MEKKE-MEDİNE GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK) - 2
MEDINE
~Dönerci; 310 numaralı kapıdan çıkıp Gamame mescdini solunuza alarak dümdüz git
~Hurma ; Gamame mescidini sağına alıp ilerlediğinde Taiba Madınam otelin altında ilk katta sağda Ali Rashıd
~Hediyeci ; 5.75 sar isimli yer. Quba Caddesi sol taraftaki dükkanlar
~Nusuk uygulamasından umre ve ravza için randevu al.( Cuma saat 14.00 gibi randevu açılıyor ) . Erkekler 11.00 - 11.30 gibi girerse daha uzun kalabiliyor.
~Medine havaalimanın sağında pasaport başı 5lt zemzem almayı unutma !
~Ravzaya 22 32 numaralı kapıdan sabah ve yatsı namazlarından sonra kadınlara serbest giriş var.
~Sukai Hurması lifi bol şekeri az hurma çeşidi.
~Yeşil Kubbenin önündeki havalandırma Ebu Eyyub el Ensarinin evi.
~Mescidi Nebevide 5 numaralı kapının yanında 6A nolu kapıdan içeri girip yürüyen merdivenlerden 4 defa yukarı çıktığımızda Terasa ulaşabilirsiniz.
~330 numaralı kapının karşısında Bın Dawood çarşısının 2.katında arapça isim yazılı seccade Kuran hediyelik eşya bulabilirsin.
~37 numaralı kapıdan nusuk uygulaması ile Ravza'ya giriş yapabilirsin.
1. Gün ; MESCİDİ NEBEVÎ
"Benim şu mescidimde kılınan bir namaz Mescid-i Haram dışında diğer mescidlerde kılınan bin namazdan daha hayırlıdır. "
Esselâmu Aleyke Ya Resulullah
Esselâmu Aleyke Ya Nebiyallah
Esselâmu Aleyke YA Habibullah
Esselâmu Aleyke ya Hatemün Nebiyyin (Peygamberlerin sonuncusu )
Esselâmu Aleyke ya Rahmetil Alemin
Esselâmu Aleyke ya Emin Vahyillah
Esselâmu Aleyke ya Nuri Arşillah
Esselâmu Aleyke ya Safiyallah
Esselâmu Aleyke ya Hayre Halkıllah
Esselâmu Aleyke ya Seyidel Mürselin
Esselâmu Aleyke ya Şefial Müznibin
Esselâmu Aleyke ya Halifetül Resulullah
Esselâmu Aleyke ya Ebubekir Sıddık
Esselâmu Aleyke ya Yâr-ı Gar ( Mağara Arkadaşı)
Esselâmu Aleyke ya Emirel Mü'minin
Allahümmerda anhü verfa’ derecetehu. Ya erhamerrâhımîn ve ya
ekremel ekremîn.
Esselâmu aleyke ya Ömer ibn Hattab
Esselâmu aleyke ya Ömerül Faruk
Esselâmu aleyke ya Halifetül halife Resulullah
Esselâmu aleyke ya Emirel Müminin
Esselâmu aleyke ya Sahibel Adalet
Allahümmerda anhü verfa’ derecetehu. Ya erhamerrâhımîn ve ya ekremel ekremîn.
