25 Nisan 2024 Perşembe

MEKKE-MEDİNE GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK) - 2

Nisan 25, 2024 0 Comments

 MEDINE 


~Dönerci; 310 numaralı kapıdan çıkıp Gamame mescdini solunuza alarak dümdüz git 

~Hurma ; Gamame mescidini sağına alıp ilerlediğinde Taiba Madınam otelin altında ilk katta sağda Ali Rashıd 

~Hediyeci ; 5.75 sar isimli yer. Quba Caddesi sol taraftaki dükkanlar

~Nusuk uygulamasından umre ve ravza için randevu al.( Cuma saat 14.00 gibi randevu açılıyor ) . Erkekler 11.00 - 11.30 gibi girerse daha uzun kalabiliyor.

~Medine havaalimanın sağında pasaport başı 5lt zemzem almayı unutma !

~Ravzaya 22 32 numaralı kapıdan sabah ve yatsı namazlarından sonra kadınlara serbest giriş var.

~Sukai Hurması lifi bol şekeri az hurma çeşidi.

~Yeşil Kubbenin önündeki havalandırma Ebu Eyyub el Ensarinin evi.

~Mescidi Nebevide 5 numaralı kapının yanında 6A nolu kapıdan içeri girip yürüyen merdivenlerden 4 defa yukarı çıktığımızda Terasa ulaşabilirsiniz.

~330 numaralı kapının karşısında Bın Dawood çarşısının 2.katında arapça isim yazılı seccade Kuran hediyelik eşya bulabilirsin.

~37 numaralı kapıdan nusuk uygulaması ile Ravza'ya giriş yapabilirsin.

1. Gün ; MESCİDİ NEBEVΠ

"Benim şu mescidimde kılınan bir namaz Mescid-i Haram dışında diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır. "

Esselâmu Aleyke Ya Resulullah 

Esselâmu Aleyke Ya Nebiyallah 

Esselâmu Aleyke YA Habibullah 

Esselâmu Aleyke ya Hatemün Nebiyyin (Peygamberlerin sonuncusu ) 

Esselâmu Aleyke ya Rahmetil Alemin

Esselâmu Aleyke ya Emin Vahyillah 

Esselâmu Aleyke ya Nuri Arşillah 

Esselâmu Aleyke ya Safiyallah 

Esselâmu Aleyke ya Hayre Halkıllah 

Esselâmu Aleyke ya Seyidel Mürselin 

Esselâmu Aleyke ya Şefial Müznibin 


Esselâmu Aleyke ya Halifetül Resulullah 

Esselâmu Aleyke ya Ebubekir Sıddık

Esselâmu Aleyke ya Yâr-ı Gar ( Mağara Arkadaşı) 

Esselâmu Aleyke ya Emirel Mü'minin 

Allahümmerda anhü verfa’ derecetehu. Ya erhamerrâhımîn ve ya ekremel ekremîn.


Esselâmu aleyke ya Ömer ibn Hattab

Esselâmu aleyke ya Ömerül Faruk 

Esselâmu aleyke ya Halifetül halife Resulullah 

Esselâmu aleyke ya Emirel Müminin 

Esselâmu aleyke ya Sahibel Adalet

Allahümmerda anhü verfa’ derecetehu. Ya erhamerrâhımîn ve ya ekremel ekremîn.

Allah'ım Peygamber Efendimiz muazzez kabri şerifinin önünde onun hücrei saadetinin önünde ellerimizi sana açtık dua dua yalvarıyoruz ya rabbi dualarımızı kabul eyle. Salat ve selamımızı iki cihan servetine ulaştır Allah'ım . Selamlarımızı Peygamberimizin sadık dostu Ebubekir Sıddık ulaştır Allah'ım. Selamlarımızı Efendimizin sadık dostu Hz. Ömer ulaştır Allah'ım. Ümmet olma şerefine ulaştık şükründen aciziz ya Rabbi . Mahcubuz onun bize emanet ettiği davaya sahip çıkamadık ona layık ümmet olamadık sancağı ötelere taşımayadık birazdan huzuruna çıkacağız ama çıkacak yüzümüzü yok Allah'ım nolur bir an önce gerçek manada ümmeti Muhammed olmanın ne demek olduğunu anlayacak kaliteyi bize nasip eyle. Tut ellerimizden Allah'ım kaldır bizi Allah'ım. Sünneti Muhammed ile dirilt bizi Allah'ım.Gercek manada Peygamberini sevebilmeyi nasip eyle Allah'ım.Bu mahcubiyetlerimizi giderecek nifaklar, ameller nasip eyle Allah'ım.Ona ümmet olmanın gereği neyse ona ortaya koymayı bizlere nasip eyle Allah'ım. Har anımızı onun ümmeti olma bilinciyle hareket etmeyi nasip eyle Allah'ım .Onun rahmetinden şefaatinden cemalinden nurundan ahlakından de bizleri nasipdar eyle. Şu güzel topraklarda hakkıyla istifade etmeyi nasip eyle Allah'ım. Ellerimizi bırakma Allah'ım. Gönüllerimizi saptırma Allah'ım. Evlerimizi sünneti Muhammed ile şekillendirelim Allah'ım. Sen dualarımıza icabet eyle Allah'ım. 🤲



1. Toplantı Sütunu (Vüfut / Elçiler Sütunu)

Hz. Peygamber bu direğin bulunduğu yerde Medine’ye gelen heyetleri, elçileri ve misafirleri kabul ederdi.Ayrıca ashabın ileri gelenleri ile de burada toplanır ve önemli kararları burada alırdı.Bu nedenle buraya Heyetler Sütunu da denir.Ayrica yeni bir ayet nazil olduğunda, Efendimiz sas bu sütunun yanına oturur ve gelen ayetleri etrafını saran sahabeye burada aktarırmış .

²⁹ Hicri 9. yıl 

Medine'ye vardığında Efendimiz cariyesi Mariye annemizden bir oğlu olduğu haberini aldı. Ama henüz On yedi veya on sekiz aylıkken İbrâhim’in hastalanması üzerine Resûlullah, Abdurrahman b. Avf ile birlikte Ümmü Bürde’nin evine gitti ve evladını kucağına aldı, bir müddet sonra da İbrâhim öldü. Efendimiz gözyaşlarına hakim olamadı ; 

Göz yaş döker, kalb teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Vallahi, ey İbrahim! Senin ayrılığın bizi fazlasıyla mahzun etti!"

Bir erkek evlâda doyamamanın hasretli gözyaşlarını akıtan Efendimiz, daha sonra karşısındaki dağa bakarak şöyle buyurdu:

"Ey Uhud ! Eğer, bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak yıkılmış gitmiştin. Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: 'İnnâ lillahi ve İnnâ ileyhi râciûn"'

Hz. İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Halk bunun, onun vefâtıyla ilgili olduğunu sanarak, "İbrahim'in ölümü sebebiyle güneş tutuldu." dedi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah'a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirama şu dersi verdi

"Ey insanlar! Biliniz ki, güneş ve ay; Allah'ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar. Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescidlere gidiniz. Onlar açılıncaya kadar da Allah'a duâ ediniz, namaz kılınız!"

Heyetler Yılı ; 

Huneyn’den dönünce Arap Yarımadası’nın her tarafından Arap kabilelerinin gönderdiği hey’etler, İslâm’a girdiklerini îlân ederek Medîne’ye gelmeye başladılar. Fetih gerçekleşince, her kabile İslâm’a koştu. Böylece İslâm bütün Arap Yarımadası’nı kapladı. Yarımada ilk defâ siyâsî olarak tek bir bayrak altında toplandı. 

Gelen heyetlerden biri de henüz müslüman olmamış Temîmoğulları kabilesinden bir grup mescide gelerek, Hz. Peygamber'in eşlerinin bulunduğu odaların arkasından bağıra bağıra "Muhammed! Muhammed" diye Hz. Peygamber'i çağırdılar. Efendimiz son derece üzülmüştü ve Hucurat süresi nazil oldu ; 

"Ey inananlar. Peygamberin yanında seslerinizi onun sesinden daha çok yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi onunla bağırarak konuşmayın ki, siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider. Rasûlullah'ın yanında seslerini kısanlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalblerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. Odaların ardından seni çağıranların çoğu aklı ermeyenlerdir..."(2-4).

Tebük Gavzesi ; 

Bizans imparatoru, Mûte Harbi’nin ken­disinde bıraktığı tesir sebebiyle, vakit geçip Müslümanlar daha fazla kuvvetlenmeden bütün Arabistan’ı istîlâ etmek niyetinde idi. Bunun için de Hıristiyan Araplar’ı kullanmak istiyordu. Buna namzet gördüğü Gassânîler de zâten böyle bir hareket için çoktan hazırdı­lar. Durum bu safhada iken Medîne’ye gelen ticâret kervanları, düşmanın hazırlıklarını Müslümanlara bildirerek çok yakında beldelerinin hücûma uğrayacağını söylediler.

Allah'ın Resulu (sav) diğer gazvelerde genellikle seferin nereye olacağını gizli tutarken bu defa Bizans ordusuna karşı bir sefer düzenleneceğini açıklamıştı. Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sıcak ve kurak, düşman güçlü idi. Ordunun buna göre hazırlık yapması gerekiyordu. Mekke'den ve diğer Arap kabilelerinden asker toplamak için de görevliler çıkarılmıştı.

Hz. Peygamber (asv) savaş için hazırlık yapılmasını emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, ürünün hasat zamanı oluşu ve insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde oturmayı sevmesi yüzünden, böyle sıkıntılı bir yolculuğa isteksizlik vardı. Ashab-ı kiramın ağır davranması dikkati çekmişti. Bu yüzden Allah'u Teâlâ müminleri şöyle uyardı:

"Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda cihata çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti bırakıp, sadeœ dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir." (Tevbe, 9/38).

Devamı ayetlerde, eğer bu cihata çıkmazlarsa can yakıcı bir azapla karşılaşacakları, bunun zararının Allah'a değil kendilerine olacağı, Allah'ın Resulune yardım etmeseler bile, Allah'ın O'na yardım edeceğini, nitekim Mekke'den hicret ederken de Resulullah'a yardım edildiği, mağarada da o, arkadaşına; "üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu, böylece Allah'ın Resulune emniyet ve güven verdiği, şimdi de aynı yardımı yapabileceğini bildirdi (Tevbe, 9/39, 40).

"Ey müminler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."(Tevbe, 9/41).Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardım getirmeye başladılar. Hz. Ömer servetinin yarısını bağışlamıştı , Hz.Ebubekir ise tamamını o geçilemeyen adamdı. 

Hz. Osman ise ordunun techizinde en büyük yardımı yapmıştı. O, üçyüz deve, yüz at bağışlamış, ayrıca bin altın lirayı Resulullah'ın kucağına dökünce, Allah elçisi; "Ey Allah'ım! Ben Osman'dan râzıyım, sen de razı ol" diye dua etmiş ve Osman'ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir

Münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalışıyordu. Münafıklardan bir topluluk hiçbir özürleri olmadığı halde Tebük seferine katılmamak için Hz. Peygamber'den izin istediler. Allah'ın Resulu seksenden fazla münafığa izin verdi. 

 "Onlardan bazısı peygambere: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır" (et-Tevbe, 9/49).

 "Cihatdan geri kalanlar, Allah'ın Resulune muhalefet ederek oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat etmeyi hoş görmediler. "Bu sıcakta savaşa çıkmayın " dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır". Keşke bilseydiler. Yaptıklarının cezası olarak, artık az gülsünler çok ağlasınlar" (et-Tevbe, 9/81, 82)

“(Ey Resûlüm!) Eğer yakın bir dünyâ menfaati ve kolay bir yolculuk olsaydı, (o münâ­fıklar), mutlakâ Sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar; «Gücümüz yetseydi mutlakâ sizinle berâber çıkardık!» diye kendilerini helâk edercesine Allâh’a yemîn edecekler. Hâlbuki Allâh, onların kesinlikle yalancı olduklarını biliyor.” (et-Tevbe, 42)

“(Ey Resûlüm!) Allâh’a ve âhiret gününe îmân edenler ise malları ve canlarıyla sa­vaşmaktan (geri kalmak için) Sen’den izin istemezler. Allâh takvâ sâhiplerini pek iyi bilir. Ancak Allâh’a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp (bu) şüpheleri içinde bocalayanlar Sen’den izin isterler.” (et-Tevbe, 44-45)

“...Allâh onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu. Onlara: «Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) berâber oturun!» denildi. Eğer sizinle (onlar da harbe) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir faydaları olmazdı ve mutlakâ fitne çıkarmak isteyerek aranızda dolaşırlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allâh zâlimleri gâyet iyi bilir.” (et-Tevbe, 46-47)

Mümin oldukları halde ihmalcilik yüzünden sefere katılamayanlar da olmuştu. Bunlar: Kâ'b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî' ve Hilâl b. Ümeyye (r. anhüm) idi.

Kâ'b b. Mâlik; Tebük seferine katılmak için her türlü imkâna sahip olduğu halde sırf ihmalciliği nedeniyle bu gazaya katılamadığını şöyle belirtmiştir: "Hz. Peygamber bu gaza için hazırlanmaya başladılar. Ben de onlarla birlikte yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiç bir iş görmeden akşam üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazırlanmak için çok vaktim var, derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda Resulullah ve ashabı birden yola çıkıverdiler" 

Diğer iki sahabe de benzer ihmal içinde olup gecikmişler ve sefere katılmamışlardı. Ancak daha sonra bu üç sahabe ruhen çok daraldı ve dünya kendilerine dar geldi. 

Sefer dönüşü Hz. Peygamber'in huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylediler.

Resulullah (s.a.s) halkı bu üç sahabe ile görüşüp konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün süreyle yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına zindan oldu. Kırk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)'i göndererek kadınlarından da ayrı durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu. Yalnız Hilâl b. Ümeyye'nin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilâl yaşlıdır, hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine yardımcı olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev hizmeti için izin verildi.

Elli gün tamamlanınca bu üç sahabenin mağfiret edildiğini bildirilen ayet indi ; 

 "Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı, Allah'tan başka bir sığınak olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki, Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe, 9/118).

İslâm ordusunun yolculuğu son derece meşakkatli geçiyordu. Sıcak bunaltıcı idi. Üç kişiye bir deve düştüğünden, ashâb sırayla deveye biniyorlar, bu da bir hayli sıkıntı veri­yordu. Bir hurmayı iki kişi bölüşüyordu. Bâzen su bulmakta güçlük çekiliyordu. Bu yüz­den abdest alırken, âzâlar bir defâ yıkanmaktaydı. Mestler üzerine mukîmlerin bir, seferî sayılanların üç gün meshetmesi emredildi.[9] Bir ara Allâh Resûlü duâ buyurdular ve sâdece İslâm askerinin bulunduğu yere yağmur yağdı.

İslâm ordusu, yolları üzerinde bulunan Semûd kavminin helâk olduğu Hicr mevk­iinden geçerken, Allâh Resûlü ashâb-ı kirâma:

“–Burası kaçılacak bir vâdidir!” buyurdular. 

Ardından:

“–Kendilerine zulmedenlerin yurduna ağlayarak girin. Yoksa onların başına gelenler sizin de başınıza gelebilir.” buyurdular. Sonra başlarını örterek o bölgeyi hızlı geçtiler. Oradan alınan suları dök­türdüler. İsraf husûsunda çok titiz olmalarına rağmen, bu su ile yapılmış olan hamurları da at­tırdılar. 

Çünkü kahır mekânları, dûçâr olduğu felâketin kaderini kıyâmete kadar devâm et­tirmektedir. 

Hicr'le Tebük arasında bir konaklama yerinde tan yeri ağardıktan sonra Allah elçisi ihtiyacını gidermek için uzak bir yere gitmişti. Cemaat güneşin doğmasından korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)'ı öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman rukû'da idi. Cemaat Resulullah'ın geldiğini anlayınca neredeyse namazı bozacaklardı. Abdurrahman da imamlıktan çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in işareti ile namaza devam etti. Allah elçisi bir rekâtı imamla, bir rekâtı da selãmdan sonra ayağa kalkarak tek başına kıldı. Namaz bitince de; "Güzel yaptınız" buyurdu . 

Yolculukta Allah elçisi uykuya dalmış tan yeri ağarmıştı kalktığında hemen Bilali buldu Resulullah (a.s) Bilâl'e: "Bizi niye kaldırmadın ey Bilal" diye buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de uyuttu Ya Resulullah " dedi. Hz. Peygamber o yerden kalkıp biraz gittikten sonra, diğer namazın vakti girmeden önce sünneti sonra da farzı kaza etti. 

İslâm ordusu, Tebük’te karargâhını kurduğu hâlde düşmandan en ufak bir hareket göze çarpmıyordu. Çünkü bu kadar büyük bir İslâm ordusunu gören hristiyan Arap kabî­leleri, daha evvel Mûte’deki üç bin kişilik bir îmân ordusunun gösterdiği kahramanlıkları da hatırlayarak savaşma azimleri kırılmış ve harpten çekinmişlerdi. Bizans ise Arabistan’ı istîlâ fikrinden çoktan vazgeçmişti. Zîrâ Bizans imparatoru o esnâda Humus’ta kendi memleketinin iç meseleleriyle uğraşmaktaydı. Böylece Arabistan’ın istîlâ edileceği haberlerinin, hristiyan Gassânî Arapları’nın bir abartması olduğu anlaşıldı.

