaç kişiye hadis öğretmem" buyurdu. Bu durum valiyle arasının açılmasına sebep oldu. Buhara’dan ayrıldı. Allahü teâlâya, şikayet yoluyla valinin verdiği sıkıntıyı arz etti. Duası kabul olup, aradan bir ay geçmeden vali azledildi, zindana atıldı. Bu arada Semerkandlılar kendisini davet ettiler. Giderken yolda, Semerkandlılardan bir kısım insanların isteyip, bir kısmının istemediği haberini alınca, Hartenk köyünde kaldı. İşin iç yüzünü öğrenmek istemişti. İnsanların bu hâlinden kalbi daraldı ve canı sıkıldı. Teheccüd namazından sonra ellerini açıp; "Yâ Rabbi! Yeryüzü bu genişlikle bana dar oldu. Beni tarafına al!" diye dua etti. O ay, orada hastalandı ve 870 yılının Ramazan bayramı gecesi Semerkant’tan 72 km uzaklıkta olan Hartenk’de vefat etti. Kabri oradadır.

Birinden hadis yazarken onun ismini, künyesini, nisbesini ve hadisi nasıl öğrendiğini mutlaka sorduğunu, aldığı cevaplar sonunda eğer o kişiyi yeterli bulursa ondan hadis rivayet ettiğini, aksi halde onun şeyhinden yazdığı aslı gördükten sonra hadislerini yazdığını ifade etmekte, fakat bazı hadis talebelerinin ne yazdıklarına ne de nasıl yazdıklarına dikkat etmediklerinden yakınmaktadır 
 el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. Buhârî, halk arasında Ṣaḥîḥ-i Buḫârî diye şöhret bulan bu eseri 600.000 kadar hadis arasından seçerek on altı yılda meydana getirdiğini, her bir hadisi (veya babı) yazmadan önce mutlaka boy abdesti alarak iki rek‘at namaz kıldığını söylemiştir.Kurandan sonraki en güvenilir kitap sayılır. (16 senede çıkmıştır)
et-Târîḫu’l-kebîr. Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ten önce yazdığı bu kitap sahasının ilk eserlerinden biri olup burada ashaptan kendi şeyhlerine gelinceye kadar 13.000’e yakın râvinin güvenilirlik derecesini tesbit etmiştir.

Her ramazan iftar duasıyla hatim duasını bir yapar.Hergün bir hatim indirirmiş.Kendisini Kur'an'a adayan biridir.Hayatı boyunca hiç gıybet etmemiştir.
Kuvvetli zekaya ve hafızaya sahip olan İmam-ı Buhari, işittiği hadis-i şerifi hemen ezberliyordu. Onunla hadis-i şerif dinleyenler yazdığı halde, o, yazma ihtiyacını duymuyordu. Hadis-i şerifin metnini ezberlediği gibi, o hadis-i şerifi rivayet eden kimselerin, künyelerini, doğum ve ölüm tarihlerini, ahlak ve yaşayışlarını, kimden rivayette bulunduklarını, o raviden başka kimlerin hadis-i şerif aldığını öğrenir ve ezberlerdi. Bir kimse hadis rivayetinde ve ravilerin senedinde hataya düşse, hemen İmam-ı Buhari hazretlerini bulup sorar ve doğrusunu öğrenirdi.

Buhari on kişinin kendisine okudukları 100 hadisi bir defa dinledi. Sonra o adamlara dönerek 100 hadisi, hem de onların okudukları sırayla, okudukları yanlış haliyle onlara tekrar etti. Hiçbir not almadan defter ve kalem kullanmadan yaptı bunu. İşte bu olağanüstü bir haldir. Bunu normal görmek mümkün değildir. Bu müthiş olayın adı İmam Buhari. 




Okuduğum Kitaplar ; Kalbin Huzuru - Hâce Ubeydullah Ahrâr
Uluğbey'in Hazinesi - Adil Yakubov



EN SON YAZIM

SRİ LANKA GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK)

Follow Us @marifetliparmaklr