Allah'ım Peygamber Efendimiz muazzez kabri şerifinin önünde onun hücrei saadetinin önünde ellerimizi sana açtık dua dua yalvarıyoruz ya rabbi dualarımızı kabul eyle. Salat ve selamımızı iki cihan servetine ulaştır Allah'ım . Selamlarımızı Peygamberimizin sadık dostu Ebubekir Sıddık ulaştır Allah'ım. Selamlarımızı Efendimizin sadık dostu Hz. Ömer ulaştır Allah'ım. Ümmet olma şerefine ulaştık şükründen aciziz ya Rabbi . Mahcubuz onun bize emanet ettiği davaya sahip çıkamadık ona layık ümmet olamadık sancağı ötelere taşımayadık birazdan huzuruna çıkacağız ama çıkacak yüzümüzü yok Allah'ım nolur bir an önce gerçek manada ümmeti Muhammed olmanın ne demek olduğunu anlayacak kaliteyi bize nasip eyle. Tut ellerimizden Allah'ım kaldır bizi Allah'ım. Sünneti Muhammed ile dirilt bizi Allah'ım.Gercek manada Peygamberini sevebilmeyi nasip eyle Allah'ım.Bu mahcubiyetlerimizi giderecek nifaklar, ameller nasip eyle Allah'ım.Ona ümmet olmanın gereği neyse ona ortaya koymayı bizlere nasip eyle Allah'ım. Har anımızı onun ümmeti olma bilinciyle hareket etmeyi nasip eyle Allah'ım .Onun rahmetinden şefaatinden cemalinden nurundan ahlakından de bizleri nasipdar eyle. Şu güzel topraklarda hakkıyla istifade etmeyi nasip eyle Allah'ım. Ellerimizi bırakma Allah'ım. Gönüllerimizi saptırma Allah'ım. Evlerimizi sünneti Muhammed ile şekillendirelim Allah'ım. Sen dualarımıza icabet eyle Allah'ım. 🤲
1. Toplantı Sütunu (Vüfut / Elçiler Sütunu)
Hz. Peygamber bu direğin bulunduğu yerde Medine’ye gelen heyetleri, elçileri ve misafirleri kabul ederdi.Ayrıca ashabın ileri gelenleri ile de burada toplanır ve önemli kararları burada alırdı.Bu nedenle buraya Heyetler Sütunu da denir.Ayrica yeni bir ayet nazil olduğunda, Efendimiz sas bu sütunun yanına oturur ve gelen ayetleri etrafını saran sahabeye burada aktarırmış .
²⁹ Hicri 9. yıl
Medine'ye vardığında Efendimiz cariyesi Mariye annemizden bir oğlu olduğu haberini aldı. Ama henüz On yedi veya on sekiz aylıkken İbrâhim’in hastalanması üzerine Resûlullah, Abdurrahman b. Avf ile birlikte Ümmü Bürde’nin evine gitti ve evladını kucağına aldı, bir müddet sonra da İbrâhim öldü. Efendimiz gözyaşlarına hakim olamadı ;
Göz yaş döker, kalb teessür duyar. Biz, Yüce Rabbimizin râzı olacağı sözden başkasını söylemeyiz. Vallahi, ey İbrahim! Senin ayrılığın bizi fazlasıyla mahzun etti!"
Bir erkek evlâda doyamamanın hasretli gözyaşlarını akıtan Efendimiz, daha sonra karşısındaki dağa bakarak şöyle buyurdu:
"Ey Uhud ! Eğer, bendeki üzüntü sende olsaydı, muhakkak yıkılmış gitmiştin. Fakat biz, Allah'ın bize emrettiğini söyleriz: 'İnnâ lillahi ve İnnâ ileyhi râciûn"'
Hz. İbrahim'in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Halk bunun, onun vefâtıyla ilgili olduğunu sanarak, "İbrahim'in ölümü sebebiyle güneş tutuldu." dedi. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz bunu duyunca, Mescid-i Şerife vardı ve Allah'a hamd ve senâdan sonra Ashab-ı Kirama şu dersi verdi
"Ey insanlar! Biliniz ki, güneş ve ay; Allah'ın kudret alâmetlerinden ikisidir. Bir kimsenin vefatı veya birinin hayatı sebebiyle tutulmazlar. Bunları tutulmuş gördüğünüzde, hemen mescidlere gidiniz. Onlar açılıncaya kadar da Allah'a duâ ediniz, namaz kılınız!"
Heyetler Yılı ;
Huneyn’den dönünce Arap Yarımadası’nın her tarafından Arap kabilelerinin gönderdiği hey’etler, İslâm’a girdiklerini îlân ederek Medîne’ye gelmeye başladılar. Fetih gerçekleşince, her kabile İslâm’a koştu. Böylece İslâm bütün Arap Yarımadası’nı kapladı. Yarımada ilk defâ siyâsî olarak tek bir bayrak altında toplandı.