Ancak bu seferle İslâm ve Müslümanlar büyük bir izzet kazandılar. Arabistan’ın ku­zey hudutları tamâmen emniyet altına alındı. Eyle hükümdârı, Cerba ve Ezruh halkları, Meknâ Yahûdîleri Hazret-i Peygamber’den cizye karşılığı emân dileyerek Müs­lümanların himâyesine girdi

İslâmiyetin kökleşmesiyle birlikte Medîne ve Mekke’den ayrılan Ebû Âmir Fâsık adında Hazrecli bir hristiyan, Bizans’a sığınmış, durmadan münâfıkları kışkırtıyordu. Bu fesat kazanının irtibat noktası olarak da Kubâ Mescidi’nin biraz aşağısında bir mescid inşâ et­mişlerdi. Bu, meşhûr Dırâr Mescidi idi...

Yapmayı düşündükleri bir suikast için de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, Tebük Seferi’nden önce buraya dâvet etmişler, ancak O’nun:

“–Sefer dönüşünde inşâallâh!” demesi üzerine İslâm ordusunun dönüşünü bekle­meye başlamışlardı.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye bir konak mesâfesi yaklaştıklarında, Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve zâhirde bir mescid olarak kurulan bu fitne yuvasının içyü­zünü haber verdi. Böylece, mescide karşı mescidle, dîne karşı dîni kullanmakla Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, dolayısıyla bütün Müslümanlara karşı münâfıklar tarafın­dan hazırlanan bu tuzak, maksadına ulaşamadı. Çünkü Cenâb-ı Hak, açık bir şekilde bu hakîkati bildirmekteydi:

“(Münâfıklar arasında) bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allâh ve Rasûlü’ne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve; «(Bununla) iyilikten başka bir şey isteme­dik!» diye mutlakâ yemîn edecek olanlar vardır. Hâlbuki Allâh, onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder. (Ey Rasûlüm!) Onun içinde (Dırâr Mescidi’nde) aslâ namaz kılma! İlk günden takvâ üzerinde kurulan mescid içinde (Kubâ Mescidi’nde) namaz kılman elbette daha doğ­rudur. Onun içinde temizlenmeyi sevenler vardır. Allâh da temizlenenleri sever.” (et-Tevbe, 107-108)

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, emr-i ilâhî mûcibince hareket etti ve Medîne’ye vardıklarında Dırâr Mescidi’ni yaktırdı. 

Bu sefer mesele sâdece nifakla kalmamış, açıkça bir tuzak ve komplo mâhiyetini almıştı. Bu sebeple münâfıkların maskesinin yırtılması ve mescid diye yaptıkları hîle evinin yıkılması lâzımdı.

2. Muhafız Sütunu ( Muharres Direği) 

Hz. Ali ve emrindeki sahabeler Hz. Peygamberi korumak için burada otururlardı. Hz. Ali, Peygamber efendimizin özel muhafızlığını yapardı. Hz.Ali ile ilgili hatıralar taşıyan bu sütuna Ali Sütunu da denilir. Maide Suresinin 67. ayeti nazil olunca Rasulullah Efendimiz evinden çıkmış ve müminlere "Ey insanlar beni korumak için bir daha buraya gelmeyin, bundan böyle beni Allah (CC) koruyacaktır" demiştir.

3. İtikaf Sütunu

Hz. Peygamber Efendimizin itikafa girdiği yerdir. Peygamberimizin İtikafa girdiği bu yere Serir Sütunu da denir.



4. Tevbe Sütunu (Ebu Lubabe Direği)

Hendek savaşında Mekkeli müşrikler Müslümanlarla savaşmak için Medine’yi kuşatmışlardı. Medine’de yaşayan Yahudi Beni Kureyza kabilesi Medine’yi savunmak için Müslümanlar ile anlaşma yapmışlardı. Yahudiler savaş başladıktan sonra Müslümanlarla anlaşma yapmalarına rağmen hainlik yaparak Mekkeli müşriklerle işbirliği yaptılar.

Hendek savaşının sonunda Müslümanlar galip gelince Hz. Peygamber Yahudilerin bu tutumuna çok kızdı ve bunlara ceza verilmesini istedi. Yahudiler kendilerine nasıl bir ceza verileceğini öğrenmek için sahabeden Ebu Lubabe ile istişare yaptılar. Bu ara Ebu Lubabe farkında olmadan kendilerine nasıl bir ceza verileceği gibi bazı önemli bilgileri Yahudilere söyledi.

Ebu Lubabe birden hata yaptığını ve Hz. Peygambere ihanet ettiğini anlayınca Mescidi Nebeviye geldi ve kendisini bir direğe bağlayarak Allah tarafından tövbesi kabul edilene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğine dair yemin etti.

ALLAH (CC) 7 gün sonra Ebu Lubabenin tövbesini kabul etmiştir ve bu konu ile ilgili Enfal Suresi 27. ayeti nazil oldu. Bunun üzerine bizzat Hz. Peygamber Ebu Lubabeye tövbesinin kabul edildiği müjdesini vererek iplerini çözdü.

5. Hz. Ayşe Sütunu (Muhacirin Direği)

Hz. Ayşe validemizin bildirdiğine göre Hz. Peygamber burası Mescidi nebevinin en önemli noktalarından biridir demiştir.

Hz Ayşe’nin rivayet ettiği bir başka hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur. "Mescidimde bu sütunun yanında bir yer vardır ki, insanlar onun faziletini bir bilselerdi orada namaz kılabilmek için aralarında yarışırlardı’’

Ayrıca Mekke’den gelen muhacirler burada toplanır ve bir araya gelirlerdi. Onun için buraya Muhacirin Sütunu da denir.



6. Muhallaka Sütunu (Ağlayan Kütük)

Peygamber mihrabının bitişiğindeki sütundur. Mescidi  Nebevi, ilk inşa edildiği zamanlarda Peygamber efendimiz hutbesini buradaki bir hurma kütüğüne dayanarak okuyordu. Bu kütük yıllarca Sevgili Peygamber(sav)’in sesini ve nefesini dinlemişti.

Mescide Cuma namazını kılmak için gelenlerin sayısı günden güne artmaktaydı. Cemaatten birisi Peygamber Efendimize

-Ya Rasulullah! Cemaat gün geçtikçe daha da artıyor. Arka tarafta namaz kılanlar seni görmekte ve sesini duymakta zorluk çekiyorlar. Dilerseniz size bir minber yapalım. Siz de onun üzerine çıkarak cemaate seslenin.

Hz.Peygamber bu fikre sıcak baktı ve sonraki cumaya üç basamaklı bir minber yapıldı.Hz.Peygamber hutbe okumak üzere minbere çıktığı esnada mescidin içerisinde ağlama sesine benzer bir inilti duyulur.

Herkes mescidde  iniltinin nereden geldiğini ararken bu iniltilerin hurma kütüğünden geldiği fark edilir. Belliki kuru hurma kütüğü bile onun ayrılığına dayanamamıştır. Bunun üzerine Sevgililer Sevgilisi(sav) minberden iner, o kütüğün yanına gelir, okşar, teselli eder ve cennette dikilip sonsuza kadar müminlere hurma verecek bir ağaç olacağını müjdeler. Kütüğün inlemeleri yavaş yavaş azalır ve susar...


Peygamber Efendimiz sas Medine'ye hicret ettiğinde devesi Kusvâ'yı kendi haline bırakılmıştır ve deve Ebu Eyyub el Ensari Hazretlerinin evinin önüne çökmüştür. Daha sonra tekrar kalkarak az ilerideki boş araziye bir kez daha çökmüştür. Devenin ilk çöktüğü yerde tam 7 ay misafir olmuştur. İkinci çöktüğü araziyi ise Hz. Ebubekir sahiplerinden satın alıp oraya Mescid-i Nebevi ile Efendimizin eşlerine ait olan hücreyi saadet inşa edilmiştir.
Peygamberimizin doğumundan yedi asır önce Yemen hükümdarı Tubba, Medineyi işgal için yola çıktı. Medineye geldiğinde oradaki Yahudi âlimleri kendisiyle konuşup Medineyi işgal etmemesi için onu uyardılar. "Medine korunmuş bir şehirdir. Orayı işgal edemezsin" dediler. Gerekçe olarak da "Son Peygamberin Medineye yerleşeceği" bilgisini gösterdiler. Bu bilgi Tubbanın dikkatini çekti. Yahudi âlimlerle uzun uzun konuşup Peygamberimizin geleceği hakkında bilgi aldı. O denli etkilendi ki Medinede Peygamberimizin yerleşmesi için bir ev bile yaptı. Kendisine bilgi veren bu din adamlarına da birer ev ve cariye verdi. Sonra da uzun bir mektup yazdı. Mektubu altın mühürle mühürleyip bu bilginlerden en güvendiğine teslim etti.Tubba bu mektubu teslim ettiğinde şöyle vasiyet etti. Ben bu peygamberin hangi asırda geleceğini bilmiyorum. Her biriniz kendi çocuğuna bu mektubu ulaştırsın. Nesilden nesile aktarılacak bu mektup mutlaka o peygambere ulaşacaktır.
Tubba mektubu teslim ettikten sonra Yemene geri döndü. Ama kalbi ve aklı Medinede kaldı.
Kaderin çok garip bir cilvesidir ki, Hz. Peygamberin Medinede 7 ay boyunca misafir olarak kaldığı Eyyüp Sultanın evi, tam 7 asır önce Tubbanın Peygamberimiz için inşa ettiği o evdi. Hz. Peygamberden 7asır önce inşa edilen o eve gelecek ve haberi olmadan o evde misafir kalacaktır. Yüce Rabbımızın o kadar garip ve hikmetli işleri var ki, hangi beşeri hesap veya proje bu hesabı hesap edebilir.Tubbanın milattan 200 sene önce yazdığı yedi asırlık mektup şöyleydi: "Şehadet ederim ki Hz. Ahmed Allahın Peygamberidir. Şayet ömrüm olur da Ona ulaşırsam Onun yardımcısı veya amcasının oğlu gibi olurum. Onun yanında yer alırım. Onun düşmanlarıyla savaşır, yükünü hafifletirdim."
Mektup 7 asır önce yaşayan bir kralın imanını konu alıyordu. Gözünün önündekini göremeyen Ebu Leheb ve benzerlerinin hali ile, yedi asır öncesinden Hz. Peygamberi gören bu kişi arasındaki fark ne kadar büyüktür. Tubba 7 asır önceden imanını ilan ediyordu.

Cebrail 'in as Dıhhetü'l Kelbi suretinde mescide geldiğinde kullanılan kapı Cibril kapısıdır.
Ashabı Suffeye açılır Ebu Hureyre'nin bulunduğu nice sahabe yetişmiştir.

Peygamber Efendimizin sas babası Abdullah'ın mezarı erkekler girişi 5 numaralı kapıdan girişte 2 sütun ilersindedir şu mezar olmasa da yeri odadır.

Melik Fad kapısında 21.nolu kapıdan girdiğinizde solda 1242 nolu ayakkabılık orası  Beyruha Kuyusunun olduğu yer. Oralar hep hurmalık bahçe imiş.




2.GÜN ; MESCİD-İ NEBEVİ + MESCİDLER 

Secde Mescidi ; Peygamber Efendimiz sas geceleri zaman zaman evinden dışarıya çıkar ve ıssız yerlere giderek Rabbine ibadet edermiş. Bir gün Efendimiz sas Secde Mescidin olduğu yere gelmiş ve namaza durmuş. Arkasında onu gizlice takip eden Abdullah bin Avf (ra) varmış . Peygamberimiz secdeye gitmiş ama dakikar geçmesine rağmen doğrulmamış Abdullah bin Avf iyice endişelendiği zaman kalkıp selam vermiş arkasındaki kişinin kim olduğunu sormuş.Uzun secdenin sebebini sorunca O da bana Cibril geldi ve şu müjdeyi verdi: “Allah (c.c) sana kim salat ederse ben de ona salat ederim, kim selam verirse ben de ona selam veririm” buyuruyor deyince, “Ben de Allah’a şükür secdesi yaptım.” buyurdular. Bu mescide şükür mescidi de denir.

Gamame Mescidi / Hz.Ebubekir Mescidi / Hz. Ömer Mescidi / Hicaz Demiryolu ; 

¹⁹ Bedir Savaşı ( Hicri 2.yılı ) 

Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi oruç tutmak size de farz kılındı. Umulur ki böylece günah ve fenâlıklardan korunursunuz. (Bakara 183) Ayetleri nazil olmuş ilk defa oruç farz kılınmıştı tam o zamanlar daha 8 gün geçmişti ki hicretin ikinci yılı (M.624) Ramazan ayında Ebu Süfyan reisliğindeki büyük bir Kureyş kervanının Şam’dan Mekke’ye dönmekte olduğunun haber alınması üzerine, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam bu kervandaki malları ganimet olarak almak için bir ordu toplayalamaya karar verdi. (Amberiye Garı içindeki mescid ) Bu orduda, çeşitli vazifelerle civara gönderilenler hariç, 305 kişi vardı. Bunların 64’ü Muhacirlerden, kalanı Ensardan (Medineli Müslümanlardan) idi. Orduda üç at, 70 deve mevcuttu. Develere nöbetleşe binerek ilerlerlerdi. 
Bu arada, İslam ordusunun kervanı üzerine gelmekte olduğunu öğrenen Ebu Süfyan bir taraftan yolunu değiştirirken, diğer taraftan Zamzam İbni Amril-Gaffar’ı ücretle tutarak, Mekke’ye haber vermeye ve imdad istemeye gönderdi.Zamzam’ın; “Ey Kureyş, çabuk yetişiniz! Yoksa Şam kervanı Müslümanların eline düşer ve bütün malınız gider!” diyerek feryad etmesi üzerine, çekişmeyi bırakarak derhal bir ordu topladılar. Hemen hemen hepsi atlı veya develi olan bu ordunun 1000 kişiye yakın olan mevcudu, o zamanın ileri harp aletleri ile silahlanmıştı. Ebu Leheb ve Ebu Süfyan hariç, Kureyş’in bütün ileri gelenleri orduya iştirak ederek silah, malzeme ve mühimmat ile desteklemişlerdi. Bu ordu yoldayken, Ebu Süfyan’ın kervanı sahil yolundan sağ salim Mekke’ye getirdiği haber alınınca geri dönmek isteyenler olduysa da, Ebu Cehil’in korkaklık ve kaçmakla itham ederek ağır hakaretlerde bulunması üzerine mecburen yollarına devam ettiler.
Bu arada Peygamber efendimiz de, Mekke’den hareket eden büyük bir ordunun kendilerine karşı gelmekte olduğunu öğrendi. Kervana el koymak için yola çıkmış bulunan İslam ordusunun ileri gelenleri ile Medine’ye dönmek veya dönmemek hususunda istişare etti;
Cesaretiyle ünlü Mikdâd’ın Bedir Gazvesi’nde Resûlullah’ın yanına gelerek, “Biz İsrâiloğulları’nın Mûsâ’ya, ‘Sen ve Rabbin gidin ve birlikte savaşın, biz burada oturacağız’ (el-Mâide 5/24) dediği gibi demeyeceğiz. Senin dört bir yanında savaşacağız” dedi ve Hz. Peygamber’in bu sözlerden çok memnun oldu.
Ensarın fikirlerini sordu. Bunun üzerine söz alan Sa’d ibni Muaz (Evs kabilesinin reisi, muhacirler arasında Ebubekir Sıddık (r.a.) ne makamda idiyse, o da Ensar arasında o makamın sahibi ) ; “Yâ Re­sû­lal­lah! Biz sana iman ettik ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin şeyin de hak olduğuna şehadet ettik. Seni dinlemek ve itaat etmek üzere de kesin vaatlerde bulunduk. Nasıl bilirsen öyle yap. Biz seninle beraberiz. Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, biz de peşinden dalarız! Bizden hiç kimse geri kalmaz. Biz düşmana karşı gitmekten çekinmeyiz, harpte geri kalmayız. Allah’ın bereketiyle yürüt bizi.” şeklindeki sözleriyle Ensarın sadakat ve samimiyetini dile getirdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz de fevkalade memnun olarak, İslam ordusuna Bedir kuyularına doğru hareket emrini verdi.
Ramazan ayının on yedinci Cuma günü sabahleyin yağan şiddetli yağmur, su sıkıntısını giderip sel olup aktı. İslam ordusu Bedir kuyularının en nihayetindeki kuyunun önünde toplandı. Peygamber efendimiz için hurma dallarından bir gölgelik yapıldı. Bedir’de karşı karşıya gelen bu iki ordunun askerlerinin pekçoğu birbirleriyle çok yakın akraba idiler. Kardeşlerden biri bir tarafta, diğeri öbür tarafta; baba bu yanda, oğul öbür yanda; amca yeğene, yeğen amcaya karşı savaşmak için hazır bekliyordu.
Kureyş ordusundan Utbe ibni Rebia, bir tarafına biraderi Şeybe’yi diğer tarafına oğlu Velid’i alarak, İslam ordusundan er diledi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; “Kalk ya Ubeyde, kalk ya Hamza, kalk ya Ali.” diyerek, Ubeyde’yi Utbe’nin, Hamza’yı Şeybe’nin ve hazret-i Ali’yi Velid’in üstüne gönderdi. (Hazret-i Ubeyde, o tarihte 63 yaşındaydı.) Kısa bir vuruşmadan sonra üç Kureyşlinin üçü de öldürüldü. Ayağından ağır yaralanan Ubeyde ise harpten sonra Medine’ye dönerken yolda şehid oldu. Bu teke tek vuruşma esnasında hazret-i Ebu Bekr Kureyş ordusu içinde oğlu Abdurrahman’ı görerek meydana çıkıp onunla çarpışmak için izin istediyse de, Peygamberimiz; “Ya Eba Bekr! Bilmez misin ki, sen benim, görür gözüm ve işitir kulağım yerindesin.” diyerek müsade etmedi.
Bundan sonra iki taraf saflar halinde birbirine karşı yürümeye ve oklar atmaya başladılar. Bu sırada Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, kendi için hurma dallarından yapılan gölgelikte (Ariş Mescidi ) ; Yarabbi bana zaferini eriştir Allah'm bana vaadini ulaştır eğer bu bir avuç iman edenleri helak edersen yeryüzünde sana kulluk edecek kimse kalmayak ” diye yalvarıp dua ederken, tepelerden önce 1000 sonra 3000 sonra 5000 melekler iniyor sarı sarı sarıklarla inerken gören Efendimiz heyecanlanıp Ebu Bekir dönüp işte Allah'ın vaadi geliyor diye müjdeyi veriyor. Bedre katılan melekler diğer meleklerden üstün tutulmuştur. Niye Sarı renk ? Sarı rengin iç açıcı, sevinç verici bir özelliği bulunduğu hikmetiyledir. Sarı renkte sevinç veren bir özellik bulunduğu, Bakara 69. Ayette geçen “bakanlara sevinç veren sarı renkli..” ifadesinden anlaşılmaktadır. 
Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O hâlde Allah’a karşı gelmekten sakının ki şükretmiş olasınız. 
Hani sen mü’minlere, “Rabbinizin, indirilmiş üç bin melek ile yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.
Evet, sabrettiğiniz ve Allah’a karşı gelmekten sakındığınız takdirde; onlar ansızın üzerinize gelseler bile Rabbiniz nişanlı beş bin melekle size yardım eder.
Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Yardım ve zafer ancak mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah katındadır. ( Ali İmran 123-126) 
Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da, “Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum” diye cevap vermişti.
Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. ( Enfal Suresi )
Allahım bize de vaadini eriştir.Bize de zaferini İslam'ın aleyhine toplanan güçleri yerle bir eyle.Kafirleri yerle bir eyle.Zalimleri sana havale ediyoruz.Ey melekler üzerine melekler gönderen Rabbim bize zaferine eriştir . Bedirde nasıl sahabini sevindirdiysen şu darmaduman olmuş müminlerini sevindir Allah'ım.Bedir'e indirdiğin şu ruhu bize de indir Doğu Türkistan'a , Kudüs'e Bedirler yaşat Allah'ım. Memleketimize Bedirler yaşat Allah'ım.Bedir de indirdiğin yardımı bizim üzerimize de indir Allah'ım.Bedir ashabının yolundan son nefesimize kadar yürüt Allah'ım. 🤲
Bu arada hazret-i Abdurrahman ibni Avf’ın sağ ve solunda yer alan iki genç Müslüman, ondan kendilerine Ebu Cehil’i göstermelerini istediler. Bunlar, Medineli Afra Hatun’un oğullarından Muaz ve Muavvez isimli, Ebu Cehil’i öldürmek için Allah’a söz vermiş iki fedai kardeş idiler. Kureyş ordusunun içinde etrafını saran Beni Mahzum kabilesi savaşçılarıyla birlikte, “Anam beni bugün için doğurmuştur.” diye bağırarak Mekkelileri gayrete getirmeye çalışan Ebu Cehil’i, Abdurrahman ibni Avf’ın (radıyallahü anh) işaretiyle tanıyarak derhal oraya koştular ve üst üste yaptıkları hamle ve hücumlarla yere serdiler. Bir miktar daha harb edip, birçok düşmanı öldürdükten sonra kendileri de şehid edildiler. O esnadaPeygamber efendimizin; “Kim bize Ebu Cehil’den bir haber getirir?” diye sorması üzerine, muharebe meydanına koşan hazret-i Abdullah ibni Mes’ud, Ebu Cehil’i ölmek üzereyken buldu ve sakalından tutarak boynuna bastı. Müslümanların en azılı düşmanı olan Ebu Cehil, o durumda bile kendi ölümünü bir kenara bırakarak, “Hangi taraf üstün.” diye sordu. “Nusret ve üstünlük Müslümanlardadır.” cevabını alınca bütün kinini dile getirerek; “Efendine (hazret-i Muhammed’e) söyle ki, şimdiye kadar O’nun düşmanı idim. Şimdi düşmanlığım bir kat daha arttı!” deyince, başı kesilerek Peygamber efendimize getirildi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; “Bu ümmetin Fir’avn’ı iştebudur.” diyerek Allahü tealaya şükürler etti.Savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı. Ebû Cehil dâhil 70 ölü 70 esir bırakıp kaçtılar. Müsümanlar 14 şehid verdiler. 
Seyyidünâ Harise bin Süraka el-Hazrecî.
Seyyidünâ Zü’ş-Şimaleyn İbn-i Abd Amr el-Hazrecî.
Seyyidünâ Rafi İbnü’l Mual el-Hazrecî.
Seyyidünâ Sa’d İbn-i Hayseme el-Evsî.
Seyyidünâ Safvan İbn-i Vehb el-Muhacirî.
Seyyidünâ Âkil İbnü’l Bükeyr el-Muhacirî.
Seyyidünâ Ubeyde bin Haris el-Muhacirî.
Seyyidünâ Umeyr İbnü’l Hümam el-Hazrecî.
Seyyidünâ Umeyr İbn-i Ebî Vakkas el-Muhacirî.
Seyyidünâ Avf İbnü’l Hâris el-Hazrecî.
Seyyidünâ Malik Mübeşşir bin Abdi’l Münzir el-Evsî.
Seyyidünâ Muavviz İbn-i Haris el-Hazrecî.
Seyyidünâ Mihca İbnü’s Salih Mevlâ Ömer İbn-i Hattab el-Muhacirî.
Seyyidünâ Yezid İbnü’l Hâris el-Hazrecî, Radıyallahü anhüm ecmaîn.

Bedir'in sevinciyle Medineye dönen Efendimizi maalesef kötü haber karşılamıştı. Biricik kızı Rukiye annemiz Hz.Osman'ın eşi vefat etmişti. 
Medine de hapishane olmadığı için 70 esiri her birini evlere dağıttı ve nerdeyse hepsi evdeki yaşantılarından etkilenip müslüman olmuştu. Acaba şu an olsa bizim evlerden etkilenip müslüman olurlar mıydı ? 
~Aişe annemizle nişanlı olan Efendimiz Hicretin 2. yılı Şevval ayında (iki bayram arasında) evlendi 
~Hz. Peygamber’in hicretten sonra Medine’deki Arap ve yahudi kabileleriyle yaptığı, barış içerisinde birlikte yaşama anlaşmasına (Medine Vesikası) Benî Kaynukā‘lılar Benî Hazrec’in müttefiki olarak katılmışlardı. Ancak müslümanların Bedir Gazvesi’nde kazandıkları başarı onları rahatsız etti ve taşkınlık yapmaya başladılar. Beni Kaynuka Yahudi zenginlerindendi Mekkelilerde zengindir iş arkadaşlarının yenilmesi rahatsız etmişti. O sırada gerginlik sürerken alışveriş için Benî Kaynukā‘ çarşısına giden müslüman bir kadının tâcize uğraması ve çıkan olayda karşılıklı kan dökülmesi anlaşmanın bozulmasına sebep oldu . Hz. Peygamber, hicretten yirmi ay sonra şevval ayının ortasında Benî Kaynukā‘ın mahallesini kuşattı ve on beş gün sonra teslim aldı Kabilenin Medîne’den sürülmesini emrettiler. Kendileri Şam’daki Ezruât’a gittiler, malları da ganimet olarak ashâb-ı kirâma taksim edildi.Yahûdilerinin sürülme sebebi, İslâm’ı kabul etmemeleri değil, yaptıkları düşmanlıklar, Medîne’de emniyeti ihlâl etmeleri ve Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in onlarla birlikte selâmet içinde bir hayat yaşamanın imkânsızlığına kanaat getirmesi idi.
~Hicretin 2.yılında Zilhicce ayında Efendimiz Hz.Fatıma ile Hz.Ali'yi evlendirmiştir.Ve 1 yıl geçmeden Hz.Hasan doğmuştur.
~Kâ’b bin Eşref, muhteris bir Yahudî, meşhur bir şâirdi. Bilhassa muhteşem Bedir muzafferiyetinden sonra, kıskançlık ve düşmanlığından Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ve Müslümanları hicveder dururdu. Mekke’ye giderek de müşrikleri Müslümanlara karşı tahrik eder, Bedir’de öldürülen müşrikler için mersiyeler düzerek, onların intikam ve düşmanlık hislerini kabartmaya çalışırdı. Medine'de ise Müslümanların kız ve hanımlarına dil uzatacak kadar küstahlık yapardı. Muhammed b.Mesleme hicri 3.yılında Ka'b bin Eşref Kalesi olarak geçen yerde onu öldürmüştür. O zamanın şiiri bugünün medyası idi medyanın insan üzerindeki etkisi bilen Efendimiz buna önlem almıştı. 

²⁰ Gamame Mescidi 

Hicretin 2.yılından itibaren müminlere 2 bayram müjdesi verilmiştir. Efendimiz bayram günü Musalla da müminleri toplamıştır ki herkes sevinci bir arada yaşasın. Kadın erkek çoluk çocuk yaşlı genç bütün Medinelileri burada toplar bayram namazını burada eda edermiş. Allah Resûlü'nün musallâya giderken ve gelirken farklı yollar kullanırmış. Mescidül Gamame de Efendimiz 6 kurban bayramı burada 2 kurban kesmiştir. Bir tanesi Muhammed ve Ehli Beyti için diğerini ümmetimden kurban kesemeyenler için niyet edermiş. 2 kere yada 3 kez yağmur duası içinde de burada yaşlı genç herkesi toplamıştır. Daha Mescidi Nebevi ye varmadan bardaktan boşacalarsına yağmur yağarmış. Hz. Ebubekir Hz. Ömer Hz. Ali mescidleri de hilafetleri döneminde aynı niyetle burayı kullanmışlardır. 
Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bayram namazı ve yağmur duası için buraya çıktığı zaman kendisini bir bulutun gölgelemesi sebebiyle sonraki dönemlerde Gamâme Mescidi adıyla meşhur olmuştur.
Allahım senin peygamberinin yağmur duası için ellerini kaldırdığı yerdeyiz senin peygamberinin bayram namazının kıldırdığı Musalladayız senin peygamberinin izinden giden 4 halifenin yalvarıp dua ettiği göz yaşı döktüğü yerdeyiz biz de ellerimizi sana Ümmeti Muhammed için açtık.Yarabbi Ümmeti Muhammede iman selâmetine eriştir. Burada açılan elleri boş çevirmedin bizim ellerimizi de boş çevirme .Maddi ve manevi sussuzluklarımızı gider Yarabbi. 🤲

↓ 28 DK YÜRÜME

Cennetül Baki ; 



Hak yolunda yılmadan çalışan, hayırlı islerde devamlı fedâkârlıklar gösteren Osman İbni Maz'un (r.a.) hicretten otuz ay sonra ebedî aleme göçtü. O sırada müslümanların henüz bir kabristanı yoktu. Efendimiz Medine etrafına çıktı ve Bakî' ile emrolundum buyurdular. Osman İbni Maz'un (r.a.) Medine'de ilk vefat eden sahabî ve Bakî kabristanligina defnedilen ilk muhacir oldu.Techiz ve tekfin hazırlığı sırasında İki cihan Güneşi Efendimiz alnından öperken gözyaşlarını tutamadı ve "Ey Ebû Sâib!.. Allah sana rahmet etsin!. Dünyadan çekip gittin... Ama ne sen ona iltifat ettin, ne de o sana..."buyurdu. Defnedildikten sonra da: "O bizim ne iyi selefimizdir..." dedi ve kabrinin başına bir tas dikti. Ondan sonra birisi vefat edince "nereye defnedelim" diye sorulunca Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimiz "Selefimiz Osman İbni Maz'un'un yanına" cevabini verirlerdi. ( Peygamber Efendimiz 'in oğlu İbrahim mezarının yanı ) Cenab-i Hak şefaatlerine nâil eylesin. Amin

Taş duvarla çevrili yer Uhud şehitliğinin olduğu yer. 
İlerde Cennetül Bakinin sonuna doğru iki mavi levhanın arasında mahzun şekilde tek mezarda yatan sahabe Hz.Osman.
Peygamber Efendimizin süt annesi Halime diye gösterilen yer yanlış Ümmü Eymen annemiz olması daha büyük ihtimal Hz. Osman kabrinin yan tarafında üst tarafta ise annemden sonra annem dediği Fatıma binti Esed annemiz yatmaktadır. 
Kadınlar Cennetül Bakiye giremiyor. 




↓ 14 DK YÜRÜME

İCABE MESCİDİ

ResuI-i Ekrem ashabından bir grupla birlikte Beni Muaviye Mescidi'ne uğramış, iki rek'at namaz kılmış ve ardından uzunca bir süre dua ettikten sonra ora­da bulunanlara şunları söylemiştir: "Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rab­bimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini iste­dim, onu bana verdi. Ondan ümmetimi suda boğa­rak helak etmemesini diledim, onu da verdi. Fela­ketlerini kendi aralarında vermemesini (tefrikaya düşmemelerini) kendi içinde bölmemesini, bir birine düşürmemesini diledim, bunu bana vermedi" . Resulullah'ın duasının Cenab-ı Hak tarafından kabulü dolayısıyla bu cami Mescid-i ıcabe diye anılmıştır.

Hicretin 9. (631) yılında Medine'ye gelen Necran heyeti ile Hz. Peygamber efendimiz (sallallahu Aleyhi vessellem) arasında hristiyanlık konu­sunda tartışma meydana gelmiş, nazil olan ayet (Al-i imran 3/61)

Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki ‘’Sana gerçek bilgi geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında münâkaşa ederse onlara de ki: “İddianızda samimi iseniz gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı, öz nefislerimizi ve öz nefislerinizi çağıralım, sonra gönülden dua edelim de Allah’ın lânetinin yalancılar üzerine inmesini dileyelim.” bu ayet doğrultusunda Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) yanına Hz. Ali. Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i alarak Necran heyetinin yanına gitmiş ve ilgili ayetleri okuyarak kendilerini Mescid-i icabe'nin bulunduğu yerde mübaheleye (beddua) davet etmişti. Ancak Necran­Iılar Hz.Muhammed'in (sallallahu aleyhi vessellem) peygamber olma ihtimalini göz önüne alarak buna cesaret edememişlerdi. Bu olay sebebiyle adı geçen cami "Mescid-i Mübahe­le" Mülâane diye de anılır.


3.GÜN ; UHUD + KIBLETEYN + YEDİ MESCİDLER

UHUD ŞEHİTLİĞİ 



²¹ Hicri 3.yıl

Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle Uhud’dan söz etmiş, “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” demiştir . 
Mekke'nin itibarı, Bedir'in intikamı ve kervanlarının güveni için Ebu Süfyan yakasına Mekkeliler yapıştılar. 3000 kişilik ordu topladılar . Kocalarını teşvik etmek ve onların yanında savaşmak üzere kadınlardan da orduya katılanlar oldu. 
Ordu hazırlığı yapıldığına haber alan Efendimiz düşmana nasıl karşılık verileceği hususunda sahâbîlerle istişare etti. Kendisi gördüğü bir rüya üzerine Medine’de kalınmasını, kadınların ve çocukların kalelere yerleştirilerek savunma savaşı yapılmasını tercih ettiğini belirtti. Özellikle Bedir Gazvesi’ne katılamayan gençler ve Hz. Hamza, Sa‘d b. Ubâde, Nu‘mân b. Mâlik düşmanla şehir dışında savaşılmasında ısrar ettiler. Resûl-i Ekrem yenilgiye uğramalarından endişe duyduğunu bildirmesine rağmen çoğunluğun görüşüne uyularak karar verildi. Hz. Peygamber cuma namazının ardından bir konuşma yaparak sabırlı oldukları takdirde zafer elde edeceklerini ifade etti. İkindi namazından sonra hazırlıklarını tamamlayan müslümanlar Mescid-i Nebevî’de toplanmaya başladılar. Daha önce meydan savaşı için ısrar edenler evinden dışarı çıkan Resûlullah’a tutumlarından dolayı pişmanlıklarını belirttiler ve savaşın nerede yapılacağı konusunda kendisinin karar vermesini istediler. Resûl-i Ekrem onlara şöyle dedi: “Bir peygamber zırhını giydikten sonra Allah onunla düşmanları arasında hüküm verinceye kadar çıkarmaz. Eğer sabreder ve görevinizi yaparsanız Allah zaferi size ihsan edecektir
 
Rasûlüm! Hatırla o zamanı ki sen, mü’minleri Uhud’da savaş mevzilerine yerleştirmek üzere sabah erkenden ailenden ayrılıp yola çıkmıştın. Allah her şeyi hakkiyle işiten, kemâliyle bilendir. (Ali İmran 121) 

Yoldayken Abdullah b. Übey ( Hazrec Kabilesi Reisi Münafık ) “Ben meydan savaşına taraftar değildim. Muhammed çoluk çocuğun sözüne uydu, bizim sözümüze itibar etmedi” diyerek 300 kişilik taraftarıyla birlikte ordudan ayrılıp Medine’ye döndü.