Gelen heyetlerden biri de henüz müslüman olmamış Temîmoğulları kabilesinden bir grup mescide gelerek, Hz. Peygamber'in eşlerinin bulunduğu odaların arkasından bağıra bağıra "Muhammed! Muhammed" diye Hz. Peygamber'i çağırdılar. Efendimiz son derece üzülmüştü ve Hucurat süresi nazil oldu ;
"Ey inananlar. Peygamberin yanında seslerinizi onun sesinden daha çok yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi onunla bağırarak konuşmayın ki, siz farkında olmadan amelleriniz boşa gider. Rasûlullah'ın yanında seslerini kısanlar öyle kimselerdir ki Allah onların kalblerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır. Odaların ardından seni çağıranların çoğu aklı ermeyenlerdir..."(2-4).
Tebük Gavzesi ;
Bizans imparatoru, Mûte Harbi’nin kendisinde bıraktığı tesir sebebiyle, vakit geçip Müslümanlar daha fazla kuvvetlenmeden bütün Arabistan’ı istîlâ etmek niyetinde idi. Bunun için de Hıristiyan Araplar’ı kullanmak istiyordu. Buna namzet gördüğü Gassânîler de zâten böyle bir hareket için çoktan hazırdılar. Durum bu safhada iken Medîne’ye gelen ticâret kervanları, düşmanın hazırlıklarını Müslümanlara bildirerek çok yakında beldelerinin hücûma uğrayacağını söylediler.
Allah'ın Resulu (sav) diğer gazvelerde genellikle seferin nereye olacağını gizli tutarken bu defa Bizans ordusuna karşı bir sefer düzenleneceğini açıklamıştı. Çünkü gidilecek yer uzak, havalar sıcak ve kurak, düşman güçlü idi. Ordunun buna göre hazırlık yapması gerekiyordu. Mekke'den ve diğer Arap kabilelerinden asker toplamak için de görevliler çıkarılmıştı.
Hz. Peygamber (asv) savaş için hazırlık yapılmasını emrettiği zaman mevsimin olumsuzlukları, ürünün hasat zamanı oluşu ve insanların yazın sıcağında ağaç gölgesinde oturmayı sevmesi yüzünden, böyle sıkıntılı bir yolculuğa isteksizlik vardı. Ashab-ı kiramın ağır davranması dikkati çekmişti. Bu yüzden Allah'u Teâlâ müminleri şöyle uyardı:
"Ey iman edenler! Size ne oluyor da: Allah yolunda cihata çıkın, denildiğinde, bazılarınız ağırdan alarak, bulunduğunuz yerden kımıldamak istemiyorsunuz? Yoksa siz ahireti bırakıp, sadeœ dünya hayatına mı razı oldunuz? Halbuki dünya hayatının geçici zevki ahiret saadeti yanında pek az ve değersizdir." (Tevbe, 9/38).
Devamı ayetlerde, eğer bu cihata çıkmazlarsa can yakıcı bir azapla karşılaşacakları, bunun zararının Allah'a değil kendilerine olacağı, Allah'ın Resulune yardım etmeseler bile, Allah'ın O'na yardım edeceğini, nitekim Mekke'den hicret ederken de Resulullah'a yardım edildiği, mağarada da o, arkadaşına; "üzülme, Allah bizimle beraberdir" diyordu, böylece Allah'ın Resulune emniyet ve güven verdiği, şimdi de aynı yardımı yapabileceğini bildirdi (Tevbe, 9/39, 40).
"Ey müminler! Güçlünüz, zayıfınız hep birlikte savaşa koşun. Allah yolunda mallarınızla canlarınızla cihat edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır."(Tevbe, 9/41).Bunun üzerine servet sahibi müminler orduya yardım getirmeye başladılar. Hz. Ömer servetinin yarısını bağışlamıştı , Hz.Ebubekir ise tamamını o geçilemeyen adamdı.