Kendileri evlerinde oturup savaştan geri kaldıkları yetmiyormuş gibi, üstelik savaşıp şehit düşen kardeşleri hakkında da: “Sözümüzü dinleselerdi öldürülmezlerdi” dediler. Onlara de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, haydi ölümü kendi başınızdan savın da görelim!”( Ali İmran 168) 

Hz. Peygamber ordunun 3/1 gitmesine rağmen 700 kişiye düşen orduyu savaş düzenine koydu Uhud dağını arkasına alan Efendimiz en büyük sancağı Mus‘ab b. Umeyr’e verdi. Ve cübbesini çıkarıp Musab'a verirken öyle bir baktı ki Hz.Ebubekir zaten herşeyi anlamıştı. 
Abdullah b. Cübeyr kumandasındaki elli okçuyu Uhud dağının karşısında, ordusunun sol tarafında kalan, daha sonra Cebelürrumât (okçular tepesi) diye adlandırılan Ayneyn tepesine yerleştirdi. Çünkü karşıda 200 atlı süvari vardı her bir okçu 4 süvariyi devirebilirdi . 
Ve okçular kesin emir verdi biz ölsek ve yaban kuşları bedenlerimizi parçalamış olsa dahi bu mevkiden ayrılmayın. 
Savaş mübâreze ile başladı. Kureyş ordusundan ileri atılan ordu sancaktarı Talha b. Ebû Talha’yı Hz. Ali, Talha’nın ardından meydana çıkan kardeşi Osman’ı da Hamza öldürdü. Savaşın kızışmasıyla düşman ordusunun merkezine kadar ilerleyen müslümanlar yirmiden fazla müşriki katletti. Müşrik ordusunun sancaktarları ölmüş ve sancağı yerden kimse kaldıramamıştı.Müşrikleri darmaduman etmişlerdi sanki ikinci Bedir yaşanıyordu. Müslüman askerler, düşmanı savaş alanından uzaklaşıncaya kadar kovaladıktan sonra kesin galibiyet kazanıldığı düşüncesiyle ganimet toplamaya başladılar. Ayneyn tepesindeki okçuların çoğu da düşmanın bozguna uğradığını görünce ganimetten mahrum kalmamak için yerlerini terketti. Okçular savaşa katılabilmek için Medineli Yahudilerden faizle borç almışlardı ve o borcu ödeyebilmek için yerlerinden ayrılarak hata etmişlerdi. 
Bu sırada müslümanları arkadan vurmak için fırsat kollayan Hâlid b. Velîd harekete geçti. Yerlerinden ayrılmayan ve kendisini durdurmaya çalışan Abdullah b. Cübeyr ile on arkadaşını şehid ettikten sonra Ayneyn tepesinin doğusundan ilerleyerek İslâm ordusunun arkasına sarkan Hâlid b. Velîd ganimet toplamakla uğraşan müslüman askerler üzerine âni bir baskın yaptı. Bunu gören Kureyş ordusu da geri dönüp saldırıya geçti. İki kuvvet arasında kalan müslümanlar paniğe kapıldı. Bir kısmı silâhlarını bırakmış ve saflar bozulmuştu.

İşte o anda içinizden iki birlik gevşeklik gösterip geri çekilmeye yeltenmişlerdi. Halbuki Allah, onların yardımcısı ve destekçisiydi. Artık mü’minler, sadece Allah’a güvenip dayansınlar.
(Ali İmran 122) 

İki ordunun karşı karşıya geldiği o gün, içinizden arkasını dönüp savaştan kaçanlar var ya, yaptıkları bazı hatâlar yüzünden şeytan onları doğru yoldan kaydırmak istemişti. Yine de Allah onları affetti. Çünkü Allah, çok bağışlayandır, ceza vermede acele etmeyendir.( Ali İmran 155) 

Bedir’de düşmanlarınıza verdiğiniz iki misli zarar, Uhud’da kendi başınıza gelince: “Bu musîbet de nereden?” diye soruyorsunuz, öyle mi? Rasûlüm de ki: “Elbette kendi yaptıklarınız yüzünden!” Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.( Ali İmran 165) 

İbn Kamié buldum seni Muhammed deyip bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırıyor o sancağı bırakmak istemiyor ve yüzünü toprağa doğru gömüyordu biliyor ki öldürenler onu Resulullah zannediyor aman beni tanımasınlar diye uğraşıyordu vücuduna aldığı en son mızrak darbesiyle orada şehit düştü. Hz. Ali koşarak sancağı aldı .
Resûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehit olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:
"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve sonra şöyle buyurdu 
- Allah'ın Resûlü de şâhittir ki, siz kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda şehit olarak haşrolunacaksınız.
Daha sonra Mus'ab bin Umeyr'e kefen olarak bir şey bulunamamıştı. Mekke'nin en zengin iki ailesinden birinin çocuğu olan Mus'ab bin Umeyr'in örtünecek kefeni yoktu. Vücûdu kaftanı ile ve ayak tarafı da otlarla örtülmek sûretiyle defnedildi.

İbni Kamié Muhammed'i öldürdüm diye bağırmaya başladı ve bir anda bu haber herkese yayıldı kılıcını bırakanlar şaşkınlığından birşey yapamayanlar öylece kalakaldı. Hz. Enes bin Nadr elindeki kılıçla düşmana doğru koşuyordu. O esnada, bir grup Müslüman’ın bir kenarda oturduklarını gördü. “Ne oturuyorsunuz?” diye sordu. “Rasûlullah şehit edilmiş!” dediler. Hz. Enes, “Rasûlullah’tan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkınız, Rasûlullah’ın çarpışarak canını feda ettiği şey uğruna siz de canınızı feda ediniz!” dedi. Ve o can feda olmuştu ki kız kardeşi onu sadece ayak baş parmağından zor tanımıştı ceset paramparça olmuştu. 

Ebu Süfyan 'ın hanımı Hint , babası ve amcasının intikamını almak ve Peygamber amcasının, en iyi savaşçının şehit edilmesini görmek istiyordu. Bu iş için Vahşiye öğütler veriyor eğer öldürürsen tüm ziynetlerim senin olsun diyordu. 
Hz. Hamza aynı zamanda Bedir’de Cübeyr İbn Mut’im’in amcası Tuayme İbn Adiyy’i de öldürdüğünden, Cübeyr de amcasının intikamını almak istiyordu. Bunun üzerine Cübeyr, kölesi Vahşi’yi yanına çağırmış ve: “Şayet sen, benim amcama mukabil Muhammed’in amcası Hamza’yı öldürürsen hürsün” demişti. Bir köle için hürriyet, en önemli meseleydi ve Vahşi de ümitlenerek, hürriyetine kavuşacağı güne ulaşabilmek için Hz. Hamza’yı öldürmek için fırsat kolluyordu.Dakikalarca gözledi Hz. Hamza'yı önden vurmak ne mümkündü tam o esnada zırhının kalktığını görüp mızrağı arkasından fırlattı ve Hamza devrildi ciğeri sökülüp Hint'e getirildi ama intikam ateşi sönmeyen Hint; burnunun, kulaklarının kesilmesini, iç organlarının çıkarılmasını emretti. Şehitlerin efendisi tanınmayacak hale getirilmişti. Rabbinin yanına giderken dünyalık hiç bir şey almadı Hz. Hamza. Emanet edilen bedenini ve uzuvlarını Uhud’un toprağında bırakarak gitti. Peygamberimiz onu bu halde görünce öyle bir kedere kapıldı ki; acılı dudaklarından şunlar döküldü: “Amcam! Hayırlar işleyen Hamza, benim koruyucum olan Hamza! Sen akrabalık bağlarını korurdun, yetimlerin sahibiydin.”
Daha sonra başını kaldırdı mahzun Peygamber ve: “Vallahi gökte ‘Hamza Allah’ın Aslanı’ diye yazılıdır” dedi. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Hamza’nın paramparça olmuş bedenini kardeşi Safiye’nin görmesini istemedi. O ise gözyaşları içerisinde: “Bırak ya Rasulullah! Allah yolunda şehit olmuş kardeşimi son kez göreyim” dedi. Halası ile hüzünler ortak olup gözyaşları sel olmuştu. 

Sad bin Ebu Vakkas anlatıyor ; 
" Uhud günü çarpışmaların çok şiddetlendiği bir andı Abdullah İbni Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu , beni bir kayanın dibine çekti ve "Şimdi burada sen dua et, ben amin diyeyim. Ben dua edeyim, sen amin de...'" dedi. Ben de peki dedim. Ben şöyle dua ettim:
"Allah'ım! benim karşıma çok kuvvetli çetin birini çıkar. Onunla kıyasıya çarpışayım, onu öldüreyim ve gazi olarak geri döneyim." dedim. O da amin dedi. Sonra kendisi dua etmeye başladı ve şöyle yalvardı:
"Allah'ım! beni güçlü kuvvetli iyi vuruşan biriyle karşılaştır. Senin yolunda onunla kıyasıya vuruşayım ve onu öldüreyim. Sonra birisi beni şehit etsin, burnumu kulağımı kessin. Kanlar içinde senin huzuruna varayım. Sana kavuştuğumda. Sen bana "Abdullah! burnunu, kulaklarını ne yaptın'' diye sorasın. Ben de Ya Rabbi ben onlarla çok kusur işledim. Senin huzuruna getirmeye utandım. Senin ve Peygamberinin yolunda onlar kesildi. Toza toprağa bulanarak huzuruna geldim, diyeyim" dedi.
Böyle bir duayı kendisi istediği ve önceden söz verdiğim için ben de amin dedim. Daha sonra kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik. İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk. O yiğitçe çarpışarak düşman safları arasına daldı. Şehidlik özlemiyle hamle üstüne hamle yaptı. O kadar kahramanca çarpıştı ki, bir ara kılıcı kırıldı. Sevgili Peygamberimiz onu gördü ve hemen bir hurma dalı uzattı. Böylece savaşa devam etmesini istedi. O yiğit kahramanın elinde bu dal bir kılıç oldu, onunla vuruştu. Fakat kendisi de sayısız oklara maruz kaldı ve şehadet şerbetini içti. Kafirler onun cesedine hücum etti. Burnunu ve kulağını kesti. O, isteğine kavuşmuştu. Sevgili Peygamberimiz onu gözyaşları arasında "Şehidlerin Efendisi" Hazreti Hamza (r.a.) ile birlikte aynı yere defnetti.

Efendimizi her daim koruyan canla başla savaşan bir hanım sahabi de vardı Uhud Günü ne zaman sağıma, soluma baksam beni korumak için çarpışan Nesîbe’yi görüyordum.” buyurdu Efendimiz.
İbn Kamîe, Hz. Peygamber’in yanına kadar sokulup bir kılıç darbesiyle onu yüzünden yaraladı, aldığı darbenin etkisiyle Hz. Peygamber’in miğferi ikiye bölününce halkaları yüzüne battı.Ebu Ubeyde bin Cerrah dişleri ile o halkaları tutup çıkardı ama Allah yolunda 2 dişi kırılmıştı. Utbe b. Ebû Vakkās’ın attığı taşla alt dudağı yarıldı ve bir dişi kırıldı. Ebû Âmir’in savaştan önce kazdırdığı çukurlardan birine düştü ve diz kapakları yaralandı. O durumda bile, “Ey rabbim! Kavmime hidayet et, çünkü onlar gerçeği bilmiyor” diye dua etti. Bu topraklarda 70 şehidin kanı var 700 sahabenin kanı var ama en acısı Efendimizin kanı vardı. 

O esnada Resûl-i Ekrem’i gören Kâ‘b b. Mâlik, “Ey müminler, müjde! Resûlullah burada” diye haykırınca müslümanlar toparlandı. Hz. Peygamber, etrafında sahâbîler olduğu halde Uhud kayalıklarına çekildi. Bu sırada Ebû Süfyân ve arkadaşları kayalıklara doğru ilerlemeye kalkıştılarsa da müslümanlar attıkları taşlarla düşmanları uzaklaştırmayı başardılar. Savaş böylece sona erdi.
Ebû Süfyân, savaş alanından ayrılmadan önce Hz. Muhammed’in, Ebû Bekir ve Ömer’in sağ olup olmadığını merak ediyordu. Teker teker isimlerini söyleyerek seslendiyse de Hz. Peygamber’in emriyle kimse cevap vermedi. Bunun üzerine, “Eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi, üçü de ölmüş ve iş bitmiş” deyince Hz. Ömer dayanamayıp, “Yalan söyledin Allah’ın düşmanı! Saydıklarının hepsi sağdır ve buradadır” dedi. Ebû Süfyân’ın, “Savaş sırayladır; bugün Bedir Savaşı’na bedeldir” sözlerine mukabil Hz. Ömer, “Evet ama eşit değiliz. Zira bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz cehennemdedir” karşılığını verdi. Ebû Süfyân, “Gelecek yıl sizinle Bedir’de buluşalım ve savaşalım” diye meydan okuyunca Hz. Peygamber’in emriyle Hz. Ömer, “Olur, inşallah!” dedi. Bir yıl sonra Resûl-i Ekrem ashabıyla Bedir’e gelerek bir hafta boyunca Mekkeliler’i beklemiş, ancak Ebû Süfyân ve ordusu savaş yerine gelme cesareti gösterememiştir 

Size Uhud’da bir yara dokunduysa, biliyorsunuz ki Bedir’de de düşmanlarınıza benzeri bir yara dokunmuştu. Biz, bu gâlibiyet ve mağlubiyet günlerini insanlar arasında döndürür dururuz. Allah, gerçekten iman edenleri ortaya çıkarmak ve sizden şehitler edinmek için böyle yapar. Yoksa Allah, zâlimleri sevmez. ( Ali İmran 140)
 
Yoksa siz, Allah içinizden cihâd edenleri ve dâvası uğrunda sabredip direnenleri ortaya çıkarmadan kolayca cennete girivereceğinizi mi sandınız? ( Ali İmran 142) 

O mü’minler, savaşta bunca yara aldıktan sonra bile, Allah ve Rasûlü’nün tekrar savaşa dönme çağrısına uymuşlardı. İşte böyle güzel davranışta bulunanlarla, Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelmekten sakınanları âhirette büyük mükâfatlar beklemektedir. ( Ali İmran 172) 

Okçular tepesi korunmadığı zaman ne olduğunu gördük düşmanların nasıl paramparça ettiğini de gördük okçular tepenizi tespit edin ve Allah'ın size emanet ettiği o tepenize o mevzinize sahip çıkın bizim mevzilerimiz evlerimiz o tepelerinizi koruyun ki paramparça olmayalım tepenizi koruyun ki bu manada dağılmışlığımızı koruyalım mevzilerinize sahip çıkın ki düşmanı daha fazla sevindirmeyelim mevzilerinize koruyun ki düşman başka açıklar bulmasın.
Esselâmu aleyküm dâra kavmin mü'minîne. Ve İnnâ biküm lahikûne ve innâ lillahi ve inna ileyhi raciûne lekad esabtüm hayran becîlen ve sebektüm şerran tavilen.
“Ey mü’minler topluluğunun yurdu! Biz de size katılacağız. Biz Allah’a aidiz ve biz O’na tekrar dönücüleriz. Siz büyük bir hayra nail oldunuz, uzun bir şerri geride bırakıp gittiniz.” 
Esselâmu Aleyküm Ya Şüheda Uhud , Esselâmu Aleyke Ya Hamza bin Abdülmuttalip , Esselâmu Aleyke Ya Musab bin İbn Umeyr , Esselâmu Aleyke Ya Abdullah ibn Cahş , Esselâmu Aleyke Ya Şemmas ibn Osman Allah'ım sen selamlarımızı o muhterem Uhud Şehitlerine ulaştır . Hamza'nın bıraktığı sancağı taşıyacak liyakat ver bize Allah'ım. Musab bin Umeyr canı pahasına ödediği bu bedelleri anlayacak nazlanmadan risalet davasında meydana atılacak iman ver bize Allah'ım Abdullah ibn Cahş gibi işlediği günahların altında kefaretin ızdırabını duyacak bir iman ver bize Allah'ım. Şemmas bin Osman gibi Peygamber sevdalısı olmayı nasip et bize Allah'ım. Bu meydan nice yiğitleri gördü bizi ve neslimizi bu yiğitlerin yolundan yürümeyi nasip eyle Allah'ım. Bizim son nefesimize kadar şehitlerin şahitlerin bu mübarek insanların yolundan ayırma Allah'ım.🤲