Hz. Osman ise ordunun techizinde en büyük yardımı yapmıştı. O, üçyüz deve, yüz at bağışlamış, ayrıca bin altın lirayı Resulullah'ın kucağına dökünce, Allah elçisi; "Ey Allah'ım! Ben Osman'dan râzıyım, sen de razı ol" diye dua etmiş ve Osman'ın bundan sonra olmuş olacak şeylerden bir sorumluluğunun bulunmayacağını bildirmiştir
Münafıkların başı Abdullah b. Ubey b. Selül; "Muhammed Roma devletini oyuncak mı sanıyor? Onun ashabıyla birlikte yakalanıp esir olacaklarını gözümle görmüş gibi biliyorum" diyerek halka korku ve ümitsizlik vermeye çalışıyordu. Münafıklardan bir topluluk hiçbir özürleri olmadığı halde Tebük seferine katılmamak için Hz. Peygamber'den izin istediler. Allah'ın Resulu seksenden fazla münafığa izin verdi.
"Onlardan bazısı peygambere: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme" diyordu. Bilin ki onlar zaten fitne içine düşmüşlerdir. Şüphesiz cehennem, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır" (et-Tevbe, 9/49).
"Cihatdan geri kalanlar, Allah'ın Resulune muhalefet ederek oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihat etmeyi hoş görmediler. "Bu sıcakta savaşa çıkmayın " dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır". Keşke bilseydiler. Yaptıklarının cezası olarak, artık az gülsünler çok ağlasınlar" (et-Tevbe, 9/81, 82)
“(Ey Resûlüm!) Eğer yakın bir dünyâ menfaati ve kolay bir yolculuk olsaydı, (o münâfıklar), mutlakâ Sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar; «Gücümüz yetseydi mutlakâ sizinle berâber çıkardık!» diye kendilerini helâk edercesine Allâh’a yemîn edecekler. Hâlbuki Allâh, onların kesinlikle yalancı olduklarını biliyor.” (et-Tevbe, 42)
“(Ey Resûlüm!) Allâh’a ve âhiret gününe îmân edenler ise malları ve canlarıyla savaşmaktan (geri kalmak için) Sen’den izin istemezler. Allâh takvâ sâhiplerini pek iyi bilir. Ancak Allâh’a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp (bu) şüpheleri içinde bocalayanlar Sen’den izin isterler.” (et-Tevbe, 44-45)
“...Allâh onların davranışlarını çirkin gördü ve onları geri koydu. Onlara: «Oturanlarla (kadın ve çocuklarla) berâber oturun!» denildi. Eğer sizinle (onlar da harbe) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir faydaları olmazdı ve mutlakâ fitne çıkarmak isteyerek aranızda dolaşırlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allâh zâlimleri gâyet iyi bilir.” (et-Tevbe, 46-47)
Mümin oldukları halde ihmalcilik yüzünden sefere katılamayanlar da olmuştu. Bunlar: Kâ'b b. Mâlik, Mirâre b. Rabî' ve Hilâl b. Ümeyye (r. anhüm) idi.
Kâ'b b. Mâlik; Tebük seferine katılmak için her türlü imkâna sahip olduğu halde sırf ihmalciliği nedeniyle bu gazaya katılamadığını şöyle belirtmiştir: "Hz. Peygamber bu gaza için hazırlanmaya başladılar. Ben de onlarla birlikte yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiç bir iş görmeden akşam üzeri döner, gelirdim. Kendi kendime; hazırlanmak için çok vaktim var, derdim. Bu ihmalcilik bende sürdü gitti. Sonunda Resulullah ve ashabı birden yola çıkıverdiler"
Diğer iki sahabe de benzer ihmal içinde olup gecikmişler ve sefere katılmamışlardı. Ancak daha sonra bu üç sahabe ruhen çok daraldı ve dünya kendilerine dar geldi.
Sefer dönüşü Hz. Peygamber'in huzuruna girince mazeret uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylediler.