²² Hicri 4. Yıl 

Uhud'dan bir gün sonrası ;
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Kendilerine yara isabet ettikten sonra yine Allah’ın ve Rasûlü’nün dâvetine icâbet edenler, bilhassa da içlerinden ihsân ve takvâ sâhipleri için pek büyük mükâfat vardır.” (Âl-i İmrân, 172)
Hz. Âişe (r.a), Zübeyr’in oğlu Urve’ye:
“‒Ey kız kardeşimin oğlu! Baban Zübeyr ile deden Ebûbekir, bu âyet­te bildirilen bahtiyar mü’minlerdendir” demiş ve şöyle devam etmiştir:
“‒Uhud günü Rasûlullah (s.a.v) sıkıntılar çekip yaralandığı ve müşrikler de geri dönüp gittikleri vakit Allah Rasûlü (s.a.v) onların tekrar Medine üzerine dönmelerinden endîşe ettiler. Ashâb-ı kirâma:
‒Onların peşinden kim gider! buyurdular.
Hemen onlardan yetmiş kişi bu dâvete icâbet etti ki içlerinde Ebûbekir ile Zübeyr de vardı.” 
Ordunun kalan kısmı da onlara katılarak sayıları 630 oldu. Allah Rasûlü (s.a.v) bu gazveye katılmak için bir gün evvel Uhud’da bulunma şartını koşmuşlardı.Müslümanlar yaralarının tedavisini bırakarak silâhlarını alıp toplanmaya başladılar.Resûl-i Ekrem, Hamrâülesed’de bulundukları beş gün boyunca müslümanların sayısını kalabalık göstermek ve düşmanın kalbine korku salmak için geceleri ateş yaktırdı. Yakılan 500 ateşin alevleri çok uzak mesafelerden görülebiliyordu.
 Gerçekten de geri dönmeyi konuşan düşman, Müslümanların geldiği haberini alınca yollarına devam ettiler. Allah Rasûlü (s.a.v) üç gün Hamrâül Esed’de kaldıktan sonra Medîne’ye döndüler.
Hamrâül Esed hamlesi, düşmanlara karşı Müslümanların kuvvet ve kudretini ortaya koydu. Düşmana gözdağı vererek “Müslümanlar, Uhud’daki yaralara rağmen hemen onun peşinden şehir dışına böyle askerî bir sefer düzenleyebiliyorlarsa, şehir içindeki yahûdî ve münafıklarla yüzleşmeleri daha kolay olur.” anlayışını yerleştirdi.

Reci Vakası; 
Medine civarında yerleşik Adal ve Karra adlarında iki kabile vardı. Bu kabilelerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber (s.a.s)'e müracaat ederek müslüman olmak istediklerini, kendilerine Kur'an-ı Kerim'i ve İslâm dinini öğretecek muallim ve mürşidler göndermesini istediler. Resulullah (s.a.s), İslâm'ın yayılması için hiç bir fedâkârlıktan kaçınmadığının bir göstergesi olarak, öğretmen isteyen kabilelere, Asım b. Sâbit başkanlığında on kişi gönderdi.
Uhud gazâsının has okçularından Âsım bin Sâbit hazretleri, bu gazâda müşriklerden Müsâf bin Talha ile kardeşi Hâris’i öldürmüştü. Anneleri çok kin gütmekle meşhur olan Sülâfe binti Sa’d, oğullarının ikisini öldüren Âsım bin Sâbit hazretlerinin başını getirene, 100 deve vereceğini vaad etti. Hazreti Âsım’ın kafatasında şarab içmeye and içti. Bu on kişi, başlarına gelecek şeylerden habersiz olarak İslâm'ı öğretme heyecanı ile yola çıkmışlardı. Sözü edilen heyet Mekke ile Usfan arasında Hüzeyl kabilesine ait "Reci" adı verilen yere ulaştıklarında, birdenbire, yüz'ü okçu olmak üzere ikiyüz kişilik bir çetenin hücumuna uğramışlar ve henüz ne olduğunu anlayamadan kendilerini savunmak amacıyla bir dağa iltica etmişlerdi. Gerçekten de, mürşid ve muallim isteyenlerle Hüzeyl kabilesi gizlice anlaşmış ve yakalayacakları müslümanları Mekkeli müşriklere para karşılığında satma konusunda aralarında karara varmışlardı.
Çıkan çarpışmada, Âsım'ın da içinde bulunduğu sekiz kişi şehit oldu.Âsım“Ey Allah’ım! Ben bugüne kadar senin dînini hıfz ettim. Senden, bu günün sonunda benim vücûdumu koruyup, hıfzetmeni niyâz ediyorum” diye duâ etti. Lıhyânoğulları, Sülâfe binti Sa’d’a satmak için, Âsım bin Sâbit’ in mübârek başını kesmek istediler. Fakat Allahü teâlâ, Hazreti Âsım bin Sâbit’in duâsını kabûl buyurduğundan, bir arı sürüsü gönderdi. Bulut gibi Âsım bin Sâbit’in üzerinde durdular. Müşrikler yanına yaklaşamadı. Sonunda; “Bırakın, akşam olunca arılar dağılır, biz de başını kesip götürürüz” dediler.Akşamleyin Allahü teâlâ şiddetli bir yağmur yağdırdı. Derelerden seller aktı ve Âsım bin Sâbit hazretlerinin mübârek cesedini alıp, bilinmeyen bir yere götürdü. Ne kadar aradılarsa da bulamadılar. Bunun için müşrikler, Âsım bin Sâbit hazretlerinin hiç bir yerini kesmeye muvaffak olamadılar. Bununla birlikte Âsım'ın arkadaşlarından Zeyd ve Hubeyb, çetenin, "Teslim olursanız sizi öldürmeyeceğiz" sözlerine inanarak teslim oldular. Müşrikler de, bu iki müslüman teslim olur olmaz, bağlayarak Mekkelilere sattılar.
Müşrikler, esirleri îdâm edecekleri yerde 2 darağacı kurmuşlardı. Hubeyb’i darağacına kaldırıp bağlamak istedikleri sırada; “Beni bırakınız, 2 rekat namaz kılayım” dedi Bıraktılar; “Kıl orada” dediler. Hubeyb hemen namaza durup, huşû ile 2 rekat namaz kıldı. Toplanan müşrikler, kadınlar, çocuklar heyecanla onu seyrediyorlardı. Namazını bitirdikten sonra; “Vallahi eğer ölümden korkarak namazı uzattığımı zannetmeyecek olsaydınız, namazı uzatırdım ve daha çok kılardım” dedi. Böyle îdâm edilirken 2 rekat namazı ilk kılan, âdet ve sünnet olmasına sebep olan Hazreti Hubeyb bin Adiy’dir. 
Hubeyb; “Allah’ım! Şuracıkta düşman yüzünden başka yüz görmüyorum. Allah’ım! Benden, Resûlüne selâm ulaştır. Bize yapılan bu işi Resûlüne bildir!” diyerek duâ etti ve; “Esselâmü aleyke yâ Resûlallah” dedi. Hubeyb bu duâyı yaptığı sırada, sevgili Peygamberimiz, Eshâb-ı kirâmla oturuyordu. Zeyd bin Hârise şöyle anlatmıştır: “Bir gün Resûlullah, Eshâbıyla otururken; “Ve aleyhisselâm” dedi. Eshâb-ı kirâm; “Yâ Resûlallah! Bu kimin selâmına karşılıktır” dediler. “Kardeşimiz Hubeyb’in selâmına karşılık. Cebrâil (aleyhisselâm) Hubeyb’in selâmını bana ulaştırdı” buyurdu.Hubeyb’in etrâfnda toplanan Kureyş müşrikleri; “İşte, babalarınızı öldüren bu adamdır” diyerek gençleri üzerine mızraklarıyla saldırttılar ve mübârek vücûdunu yaralamaya başladılar ve orada şehit ettiler. 

Bi’rimaûne Vakası ; 
Recî Vakası’yla aynı günlerde, Necid yöresinin ileri gelenlerinden Ebû Berâ, kabîle­sini irşâd için muallimler istemek üzere Resûlullâh’a mürâcaat etti. Allâh Resûlü onun bu talebini kabûl etmek istemedi. Bunun üzerine Ebû Berâ, kabîlesi adına Müslümanların hayâtı için teminat verdi.Sonra Ashâb-ı Suffe’den, kendilerine “Kurrâ” denilen yetmiş kişi­lik bir muallim heyeti hazırlayarak Ebû Berâ ile birlikte gönderdi.Muallimler kâfilesi, Medîne’ye dört konak mesâfede bulunan Bi’r-i Maûne’ye var­dıklarında, korkunç bir ihânetle karşılaştılar. Ebû Berâ’nın yeğeni Âmir, kalabalık bir ordu ile baskın yapmış herkesi kılıçtan geçirmişti içlerinden yalnız Amr bin Ümeyye kurtulabildi.
Hadiseyi vahiy yoluyla öğrenerek ashabına haber veren Hz. Peygamber, hiçbir felâket karşısında hissetmediği derecede bir üzüntü duymuş, otuz veya kırk gün süreyle sabah namazlarında Bi’rimaûne faciasına yol açan kabilelere beddua etmiştir. 
Hz. Enes:
“Resûlullâh’ın Bi’r-i Maûne’de şehît olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” demiştir. Çünkü Bi’r-i Maûne şehîtlerinin hemen hepsi de Ashâb-ı Suffe’den olup, Allâh Resûlü’nün mânevî terbiyesi altında yetişmiş Kur’ân ve sünnet muallimiydiler.

~Bu kadar şeyin arasında Hz Hüseyin doğuyor 
yüreklere şifa olmuştu. 

~ Ümmü Seleme annenize Efendimiz talip oluyor yaşlı, çok çocuklu ve kıskanç olduğu için istememezlik yapsada Efendimiz ben senden daha yaşlıyım ve kıskançlık duygun için dua ederim deyip ikna ediyor ve Hane-i Saadete giriyor. 

~Benî Nadîr yahudileri, Bedir Gazvesi’nin ardından Benî Kaynukā‘ın şehirden sürülmesine, ayrıca kendi kabilelerinden müslümanlar aleyhine kışkırtıcı şiirler söyleyen ve yıkıcı faaliyetlerde bulunan ünlü şair Kâ‘b b. Eşref’in öldürülmesine çok kızdılar; aynı zamanda korkuya kapılarak Resûl-i Ekrem ile yeni bir antlaşma yaptılar. Fakat daha sonra Uhud Gazvesi’nin hazırlıkları sırasında bir gece 200 adamıyla birlikte gelen Ebû Süfyân’a müslümanlar hakkında istediği bilgileri verdiler; bu savaşta İslâm ordusunun tam bir üstünlük sağlayamamasından aldıkları cesaretle de müşriklerin Hz. Peygamber’i öldürme teklifini olumlu karşılayıp antlaşmalarını bozma eğilimine girdiler.Peygamber, Benî Nadîr yahudilerinin kendisini öldürmeye teşebbüs ettiklerini öğrenmiş ve onlara haber göndererek on gün içinde Medine’yi terketmelerini, aksi halde yakalananların öldürüleceğini bildirmiştir. Yahudiler, önce şehri terketmek için hazırlıklara başladılarsa da Abdullah b. Übey b. Selûl’ün kendilerine 2000 adamıyla yardım edeceği, ayrıca Benî Kurayza ve Benî Gatafân’ dan da destek geleceği haberini göndermesi üzerine yerlerinden çıkmayacaklarını ve savaşa hazır olduklarını söylediler.Savaş hazırlıklarını tamamlayıp 4. yılın Rebîülevvel ayında (Ağustos 625) yola çıkan Hz. Peygamber önce Benî Kurayza’nın üzerine giderek onlarla bir tarafsızlık antlaşması yaptı. Ardından Benî Nadîr’in oturduğu yeri kuşattı. On beş gün sonra kuşatmanın şiddetinden bunalan Benî Nadîr yahudileri, bekledikleri yardım da gelmeyince develerinin yüklenebildiği kadar yükle Medine’den ayrılma talebinde bulundular; taleplerinin kabul edilmesi üzerine bir kısmı 600 deve yükü ile Suriye ve Ezriât’a, daha az sayıdaki bir kısmı da Hayber’e gidip yerleştiler. Benî Nadîr yahudilerinin geride bıraktığı mallar, bölgeden sürülmelerinin ardından nâzil olan ve Benî Nadîr adıyla da bilinen Haşr sûresinin 6-10. âyetleriyle fey statüsüne tâbi tutularak Resûl-i Ekrem’e tahsis edildi. 
Allah’ın savaşsız olarak onlardan alıp Peygamberi’ne ganimet olarak verdiği mallara gelince, siz o malları elde etmek için ne at koşturdunuz, ne de deve! Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimse­lerin üzerine gönderir de, zâlimlerin kalplerine korku salarak savaşa gerek kalmadan onları yenilgiye uğratır. Allah’ın her şeye gücü yeter.
Allah’ın barış yoluyla fethedilen ülkelerin halkından Pey­gam­beri’ne nasip ettiği ganimet malları Allah’a, Peygamber’e, Peygam­ber’in yakın akrabasına, yetîmlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir. Tâ ki o mallar, içinizde sadece zenginler arasında dolaşan bir servet hâline gelmesin! Peygamber size ne verdiyse onu alın; size neyi yasakladıysa ondan da kaçının. Allah’a gönülden saygı bes­leyip O’na karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın cezası pek şid­detlidir.
Bu ganimet mallarında fakir mühâcirlerin de hakkı vardır ki, onlar yurtlarından çıkarılmış, mallarından mahrum bırakılmışlardır; onlar Allah’ın lutfu ve rızâsı peşindedirler ve Allah’ın dinine ve Pey­gamberi’ne yardım etmektedirler. Onlar, imanlarında ve üzerlerine düşen vazîfeleri yerine getirmede samimi ve dürüst olanların tâ ken­dileridir.
Onlardan önce Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş bulunan ensârın da bu ganimet mallarında hakları vardır. Onlar beldelerine göç eden muhâcirleri kendi canları gibi severler ve onlara fazladan verilen ganimetlerden ötürü gönüllerinde en küçük bir kıskançlık ve burukluk duymazlar. Hatta onlar ihtiyaç içinde kıvransalar bile, daha muhtaç durumda olan mü’min kardeşlerini ken­di­lerine tercih ederler. Şunu bilin ki, kim nefsinin cimriliğinden ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, dünyada da âhirette de kurtuluşa erecek olanlar, işte bunlardır.
Muhâcir ve ensârdan sonra Medine’ye gelen ve onların izini tâkip eden kimselerin de o mallarda hakkı vardır. Onlar şöyle dua ederler: “Rabbimiz bizi ve bizden önce geçmiş olan mü’min kar­deşlerimizi bağışla! Kalplerimizde iman edenlere karşı hiçbir kin ve kötü duygu bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz sen çok şefkatlisin, çok merhametlisin!”

Rasûlullah muhâsara esnâsında Nadîr Oğulları’nın hurma ağaçlarını (harp gereği) yaktırdılar ve kestirdiler. Burası Büveyre mevkii idi. Bunun üzerine şu âyet-i kerime nâzil oldu:
“Hurma ağaçlarından, herhangi birini kesmeniz veya olduğu gibi bırakmanız hep Allah’ın izniyledir ve O’nun yoldan çıkanları rezil etmesi içindir.” (el-Haşr, 5) 

~ Aşama Aşama içki yasaklanmış en son ayetlerde inince evde ne varsa fıçı fıçı sahabeler yollara dökmüştür.
1.Hurma ağaçlarının ve üzüm asmalarının meyvelerinden hem sarhoşluk veren bir içki hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için kesin bir delil vardır. ( Nahl 67) 
2. Rasûlüm! Sana içki ve kumarın hükmünü soruyorlar. Şöyle de: “Onlarda büyük bir günah ve zarar, bununla birlikte insanlar için birtakım faydalar da vardır; fakat günah ve zararları faydalarından daha büyüktür.” Yine sana Allah yolunda neyi harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaç fazlası olup kolayınıza geleni verin.” Allah, etraflıca düşünesiniz diye size âyetleri böylece açıklıyor.( Bakara 219)
3.Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilecek derecede ayıkıncaya, cünüp iken de -yolcu olanlarınız hâriç- yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta ya da yolcu iseniz veya sizden biriniz abdestini bozmuşsa veyahut kadınlarınızla cinsî münâsebette bulunmuşsanız; bu durumlarda abdest alacak veya yıkanacak su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin: yüzünüzü ve kollarınızı onunla meshedin. Doğrusu Allah, çok affedici, çok bağışlayıcıdır. (Nisa 43)
4.Ey iman edenler! İçki, kumar, tapınmak ve putlara kurban kesmek için dikilen taşlar, fal ve şans okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.
Hiç şüphesiz şeytan içki ve kumar yoluyla sizin aranıza ancak düşmanlık ve kin bırakmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namaz kılmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz, değil mi? ( Maide 90/91) 

²³ Hicri 5. yıl Şaban 

Benî Mustaliḳ reisi Hâris b. Ebû Dırâr, Müreysî‘ suyu başında karargâh kurup müslümanlara karşı çevredeki kabileleri de kışkırtarak asker toplamaya başladı. Bu faaliyeti haber alan Hz. Peygamber, 2 Şâban 5 (27 Aralık 626) tarihinde otuzu süvari olmak üzere 700 kişilik bir orduyla Müreysî‘ Gazvesi’ne çıktı. Onun büyük bir kuvvetle yaklaştığını öğrenen bazı kabileler düşman saflarından ayrılıp gittiler. İslâm ordusu Müreysî‘ suyuna vardığında müşriklerin müslüman olmayı reddetmesi üzerine savaş başladı ve müslümanların zaferiyle sonuçlandı. On müşrik öldürüldü, geri kalanlar (600 veya 700) kişi esir alındı ve arasında 2000 deve ile 5000 koyunun da bulunduğu bol miktarda ganimet ele geçirildi. Resûl-i Ekrem esirler arasında bulunan kabile reisi Hâris’in kızı Cüveyriye ile evlendi. Bu evlilik dolayısıyla ashabın esirleri karşılıksız serbest bırakması sonucunda başta Hâris b. Ebû Dırâr olmak üzere kabilenin hemen tamamı İslâm’a girdi.
Benî Mustalik se­ferinden dönüleceği sı­ralarda biri muhâcirlerin diğeri Ensâr taraftarı iki adam arasında su yüzünden kav­ga çıktı. Bunlardan biri “Ey Ensâr, yetişin!” diye, diğeri de “Ey Muhâcirler, yetişin!” diye kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Hâdise münafıkların reisi Abdullah b. Übey’in kulağına gidince hemen bunu fırsat bilip müslümanlar arasında fitne çıkarmaya yeltendi. Kendi kavminden olanlara şöy­le dedi:
"Yüz verdiniz bu muhacirlere kendi şehrinizde siz onlara yer verdiniz ev verdiniz. Onlarla bizim durumumuz, «Besle kargayı, oysun gözünü!» sözündekine dön­dü. Eğer dönersek Medine'ye aziz olanlar zelil olanları sürüp çıkaracak artık onlara tahammül yok. " diyerek fitne ateşini alevliyor.
Efendimiz hala Cahiliye meselesi mi diyor . Çünkü Efendimizin ırkçılık meselesine üstünlük meselesine tahammülü yok. Irkçılık yapan bizden değildir diyen Rasül o . Hemşehrilikte , yaş meselesinde , cinsiyet meselesinde , Mensubiyet meselesinde tarikat olsun parti olsun , ırk meslesinde üstünlük taslamak bu dinde yeri yok. 
 Bu sözleri işiten ve o sırada henüz çok genç olan Zeyd b. Erkam (r.a.), yapılan konuşma­dan dolayı rahatsızlığını dile getirip tepki gösterince Abdullah onu azarlıyor. Zeyd durumu amcasına, o da Peygamberimiz (s.a.s.)’e aktarıyor. Hz. Ömer derhal o münâfığın boynu­nun vurulmasını teklif etti. Resûlullah (s.a.s.) bunu kabul etmedi. Hatta henüz normal hareket vakti gelmediği halde hemen yola koyulma talimatı verdi. Uzun bir süre mola ver­medi; mola verdiğinde herkes yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece söylentilerin ar­tıp işin alevlenmesini önledi. Efendimiz (s.a.s.) o arada münafıkların reisi Abdullah’ı çağırtıp:
“- Bana şöyle şöyle bir söz ulaştı; bu sözün sahibi sen misin?” diye sordu. O:
“- Sana kitabı indiren Allah’a yemin ederim ki böyle şeyler söylemedim” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) onun hakkında bir işlem yapmadı. Zeyd ise yalancı konumuna düştüğü için çok üzül­müştü. Medine’ye dönünce Allah Teâlâ Münafıkûn sûresini indirdi. Peygam­berimiz (s.a.s.) Zeyd’in kulağını tutup:
“- Allah seni doğruladı ve bu kulağın hakkını verdi” di­ye ona iltifat etti.
Hikmet-i ilâhî, Abdullah b. Übey’in Abdullah isminde bir oğlu vardı. Samîmî bir mü’mindi. Resûlullah (s.a.s.)’e son de­rece bağlıydı. O, babasının yaptıklarına çok üzülüyor, sabredemiyordu. Son hâdiseler de gönlündeki bu kederi iyice artırdığından Allah Resûlü (s.a.s.)’e geldi:
“–Ey Allah’ın Rasûlü! Eğer arzu edersen, babamı öldüreyim!” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.) buna müsaade etmedi ve:
“–Hayır! Bilâkis ona yumuşak davranırız. Aramızda kaldığı müddetçe, kendisiyle iyi geçiniriz!” buyurdu. Bunun üzerine Abdullah, İslâm ordusunun içindeki babasının yanına koştu ve devesinin yularını tutarak haykırdı:
“–İzzet ve kuvvetin Allah’a ve Rasûlü’ne âit olduğunu söyleyinceye kadar seni ye­rinden kıpırdatmayacağım!..”
Münafıkların başı şaşkınlaştı. Bunca insanın ortasında oğlunun kendisine yaptığı bu hareketi gurûruna yediremedi:
“–Şimdi sen beni bu kadar insan içinde Medine’ye bırakmayacak mısın?” dedi. Oğlu, büyük bir îman celâdeti içinde:
“–Evet, bugün insanlar arasında en rezîl ile en azîzin kim olduğunu sana öğretin­ceye kadar seni bırakmayacağım. Hakîkati îtirâf etmezsen kelleni uçuracağım...” dedi.
Hâin münâfığın âdeta eli kolu bağlanmıştı. Oğlunun, dediğini yapacak kadar ciddî olduğunu anlayınca ürperdi. Daha evvel söylediklerini geri alarak istemeye istemeye de olsa hakîkati dile getirip:
“–Şehâdet ederim ki, izzet ve kuvvet Allah’a, Rasûlü’ne ve mü’minlere âittir” de­mek zorunda kaldı. Peygamberimiz (s.a.s.) Abdullah’a:
“- Allah seni Rasûlü’nden ve mü’minlerden dolayı hayırla mükâfatlandırsın!” diyerek dua etti ve babasının yolunu açmasını emir buyurdu. 
Onlar: “Rasûlullah’ın yanında bulunan fakir müslümanlara bir şey vermeyin ki, dağılıp gitsinler!” diye propaganda yapıyorlar. Oysa göklerin ve yerin hazîneleri Allah’ındır, fakat münafıklar bunu anlayamıyor.
Kalkmış bir de: “Hele Medine’ye bir dönelim, göreceksiniz izzetli ve şerefli olanlar zelîl ve alçak olanları oradan mutlaka çıkaracak!” diyorlar. Halbuki asıl güç, izzet ve şeref Allah’a aittir, Rasûlü’ne aittir ve mü’minlere aittir; fakat münafıklar bunu bilmiyor. ( Münafikun 7-8)

Benî Mustaliḳ (Müreysî‘) Gazvesi’nden dönerken beraberinde götürdüğü eşi Âişe annemiz konakladıkları bir yerde sabaha karşı tekrar hareket emri verildiğinde tabii ihtiyacını gidermek üzere ordugâhtan uzaklaşıyor.Geri gelirken boynundaki Yemen (Zafâr) akiği gerdanlığın düşmüş olduğunu farkedince ve kendisini bekleyecekleri düşüncesiyle dönüp aramaya koyuluyor; ancak karanlıkta onu bulup el yordamıyla tanelerini toplayıncaya kadar çok vakit kaybediyor. Konak yerine geldiğinde diğerlerinin hareket ettiğini görüp ve yokluğunu anlayınca aramaya çıkacakları inancıyla orada beklemeye başlıyor; bu arada uyuyakalıyor. Ordunun artçılarından Safvân b. Muattal es-Sülemî görevi gereği kamp yerini kontrol ederken onu buluyor ve devesine bindirip orduya yetiştirir; fakat hızlı yürümekle birlikte kendisi yaya olduğu için kafileye ancak kuşluk sıcağında mola verdikleri zaman ulaşabiliyor.
Abdullah b. Übey ile adamlarının Resûl-i Ekrem’i ve kayınpederi Hz. Ebû Bekir’i küçük düşürmeye ve aralarını açmaya yönelik sözleri, bazı müminlerin de katılmasıyla kısa zamanda yayılma istidadı göstermişti. Sefer dönüşü rahatsızlanarak bir ay kadar yatan Hz. Âişe ise bunu duymamış, sadece bu süre içerisinde daha önceki rahatsızlıklarında gösterdiği ilgiyi göstermeyen Resûlullah’ın odasına seyrek uğramasından bir şeyler olduğunu sezmişti. Hz. Âişe, hastalığının nekāhet döneminde bir tesadüfle babasının teyze kızı Ümmü Mistah’tan oğlunun bu dedikoduyu anlattığını duymuş ve üzüntüsünden tekrar hastalanmış, arkasından da Hz. Peygamber’den izin alıp babasının evine gitmişti.
Daha sonra Resûl-i Ekrem Mescid-i Nebevî’de konuyu halka açtı ve bu dedikodulardan kurtarılmasını istedi. Ancak Sa‘d b. Muâz ile Sa‘d b. Ubâde arasında başlayan münakaşa neticesinde Evs ve Hazrec kabilelerine mensup bazı kişiler İslâm öncesinde olduğu gibi tartışmaya girdiler. Hz. Peygamber de mescidden ayrılarak Ebû Bekir’in evine gitti. Âişe’nin anlattığına göre, kendisinin yattığı odaya girince dedikoduların çıktığı günden beri ilk defa yanına oturarak söylenenleri tekrar etmiş ve, “Eğer mâsum isen Allah seni temize çıkaracaktır, bir günah işledinse tövbe et ve affını dile; Allah tövbekârları bağışlar” demiştir. Âişe annemiz, ne söylese şüphe ile karşılayacağını ifade etmiş ve artık Hz. Ya‘kūb gibi sabredip Allah’tan yardım dilemekten başka çaresinin bulunmadığını (Yûsuf 12/18) söylemiştir. Bu sırada uzun süredir beklenen vahiy gelmeye başlamıştır. Nûr sûresinin 11. âyetinden itibaren başlayıp devam eden ilâhî beyanda çirkin iftirayı çıkaranın büyük bir azaba mâruz bırakılacağı ifade edilmekte, ona alet olup dedikoduyu yayanların bir avuç insandan ibaret olduğu bildirilmekte, bunun yanında söylentileri duyan kadın erkek bütün müslümanların duyarsız ve bilinçsiz davranışları da kınanmaktaydı. Zira olay, insanoğluna yöneltilebilecek en çirkin bir iftira olmasından başka Peygamber’in mâsum eşini hedef almış ve dolayısıyla müslüman toplumun tamamı itham altında bırakılmıştı . Onlar bu haberi duyduklarında basîretlerini kullanarak, “Böyle bir söylentiye alet olmak bize asla yakışmaz. Hâşâ! Bu çok büyük bir iftiradır” demeli ve Resûl-i Ekrem’in mâsum ailesiyle müslüman toplumun onurunu korumalıydı. Âyet-i kerîmelerde bundan böyle benzeri gafletlere düşmemeleri konusunda müslümanlar uyarılmakta ve rencide olan Peygamber ailesinin yine de hoşgörü ve affedicilikle davranması tavsiye edilmekteydi. Hz. Âişe, kendisini fazlasıyla üzüp zor duruma düşüren iftira hadisesinin sonuç itibariyle hakkında hayırlı olduğunu anlamış ve şahsı vesilesiyle on âyetin birden inmesini ömrünün sonuna kadar hayatının en şerefli hadisesi olarak kabul etmiştir.

~ Hendek Gavzesi Şevval Ayı 

~ Zeynep bint Cahş Ile Evliliği Zilhicce Ayı 
Fahr-i Kâinat Efendimiz onu evlâtlığı Zeyd İbni Hârise (r.a.) ile evlendirmeyi düşündü. Cahiliye devrinin yanlış âdetlerinden birisini daha yıkmak istedi. Kölelerin aşağılanmasını ortadan kaldırmak ve İslâmiyet’in insanları eşit saydığını göstermek üzere Zeynep’e dünürcü olarak gitti. Zeynep ve kardeşleri bu işi uygun görmediler. Hür bir kadının, azâtlı biriyle evlenmesi o günkü örfe göre imkân dahilinde değildi. Bunu içlerine sindiremediler. Hatta Zeynep (r.a.) tavrını şu ifadeleriyle ortaya koydu: “Ya Resûlallah! Ben senin halanın kızıyım. Ona varmaya râzı değilim. Ben Kureyşliyim.” dedi. Bunun üzerine Allah Ahzab Sûresi’nden 36. âyet-i kerîmeyi nâzil buyurdu. Meâlen: “Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Zeynep Binti Cahş (r.a.) tekrar Resûlullah’a sordu: “Yâ Resûlallah sen, Zeyd ile evlenmemi istiyor musun?” dedi. Efendimiz de: “Evet!” buyurdu. Bunun üzerine o: “Resûlullah’a âsî olamam.” dedi ve kabul etti. Fakat Hz. Zeyd ile Hz. Zeynep arasında samimi bir sevgi ve sıcak bir anlayış hâkim olamadı. Evlilik onlara rahat getirmedi. Geçimsizlikleri arttı. Bu beraberliğin uzun ömürlü olamayacağını sezen Zeyd İbni Hârise (r.a.) durumu Peygamber Efendimiz’e açma zarûretini duydu ve Efendimiz’e gelerek: “Ya Resûlallah! Ben ailemden ayrılmak istiyorum.” dedi. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu söze üzüldü. Kendisinin sebep olduğu bir ailenin dağılmasına gönlü râzı olmadı. Fahr-i Kâinat Efendimiz ona: “Eşini tut, boşama. Allah’tan kork!..” buyurdu. Geçimsizlikleri son haddine vardı. Bu birlikteliğe tahammülü kalmayan Zeyd (r.a.) nikah akdini bozmak zorunda kaldı. Hz. Zeynep’i boşadı.
Daha sonra da ayet, bu konudaki endişeleri izale eden hükmü bildirdi. Allah Teâlâ Ahzab Suresi: 37-40. âyetlerini inzal buyurdu. Meâlen: “(Resûlüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır. Zeyd, o kadından ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları karılarıyla ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir güçlük olmasın. Allah’ın emri yerine getirilmiştir.” “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”
Evlâtlığın boşadığı kadınla evlenilemeyeceğine dair Câhiliye âdeti de ortadan kaldırılmış oldu. Hz. Ayşe annemiz bu âyetleri duyduğu zaman: “İşlerin en büyüğü en faziletlisi ona nasip olmuş ve Allah onu gökte Resûlü’ne nikâhlamıştır. Zeynep, bize karşı bununla iftihar edecek, öğünecektir.” dedi.
Zeynep annemizin düğün ziyafeti tesettür ayetlerinin nüzûlüne de vesile oldu. Davetliler yemekten sonra kalkıp gitmişti. Üç kişi vardı ki, onlar oturmuş çene çalıyorlardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz onların kalkıp gitmesi için odaya girip çıkıyordu. Fakat onlar bu hareketten anlamıyorlardı. Efendimiz annelerimizin odalarını ayrı ayrı dolaştı geldi yine onlar konuşuyordu. Can sıkıcı bu hadise üzerine Allah, Ahzab Sûresi: 53. ayet-i celileyi nâzil buyurdu. Meâlen: “Ey iman edenler! Peygamberin evlerine yemeğe dâvet olunmadan vaktine de bakmadan girmeyin. Ancak davet edildiğiniz zaman girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama, Allah hakkı söylemekten çekinmez. Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah’ın Resûlü’nü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız aslâ câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.” O günden itibaren Resûl-i Ekrem Efendimiz’in âileleri, mü’minlerin anneleri, perde arkasına çekildiler. Kıyamete kadar gelecek İslâm hanımefendilerine örnek teşkil ettiler. İnsanlık haysiyet ve şerefini böyle muhafaza ettiler. İffet timsâli nezih bir hayat sürdüler. Gözler ve gönüller İslam’ın bu güzellikleriyle huzur ve sükûn buldu. İnsanlık bu ölçülerle mutlu oldu. İnsan kıymeti ancak bu şekilde bilindi. İnsan insanlığının şerefine erdi.
Zeynep validemiz; fakirlerin, gariplerin annesi diye anılan takvâ erlerindendir. Kendi el emeği ile geçinen, dikiş, nakış ve el işi yaparak kazandığı paraları fakirlere infak eden sehâvet sahibi bir mücâhide... Nikâhını Allah’ın kıydığı bir bahtiyar... Peygamber Efendimiz’in ahirete göç etmesinden sonra kendisine ilk kavuşan annemiz...