Resulullah (s.a.s) halkı bu üç sahabe ile görüşüp konuşmaktan menetti. Üçü de bir köşeye çekilerek elli gün süreyle yalnızlığa itildiler. Dünya başlarına zindan oldu. Kırk gün geçince Hz. Peygamber bunlara Hüzeyme b. Sâbit (r.a)'i göndererek kadınlarından da ayrı durmalarını bildirdi. Böylece eşlerinin cihaddan geri kalan bu sahabelere hizmeti de men edilmiş oluyordu. Yalnız Hilâl b. Ümeyye'nin eşi Allah elçisine gelerek; "Hilâl yaşlıdır, hizmetçisi de yoktur. Yalnız mutfak işlerine yardımcı olsam" diye izin istedi. Kendisine yalnız ev hizmeti için izin verildi.
Elli gün tamamlanınca bu üç sahabenin mağfiret edildiğini bildirilen ayet indi ;
"Ve savaştan geri kalan o üç kişinin tövbesini de kabul etti. Bütün genişliğine rağmen yeryüzünün kendilerine dar geldiği, ruhları son derece sıkıldığı, Allah'tan başka bir sığınak olmadığını anladıkları zaman tövbe etsinler diye, Allah onları bağışlamıştı. Şüphesiz ki, Allah, tövbeleri çok kabul eden ve çok merhametli olandır" (et-Tevbe, 9/118).
İslâm ordusunun yolculuğu son derece meşakkatli geçiyordu. Sıcak bunaltıcı idi. Üç kişiye bir deve düştüğünden, ashâb sırayla deveye biniyorlar, bu da bir hayli sıkıntı veriyordu. Bir hurmayı iki kişi bölüşüyordu. Bâzen su bulmakta güçlük çekiliyordu. Bu yüzden abdest alırken, âzâlar bir defâ yıkanmaktaydı. Mestler üzerine mukîmlerin bir, seferî sayılanların üç gün meshetmesi emredildi.[9] Bir ara Allâh Resûlü duâ buyurdular ve sâdece İslâm askerinin bulunduğu yere yağmur yağdı.
İslâm ordusu, yolları üzerinde bulunan Semûd kavminin helâk olduğu Hicr mevkiinden geçerken, Allâh Resûlü ashâb-ı kirâma:
“–Burası kaçılacak bir vâdidir!” buyurdular.
Ardından:
“–Kendilerine zulmedenlerin yurduna ağlayarak girin. Yoksa onların başına gelenler sizin de başınıza gelebilir.” buyurdular. Sonra başlarını örterek o bölgeyi hızlı geçtiler. Oradan alınan suları döktürdüler. İsraf husûsunda çok titiz olmalarına rağmen, bu su ile yapılmış olan hamurları da attırdılar.
Çünkü kahır mekânları, dûçâr olduğu felâketin kaderini kıyâmete kadar devâm ettirmektedir.
Hicr'le Tebük arasında bir konaklama yerinde tan yeri ağardıktan sonra Allah elçisi ihtiyacını gidermek için uzak bir yere gitmişti. Cemaat güneşin doğmasından korkarak Abdurrahman b. Avf (r.a)'ı öne geçirdiler. Hz. Peygamber abdest alıp dönünce Abdurrahman rukû'da idi. Cemaat Resulullah'ın geldiğini anlayınca neredeyse namazı bozacaklardı. Abdurrahman da imamlıktan çekilmek istedi. Fakat Resulullah (s.a.s)'in işareti ile namaza devam etti. Allah elçisi bir rekâtı imamla, bir rekâtı da selãmdan sonra ayağa kalkarak tek başına kıldı. Namaz bitince de; "Güzel yaptınız" buyurdu .
Yolculukta Allah elçisi uykuya dalmış tan yeri ağarmıştı kalktığında hemen Bilali buldu Resulullah (a.s) Bilâl'e: "Bizi niye kaldırmadın ey Bilal" diye buyurdu. Bilâl: "Seni uyutan beni de uyuttu Ya Resulullah " dedi. Hz. Peygamber o yerden kalkıp biraz gittikten sonra, diğer namazın vakti girmeden önce sünneti sonra da farzı kaza etti.