~Hicretin 6. yılında Müreysî seferinde Hz. Âişe’nin gerdanlığı kaybolmuş, aramak için vakit harcanmış, suyun bulunduğu menzile ulaşma imkânı kalmamıştı. Abdest için su bulamayan halk durumu Hz. Ebubekir’e şikayet etmiş, o da kızı Hz. Âişe’ye çıkışmıştı. Bu sırada Resûlullah Efendimiz Hz. Âişe’nin dizine başını koymuş istirahat etmekte iken teyemmüm âyeti nâzil oldu. 

 19 DK UBER

KIBLETEYN MESCİDİ
¹⁸
Mekke döneminde olduğu gibi hicretten sonra da on altı veya on yedi ay Kudüs'e yönelerek Efendimiz namaz kıldı ve Mescid-i Kubâ ile Mescid-i Nebevî’nin mihrapları buraya yönelik olarak yapıldı. 
Bera b. Ma'rur Müslümanların Kudüs’e doğru namaz kıldığı günlerde, Kâbe varken bir başka yöne doğru namaz kılmayı içine sindiremedi ve Kâbe’ye yönelerek namaz kılmaya başladı. Ancak müslümanların itirazı üzerine durumu Hz. Peygamber’e arzetti. Kendisine bir müddet daha bu uygulamaya devam etmesi emredilince tekrar Kudüs’e yönelerek namaz kıldı. Hz. Peygamber’in hicretinden bir ay önce vefat edeceğini hissedip naaşının Mekke’ye dönük olarak defnedilmesini vasiyet etti.Böyle bir Kabe aşığı sahabeye de vefatından sonra bile Kıblenin değişmesi ona nasip oldu.
Bera ibn Marur'u Efendimiz çok severdi ve ara ara ziyaretine giderdi vefat edince vefa örneği Efendimiz ailesini ziyarete devam etti.. Yine böyle bir gün buraya gelen Efendimiz 30 kişilik bir cemaatle öğle namazını kıldırırken ilk iki rekatını Kudüs'e dönerek kılarken 3.rekate kalkarken o beklediği haberi Cebrail getirdi ve adım adım yönünü Kabe'ye çevirdi. Arkasında ki sahabe de adım adım yönünü çevirdi. Son 2 rekatı Kabe ye yönelerek namazı tamamlamış oldular. Sahabe buna şahit olduktan sonra haberi uçurmak için Medine'ye doğru giderken yolda namaz kılanlara haber verdiklerinde anında herkes kıbleyi çevirdi Ama yok Neden yok. Öyle bir Efendimize güveniyorlar öyle bir teslimiyet işte...
“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle), yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah, onların yaptıklarından habersiz değildir.” (Bakara 144) Bu âyetler inince, namazlar Kâbe’ye doğru kılınmaya başlanmıştır.
Kalbin kıblesi de Kabe olmalıdır . Yüzün Kabe'ye dönerken kalbin başka şeylerde ise biz Kıble bilincini anlamamışız demektir. Kıble den başka yön başka menzil yok. Allah bu bilinci bize yaşatsın Amin 🤲

↓ 9 DK UBER 

YEDİ MESCİTLER

²⁴ Hicri 5. yıl Şevval Ayı 

Sürgün edilen Benî Nadîr Yahûdîlerinin birtakım ileri gelenleri, Hayber’e sığınmışlardı. Müslümanlara karşı intikam ateşiyle yanıp tutuşuyorlardı. Kureyşlilere işbirliği teklif etti­ler. Hattâ onların puta tapıcılığının Müslümanlıktan daha üstün olduğunu söyleyip putlara taptılar. Bunun üzerine Allâh Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kendilerine kitâptan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve tâğûta îmân ediyor­lar, sonra da kâfirler için; «Bunlar, Allâh’a îmân edenlerden daha doğru yoldadır.» di­yorlar. Bunlar, Allâh’ın lânetlediği kimselerdir. Allâh’ın rahmetinden uzaklaştırdığı (lânetli) kimseye gerçek bir yardımcı bulamazsın.” (en-Nisâ, 51-52)
Müşrikler, zâten böyle bir fırsat beklediklerinden, hemen harekete geçtiler. Müslümanların, Uhud Harbi’nde ciddî bir zafer elde edememelerinin, diğer Arap kabîlelerini cesâretlendirmesinden de istifâde ederek birçok müttefik bulan Kureyşliler, on binin üzerinde büyük bir ordu kurmaya muvaffak oldular. Büyük bir ordunun toplandığını haber alan Efendimiz hemen sahabelerle istişareye oturdu. 
Selmân-ı Fârisî:
“–Yâ Resûlallâh! Biz Fars diyârında düşman süvârîlerinin baskınlarından korktuğumuz zaman etrâfımızı hendekle çevirirdik.” dedi. Bu fikir Müslümanların çok hoşuna gitti.
Ashâb-ı kirâm, aynı zamanda Allâh Resûlü’nün Uhud Gazvesi’nde şehrin dışarı çıkmayıp Medîne’de müdâfaada kalmayı arzuladığını hatırlamışlardı. Böylece Medîne’nin etrâfına hendek kazılmasına karar verildi.
Medîne, yalnız bir tarafından açık ve tehlikede idi. Diğer tarafları ise dağlarla âdeta bir kale gibi çevrili idi. Ayrıca sık hurma ağaçları ile de geçit vermez bir hâlde idi. Resûlullâh, hendeğin, düşmana açık olan tarafta kazılmasına karar verdi. Şeyhayn Hisarları’ndan Mezad mevkiine kadar uzanan bir çizgi çizip her on kişiye; “Şuradan şuraya kadar.” diye göstererek hendek kazmak üzere belirli bir yer ayırdı.
Hendek kazma işinde Allâh Resûlü de bizzat çalıştılar. 

Bu sırada ashâb-ı kirâm, Resûlullâh’a, çok büyük ve sert bir kayaya rastlayıp onu kıramadıklarını bildirdiler. Âlemlerin Efendisi, sivri balyozu ellerine alarak besmeleyle o kayaya üç defâ vurdu. Onu ince kum gibi dağıttı.Ayrıca her vuruşta mü’minlere büyük müjdeler verdi. Birinci vuruşta Şam’ın (Bizans), ikincisinde Îran’ın, üçüncü vuruşta da Yemen’in anahtarlarının kendisine verildiğini, bu memleketlerin saraylarını bulunduğu yerden gördüğünü ifâde etti. Buraların i’lâ-yı ke­limetullâh ile şerefleneceğini müjdeleyerek, gelecek zaferle­rin heyecânıyla, mü’min gönüllere ümit aşıladı.Hakkın, yakın bir gelecekte bâtılı mutlakâ imhâ edeceğini müjdeleyip, olmaz sanılan pek çok işin olur hâlinde teselsül edeceği cihanşümûl bir hidâyet haritası çizdi. Varlık Nûru Efendimiz, Kisrâ’nın Medâin’deki beyaz köşkünü târif edince, Selmân-ı Fârisî:
“–Doğru buyurdun! Sen’i hak dîn ve kitâb ile gönderen Allâh’a yemin ederim ki, o aynen târif ettiğin gibidir! Sen’in Resûlullâh olduğuna (bir daha) şehâdet ederim!” dedi. Allâh Resûlü:
“–Ey Selmân! Bu fetihleri Allâh benden sonra size nasîb edecektir! Şam muhakkak fetholunacaktır! Herakliyus ülkesinin en uzak yerine kadar kaçacaktır! Siz bütün Şam’a hâkim olacaksınız! Hiç kimse size karşı koyamayacaktır. Yemen muhakkak fetholunacaktır! Ondan sonra Kisrâ öldürülecektir!” buyurdu. Nitekim Selmân:
“–Ben bütün bunların vukû bulduğunu gördüm!” demiştir. 
Allâh Resûlü’nün bu müjdeleri, Müslümanların çekilecek sıkıntıya daha kolay katlanmaları için çok büyük bir mânevî destek oldu. Netîcenin mü’minlerin lehine, İslâm düşmanlarının aleyhine olacağı hakîkatinin evvelden bildirilmesi, îmanlı gönüllerin sabır ve dayanıklılığını artırdı. Zîrâ Hendek; ıztırap, yorgunluk, açlık, soğuk ve karanlığa karşı verilen mücâdele sebebiyle de, tahammül ötesi bir meşakkat ve çile kumkumasıydı. 

Beni Haram Mescidi 
Hz. Cabir ,Efendimizin açlıktan halini görünce koşarak evine gitti ve eşine yiyecek ne var ise yapmasını rica etti ama yemek az tabi uygun vaktini bulunca Efendimize yanaşıp eşim sizin için yemek yaptı buyurmaz mısınız diye sesleniyor ama Efendimiz sadece bana mı diye yüksek sesle cevap verince Hz. Ömer Hz. Ebubekir de gelsin ya Resulullah diyor ama Efendimiz;
“–Yemek ne kadar?” diye soruyor. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine“–Ey Hendek ehli! Câbir bize ziyâfet hazırlamış, haydi buyrun!” diye yüksek sesle nidâ etti. Oradakiler hep birlikte kalktılar. Ben telâşla zevcemin yanına koşup:
“–Vay başımıza gelenler! Peygamberimiz, yanında Muhâcirler, Ensâr ve berâberlerindekilerle geliyor.” dedim. Hanımım ise:
“–Allâh Resûlü sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu?” dedi. Ben:
“–Evet.” dedim. Bunun üzerine:
“–O hâlde telâşlanma, O senden daha iyi bilir.” dedi. Bir müddet sonra geldiklerinde, Resûl-i Ekrem Efendimiz sahâbîlerine:
“–Birbirinizi sıkıştırmadan giriniz!” buyurdu. Onar onar girdiler. Oradakilerden hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devâm etti. Netîcede bir miktar yiyecek de arttı. Allâh Resûlü, zevceme dönerek:
“–Bunu ye, komşularına da ikrâm et, çünkü açlık insanları perişan etti!” buyurdu.
Resûlullâh’ın açık bir mûcizesi olarak birkaç kişilik yemekle -Allâh’ın izniyle- bin kişi doymuş, hattâ ondan artan da komşulara ikrâm edilmiş oldu.
Efendimiz Sel‘ dağı eteklerinde karargâh kurmasını emretti. Kendisi de çadırını Zûbâb dağından bugün Fetih Mescidi’nin bulunduğu yere nakletti. Kureyşliler ve müttefikleri böyle bir hendekle karşılaşacaklarını hiç düşünmedikleri için şaşırıp kaldılar. Zira hendekler, düşman süvarilerini hücumdan caydıracak bir genişliğe sahipti ve gece gündüz müslüman birlikler tarafından kontrol altında tutuluyordu.
Mücahidler, on bin askerlik düşmanı görmekle asla korkmadılar ve tereddüt etmediler. Kur'an-ı Azîmüşşan onların bu halini şöyle tasvir eder:

"Mü'minler düşman ordularını gördüklerinde, 'Allah'ın ve Resûlünün bize vaad ettiği nusret ve zafer budur. Allah , Resûlü de doğru söylemiştir.' dediler. Bu, onların ancak îmânını ve Allah'a teslimiyetini arttırmıştır." Ahzap 22

Amr b. Abdüved hendeğin dar bir yerinden İslâm ordusunun bulunduğu tarafa geçtiler. Araplar arasında cesaretiyle şöhret kazanan Amr b. Abdüved mübâreze için bir savaşçı istedi.Abdüved birçok hâdiseler görüp geçirmiş, yalnız başına birçok topluluğu dağıtmış, cesur ve silahşörlükte mahir bir süvari idi. Arap kabileleri onu bir bölük süvariye denk sayarlardı. Onunla dövüşmek için fevkalâde cesaretli ve yürekli olmak gerekirdi. Bu sebeple kimse ona karşı çıkmak istemezdi.
Amr döğüşecek er dileyince, Hz. Ali, "Yâ Resûlallah, ona karşı ben çıkayım, müsaade eder misiniz?" dedi.
Peygamber Efendimiz, "Sen otur, yâ Ali, gelen Amr'dır" buyurdu.
Amr, tekrar Müslümanlara meydan okudu:
"İçinizde muharebe meydanına çıkacak er yok mudur? Hani, sizin ölülerinize tayin ettiğiniz Cennet, nerede?"
Hz. Ali tekrar karşısına çıkmak istedi. Resûl-i Ekrem Efendimizin yine, "Yâ Ali, o Amr'dır" buyurarak izin vermedi.
Karşısına kimsenin çıkmadığını gören Amr, bütün bütün şımardı ve iğrenç küfürler savurarak, "Er meydanına çıkacak kimse yok mu?" diye üst perdeden bağırdı.
Hz. Ali tekrar cesaretle yerinden fırladı, "Onunla ben döğüşürüm, yâ Resûlallah!" dedi.
Resûl-i Kibriyâ Efendimiz yine, "Yâ Ali, o Amr'dır" buyurdu. Hz. Ali, "Amr da olsa çıkar döğüşürüm yâ Resûlallah" dedi.
Bunun üzerine Fahr-i Alem Efendimiz, "Allah'ın Arslanı"na müsaade etti. Bizzat kendi eliyle zırhını ona giydirdi ve Zülfikâr adlı kılıcını beline bağladı. Sarığını da başına sardıktan sonra şöyle duâ etti:
"Yâ Rab! Amcam oğlu Ubeyde Bedir'de ve amcam Hamza Uhud'da şehid oldular. Yanımda bir amcazâdem Ali kaldı. Sen, onu muhafaza eyle. Ona yardımım ihsan eyle. Beni de yalnız bırakma."
Amr, başlangıçta küçümsediği Hz. Ali tarafından bir kılıç darbesiyle yere serildi. Onunla birlikte hendeği geçenler de geri çekilmek zorunda kaldılar. Nevfel b. Abdullah ise hendeğe düşerek öldü.

Öte yandan Hendek civârına sık sık müşrikler tarafından baskınlar yapılıyor, gecenin geç vakitlerine kadar şiddetli çarpışmalar oluyor, zaman zaman Allâh Resûlü’nün çadırı bile oka tutuluyordu.
"Yoksa, sizden evvelkilerin başlarına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle sıkıntılar ve musîbetler erişti, öyle sarsıntılara uğradılar ki, onlara gönderilen peygamber ve yanındaki mü'minler 'Allah'ın yardımı ne zaman?' diyecek hale geldiler. Haberiniz olsun, Allah'ın yardımı yakındır." Bakara 214 

Müşrikler bir gün, Allâh Resûlü’nün bulunduğu yere olanca güçleriyle hücûm ettiler. O gün Peygamberimiz de ashâb-ı kirâm da namazlarını kılmaya fırsat bulamadılar. Akşam olup ordular yerlerine çekilince, Resûlullâh, Hazret-i Bilâl’e ezân okumasını emretti. Her namaz için kâmet getirterek öğle, ikindi ve akşam namazlarını kazâ ettirdi. Buna çok üzülen Resûlullâh, hakkında “gözümün nûru” buyurduğu namaz ibâdetinden alıkoyan müşrikler için:
"Onlar nasıl, güneş batıncaya kadar uğraştırıp, bizi, namazımızdan alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun."
"Allahım İslam aleyhine toplanan güçleri darmadağın et.Çadırlarını başlarına geçir. Ayaklarının altındaki toprakları sars.Onları birbirine düşür." Günümüz zalimler içinde bir Amin 🤲
Kuşatma esnasında mücahidler büyük sıkıntı ve meşakkadere maruz kalıyorlardı. Harpten önce durmadan dinlenmeden hendeği kazmışlardı. O biter bitmez de harbe girmişlerdi. Bu bakımdan oldukça bitkin ve yorgun idiler. Ayrıca açlık sıkıntısı da çekiyorlardı. Hava da oldukça soğuktu.
Huzeyfe (r.a.), muharebenin sadece bir gecesini şöyle anlatır:
"Biz bir tarafta saf bağlamış oturuyorduk. Ebû Süfyan ve ordusu üst tarafımızda, Kurayza Yahudileri de alt tarafımızda idiler."
Artık Medine çepe çevre düşman tarafından sarılmış demekti. Cenâb-ı Hak, Kur'ân-ı Kerimde, bu hususa şöyle işâret buyurur:
"O vakit düşman orduları size hem yukarıdan, hem de aşağıdan saldırmışlardı. Öyle ki, onların dehşetinden gözler yılmış, yürekler ağzına gelmişti." Ahzap 10 
Daha önce Hayber’e sürülmüş olan Benî Nadîr’e mensup bir heyet, Medine’de oturan ve müslümanlarla arası iyi olan Benî Kurayza yahudilerine gidip onları müslümanlara karşı hücuma geçmeye ikna etti. Durumu öğrenen Hz. Peygamber hemen tedbir aldı ve birkaç yüz kişiden oluşan iki birlik ile yüksek sesler çıkararak çok görünüp korksunlar diye emir göndererek yahudi mahallelerinin etrafını kuşattı. Zaten ödleri kopan yahudiler evlerine sığınmaya başladılar.

Bu kadar sıkıntının içerisinde Münafıklar yine münafıklık yapıyordu."Evlât ve iyalimizi yalnız bırakıp da burada sefîletle beklemek akıl kârı değildir" diyerek Müslümanlara şüphe ve vesvese vermeye çalışıyorlardı

Bir kısmı ise bizzat Resûl-i Kibriyâ Efendimizin huzuruna çıkarak, "Evlerimiz Medine'nin dışındadır. Duvarları da alçak olup düşman ve hırsızlara açıktır" diyerek hendekten ayrılma müsaadesi istiyorlardı. Peygamber Efendimiz bunların bir kısmına müsaade etti.
"Onlardan bir topluluk da 'Ey Yesrib ahâlisi, burada tutunamazsınız; evlerinize dönün' diyordu. İçlerinden bir başka topluluk ise, 'Evlerimiz korunmasız' diyerek Peygamberden izin istiyordu; halbuki evleri korunmasız değildi. Onların firar etmekten başka bir niyeti yoktu." Ahzap 13 

Öte yandan Gatafân ve Fezâre kabileleriyle birlikte gelen paralı askerlerle ayrı bir anlaşma yapmak üzere onlara bir heyet gönderdi; Hayberdeki hurma bahçeleri için anlaşan kabilelere Medine Hurma bahçelerinin 3/1 vaat eden Efendimizin bu teklifini kabul etmeyip hepsini istediler. Aslında amaç kabileler arasında fitne ateşi çıkarmaktı. Ki öyle de oldu Gatafan kabilesinden biri gelip müslüman olduğunu açıklayınca ne yapayım Ya Resulullah dedi . "Harp Hiledir" lafı ilk kez bu savaşta kullanıldı ve git herkesi birbirini düşürerek fitne ateşi çıkar emri verdi. Medineyi kuşatan kabileler arasında bir anda anlaşmazlıklar baş gösterdi. Yahudiler ile Müşrikler anlaşamaz oldular. 
Savaşın sonlarına doğru düşmanlar tarafından atılan bir ok Sa‘d’ın koluna isabet ederek damarlarını parçaladı. Hz. Peygamber çok kan kaybeden Sa‘d’ın tedavisiyle bizzat ilgilendi ve kendisini Mescid-i Nebevî’nin yanındaki hasta çadırına nakletti. Ama Sad bin Muaz açtı ellerini semaya; 
“Allâh’ım! Eğer Kureyş müşrikleriyle herhangi bir çarpışma daha takdîr ettinse, beni de o çarpışmada bulunmak üzere sağ bırak! Çünkü Resûlüne işkence ve kötülük yapan, onu yalanlayan ve yurdundan çıkaran o Kureyş kavmiyle çarpışmayı istediğim kadar, başka hiçbir kavimle çarpışmayı istemiyorum. Eğer bizimle onlar arasındaki çarpışma bu kadarsa, yaramı şehîdliğe vesîle kıl! Beni huzûruna kabul buyur! Kurayzaoğulları’nın cezâlandırıldıklarını görüp sevininceye kadar da canımı alma!” diyerek duâ etti. 
Hendekten sonra Kurayzaoğulları kuşatmasında hakem olarak yer aldı.Benî Kurayza topraklarından tedavi gördüğü çadıra geri getirilen Sa‘d’ın bu sırada yarası açıldı ve bir müddet sonra otuz yedi yaşında iken kan kaybından öldü. Ölüm haberi Resulullah ulaşınca koşarak herkese haber yolladı Sad'ın vefatından arş titredi 70bin melek onun cenazesine iniyor diyerek o mübarek zatın cenaze namazını Resûl-i Ekrem kıldırdı ve Cennetü’l-bakī‘a defnedildi.

Artık hava kararmış, taraflar karargâhlarına çekilmişlerdi. 
Huzeyfe bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor:
"Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Resûlullahın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı.
Resûlullah efendimiz gece bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki:
- Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın.
Resûlullahın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek. Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Resûlullah efendimiz benim için duâ etti:
- Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!
Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihâyet müşriklerin ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş yakmışlar, başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân daha o zaman Müslüman olmamıştı.
Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanarak onu vurmak istedim. Tam atacağım sırada Resûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve onu öldürmekten vazgeçtim.
Bundan sonra kendimde kuvvetli bir cesâret buldum. Müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum. Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Allahü teâlânın görülmeyen ordusu melekler, onlara yapacağını yapıyordu. Rüzgârda, kap kacakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi ki:
- İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun!Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum. Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet Ebû Süfyân:
- Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer kırılmaya, ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz. İşte ben gidiyorum, diyerek devesine bindi.
Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti. Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum.
Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Resûlullahın yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvâri şeklinde melekler çıktı. Bana dedilir ki:
- Resûlullaha haber ver. Allahü teâlâ düşmanı perişan etti!
Resûlullahın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Fakat ben döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı.
Huzeyfe bin Yemân, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur. Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu tek tek bildirmiştir. Bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti.
"Ey îmân edenler! Hatırlayın, Allah'ın size olan nimetini ki, düşman orduları size saldırdığında, Biz onların üzerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. O zaman Allah sizin yaptıklarınızı görüyordu." Ahzap 9
"O kâfirler umduklarından hiçbirisine erişemeden Allah onları öfkeleriyle birlikte geri gönderdi. Mü'minlere de savaşı kendilerinden uzaklaştırmak için Allah'ın yardımı kâfi geldi. Allah dilediğini yapmaya kâdirdir; Onun kudreti herşeye galiptir." Ahzap 25 
Küffâr ordusunun bu dönüşü artık bütün dönüşlerin başlangıcı sayılacaktı. Bundan böyle Müslümanlar üzerine yürüme cesaretini kendilerinde bulamayacaklardı. 

Nitekim Müslümanlar, Medine’ye henüz yeni dönmüşlerdi ki Cebrail (a.s.), Resûl-i Ekrem’e şu emri getirdi:
“Yâ Muhammed! Yüce Allah, sana, Benî Kurayza üzerine yürümeni emredi­yor!”
Resûl-i Ekrem Efendimiz, silahını yeni çıkarmış, temizliğini henüz bitir­mişti. Derhal Hz. Bilâl’i çağırtarak, bütün Müslümanlara şunu nidâ etmesini em­retti:
“İşiten ve Allah’ın emrine itaat edenler, ikindi namazını Benî Kurayza yur­dunda kılsın!”
Bu daveti duyan Müslümanlar bir anda toplandılar.
İslam ordusu üç bin kişiden ibaretti. İçlerinde otuz altı süvari vardı. Ordu, Re­sû­lul­lah’la olan anlaşmasını en nâzik bir zamanda bozan, vatana hıyanet eden, düşmanla iş birliğine girişen Benî Kurayza Yahudilerine hakettikleri ce­za­yı vermek üzere yola çıkıyordu.
Benî Kurayza Yahudileri, yirmi beş gece süren muhasaradan sonra, başka çare kalmadığını anlayarak, teslim olmayı kabul ettiler. Haklarında hüküm vermek üzere de Peygamber Efendimizden bir hakem tayin edilmesini istedi­ler. Resûl-i Ekrem, “Ashabımdan istediğinizi hakem seçiniz!” buyurdu.
Kurayzaoğulları, “Biz, Sa’d b. Muaz’ın vereceği hükme göre teslim oluruz” dediler.
Sa'd bin Muaz sesledi Tevrat'a göre mi hüküm vermemi istersiniz Kur'an a göre mi ? Cevap belliydi Tevrat'a göre ihanetin bedeli kadın ve çocuklar hariç ölümdü ve buna razı oldular .


4.GÜN ; KUBA MESCİDİ + CUMA MESCİDİ+ GHARS WELL 

MASJID BANU UNAİF
↓ 
8 DK YÜRÜME 
Kuba Mescidi ; Efendimizin sas , Hz. Ebubekir ile birlikte hicret yolculuğunda Medine'ye varmadan önce uğradığı son durak Kuba'dır. Onlar burada konaklamış ve ilk mescidi de buraya inşa etmişlerdir. Bu mübarek mescit için Efendimiz sas bir de müjdesi vardır , " Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra , başka maksatla değilde sadece namaz kılmak için Kuba Mescidi'ne giderse umre sevabı alır " 

¹⁷ 
Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mekke'den yola çıkıp on bir günlük yolculuktan sonra sabah namazını Beni Uneyf mescidinde kıldıktan sonra Kubâ’ya ulaşınca, Evs'in bir kolu olan Amr b. Avf oğullarından Külsûm b. Hidm'in evinde misafir kaldı o zamanlar yaşı 100 bulmuş bir sahabe idi ; genişliğinden dolayı daha uygun gördüğü Sa'd b. Heyseme'nin evinde de ashabıyla sohbet etti Darü'l Erkam'ın Kuba şubesi de diyebiliriz. Kubâ’da kısa bir süre kalan Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, inşaatında kendisinin de bizzat çalıştığı ilk mescidi yaptırdı. Açlıktan karnına 2 taş bağlayarak inşa eden efendimizin hatrına Kuba'nın değerini anlamak lazım. Kur’ân'da sözü edilen, ilk günden takvâ üzerine kurulduğu belirtilen mescidin” (et-Tevbe 9/108) Kubâ Mescidi olduğu kabul edilir. Daha sonra sahabeleriyle birlikte Medineye doğru yola çıkıyorlar. Medine'de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazan da pazartesi günleri ve Ramazan'ın 17. günü Mescid-i Kubâ’ya giderek namaz kılar, burada verilen Kur’ân derslerini denetler, kendisine sorulan soruları cevaplandırırdı.
Gelin Sa'd bin Heyseme,'nin evi gibi Kuba dan aldığımız ruhla kendi evlerimizi Kuran ve sünnetle buluşturalım. Evin bütün fertleriyle Kur'an ve sünnetleri okuyup şuur ve bilincimize dönüştürelim. 

↓ 17 DK YÜRÜME 

Cuma Mescidi ; Kuba'dan ayrılan Efendimiz Medine halkı tarafından tam burada heyecan içinde O'nu sas beklemeye başlar. Veda Tepesi üzerinde gelmekte olan Efendimizi gören sahabeler ' Taleal Bedru'larla hoşgeldiniz derler. Bu karşılamadan sonra İslam'ın ilk cuma namazı tam burada kılınır . 
Kuba Mescidi ile arası sadece 350m olmasına rağmen o gün bütün Medineliler yollara dökülmüş Efendimiz bu yolu 4 saatte anca gelebilmişti.Cuma vaktinde gelen Efendimiz ilk Cuma namazını kıldırmış ve Medine'de ki ilk Cuma Hutbesi yapmıştır. 
“Ey insanlar! Sağlığınızda ahiret için hazırlık yapınız. Biliniz ki kıyamet gününde herkes yaptığından hesaba çekilecektir. Sizlerden her biri çobansız bırakacağı koyunundan sorumlu tutulacak. Sonra Rabbi ona tercümansız ve aracısız olarak şöyle diyecek: ‘Sana Resûlüm gelip de emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal mülk verdim, pek çok iyiliklerde bulundum. Ya sen kendin için ahiret azığı olarak ne getirdin?’ Bu soruyla karşılaşan şahıs sağına soluna bakacak ancak hiçbir şey göremeyecek. Önüne baktığında ise cehennemi görecek. Öyleyse yarım hurma ile dahi olsa cehennemden korunmaya çalışınız, onu da bulamayan güzel bir sözle kendisini kurtarmaya baksın. Zira bir hayır için on katından yedi yüz katına kadar sevap verilir. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.”

Allah Resûlü bu ilk hutbesini bitirdikten sonra yeniden kalktı ve ikinci hutbesini okudu:

“Allah’a hamd olsun. O’na hamd eder ve O’ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınırız. Allah’ın doğru yolu gösterdiği, hidayet ettiği kişiyi kimse saptıramaz. Saptırdığını da kimse doğru yola iletemez. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tekdir, O’nun eşi ve benzeri yoktur. Sözlerin en güzeli Allah’ın kitabıdır. Allah Celle kimin kalbini Kur’ân’la süslerse onu kâfir iken İslâm’a sokar. O kimse de Kur’ân’ı başka sözlerden üstün kılarsa kurtulur. İyi bilin ki, Allah’ın kitabı sözlerin en güzeli ve en üstünüdür. Allah’ın sevdiğini seviniz! Allah’ı, bütün kalbinizle seviniz! Allah’ın kelamından ve onu okumaktan usanmayınız. Allah’ın kelamından kalbinize bir karartı gelmesin. Çünkü Allah’ın kelamı, Allah’ın yarattığı her şeyin en üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını ve kullarının seçkini olan peygamberleri ve onların kıssalarını anlatır. Helali ve haramı bildirir. Siz sadece Allah’a ibadet ediniz ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayınız. O’ndan hakkıyla sakınınız. Sözleriniz, Allah’a yönelmiş güzel sözler olsun ve aranızda Allah’ın kelamı ile muhabbetleşiniz. İyi biliniz ki, Allah, ahdini bozanlara, sözünde durmayanlara gazap eder. Allah’ın selamı üzerinize olsun.”

↓ 

HURMA BAHÇESİ

↓ 

GHARS WELL

Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâmın hayatında ayrı bir yeri olan bu kuyunun suyu, aynı zamanda Efendimiz’in gasil suyunun alındığı yerdir…
Medine-i Münevvere’de ovalık bölgelerde su olmasına rağmen bu sular, sıcağa yakın ılık ve acıdır. Tarihî kaynaklara göre, Hicret’ten önce Medineliler sularını şehre uzak güney bölgelerden tedarik ediyorlardı. Bu, Medineliler için son derece zor ve bir o kadar da yorucuydu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hicret ettiği bu nurlu şehirde içme suyu sıkıntısını görmüş ve bu sebeple uğradığı her su kaynağına hususî dua buyurmuşlardır.
Peygamber Efendimiz’in teşrifiyle ayrı bir öneme kavuşan Medine-i Münevvere’de, kendilerine ikram edilen ilk su Gars Kuyusu’nun suyudur. İçimindeki yumuşaklık ve tadının güzel olması sebebiyle Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.); “Bu ne kadar güzel bir sudur.” İfadeleriyle iltifat buyurmuşlardır.Cennetten bir pınar diye övdüğü sudur. 


5.GÜN ; ALIŞVERİŞ

6.GÜN ; MİKAT + MEKKEYE GİDİŞ 

Dhul Hulaifah Miqat Mosque 

Allahümme innî ürîdü'l-umrete fe yessirhümâ lî ve tekabbelhümâ minnî

Allah'ım senin rızan için umre yapmak istiyorum onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur.

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ Şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, lâ Şerîke lek” 


Allahım hamdler yalnız sana mahsustur.Verdiğin binlerce nimete şükürler olsun ya Rab. Bize umre nimetini tatdırdığın için sana şükürlerin en güzelini sunuyoruz kabul eyle. Bizlere cennet kokusunu almayı nasip ettin , hacerülesvede selam vermeyi nasip ettin , o güzel mabedinin etrafında tavaf edebilmeyi nasip ettin , Say da Hacer annemizin rolünü bize oynattığın için Medine de Peygamber şehrinde en güzel anları bize yaşattığın için sana sonsuz hamdler olsun Allahım . Bize bahşettiğin bu nimetlerin şükrünü eda edebilmeyi bizlere nasip eyle . Bu umrede kazandığımız kazanımları bizlere kaybettirme Allahım. Ellerimizi bırakma Allahım ayaklarımızı kaydırma Allahım . Aciziz kullarız kusurluyuz bizlerin üzerinde yardımını inayetini kesme ki şu kulluk adına bize yüklediğin vazifeleri tam adına yerine getirebilelim. Elde ettiğimiz bu güzellikleri hayatımızın imamı kılabilelim Allahım. Kalplerimizi Medineye çevirebilelim Allahım. Evlerimizi , iş yerlerimizi Medineleştirebilelim Allahım. Aziz dinini dünyanın dört bir tarafına duyurabilelim Allahım. Cebrailin her gün gelip gittiği şu topraklarda Peygamberine vahiy getirdiği şu topraklarda Kuranın ocağı olan Medine ikliminde binlerce  sahabenin ayak izinin olduğu şu güzel topraklarda şu güzel coğrafyada bizde sana ellerimizi açtık sana kul olma adına birşey taleb ediyoruz Allahım bize gerçek manada kulluğu öğret . Kulluğun hakkını getirebilmemiz için bizlere yardım eyle. Bu umrede kazandıklarımızı hayatımıza yaymayı nasip eyle. İmanlarımızı korumamız için bizlere güç ver Allahım. Namazlarımızı korumamız için bizlere dirayet ver Allahım. Ailelerimizi korumamız için bizlere muhabbet ver Allahım. Bizlere Hac yapabilmeyi de nasip eyle Allahım. Cennetinde de bulaşabilmeyi Cemalullahı ve Cemalu Resullallahı görebilmeyi nasip eyle Allahım. Dualarımızı kabul eyle günahlarımızı affeyle bundan sonraki hayatımızı kazandığımız bu güzelliklerle geçirebilmek için bizlere kolaylaştır Allahım.

EN SON YAZIM

FAS GEZİ REHBERİ ( ÖN HAZIRLIK )

Follow Us @marifetliparmaklr