İslâm ordusu, Tebük’te karargâhını kurduğu hâlde düşmandan en ufak bir hareket göze çarpmıyordu. Çünkü bu kadar büyük bir İslâm ordusunu gören hristiyan Arap kabîleleri, daha evvel Mûte’deki üç bin kişilik bir îmân ordusunun gösterdiği kahramanlıkları da hatırlayarak savaşma azimleri kırılmış ve harpten çekinmişlerdi. Bizans ise Arabistan’ı istîlâ fikrinden çoktan vazgeçmişti. Zîrâ Bizans imparatoru o esnâda Humus’ta kendi memleketinin iç meseleleriyle uğraşmaktaydı. Böylece Arabistan’ın istîlâ edileceği haberlerinin, hristiyan Gassânî Arapları’nın bir abartması olduğu anlaşıldı.
Ancak bu seferle İslâm ve Müslümanlar büyük bir izzet kazandılar. Arabistan’ın kuzey hudutları tamâmen emniyet altına alındı. Eyle hükümdârı, Cerba ve Ezruh halkları, Meknâ Yahûdîleri Hazret-i Peygamber’den cizye karşılığı emân dileyerek Müslümanların himâyesine girdi
İslâmiyetin kökleşmesiyle birlikte Medîne ve Mekke’den ayrılan Ebû Âmir Fâsık adında Hazrecli bir hristiyan, Bizans’a sığınmış, durmadan münâfıkları kışkırtıyordu. Bu fesat kazanının irtibat noktası olarak da Kubâ Mescidi’nin biraz aşağısında bir mescid inşâ etmişlerdi. Bu, meşhûr Dırâr Mescidi idi...
Yapmayı düşündükleri bir suikast için de Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i, Tebük Seferi’nden önce buraya dâvet etmişler, ancak O’nun:
“–Sefer dönüşünde inşâallâh!” demesi üzerine İslâm ordusunun dönüşünü beklemeye başlamışlardı.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Medîne’ye bir konak mesâfesi yaklaştıklarında, Cebrâîl -aleyhisselâm- geldi ve zâhirde bir mescid olarak kurulan bu fitne yuvasının içyüzünü haber verdi. Böylece, mescide karşı mescidle, dîne karşı dîni kullanmakla Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e, dolayısıyla bütün Müslümanlara karşı münâfıklar tarafından hazırlanan bu tuzak, maksadına ulaşamadı. Çünkü Cenâb-ı Hak, açık bir şekilde bu hakîkati bildirmekteydi:
“(Münâfıklar arasında) bir de (mü’minlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allâh ve Rasûlü’ne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve; «(Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik!» diye mutlakâ yemîn edecek olanlar vardır. Hâlbuki Allâh, onların kesinlikle yalancı olduklarına şâhitlik eder. (Ey Rasûlüm!) Onun içinde (Dırâr Mescidi’nde) aslâ namaz kılma! İlk günden takvâ üzerinde kurulan mescid içinde (Kubâ Mescidi’nde) namaz kılman elbette daha doğrudur. Onun içinde temizlenmeyi sevenler vardır. Allâh da temizlenenleri sever.” (et-Tevbe, 107-108)
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, emr-i ilâhî mûcibince hareket etti ve Medîne’ye vardıklarında Dırâr Mescidi’ni yaktırdı.
Bu sefer mesele sâdece nifakla kalmamış, açıkça bir tuzak ve komplo mâhiyetini almıştı. Bu sebeple münâfıkların maskesinin yırtılması ve mescid diye yaptıkları hîle evinin yıkılması lâzımdı.
2. Muhafız Sütunu ( Muharres Direği)
Hz. Ali ve emrindeki sahabeler Hz. Peygamberi korumak için burada otururlardı. Hz. Ali, Peygamber efendimizin özel muhafızlığını yapardı. Hz.Ali ile ilgili hatıralar taşıyan bu sütuna Ali Sütunu da denilir. Maide Suresinin 67. ayeti nazil olunca Rasulullah Efendimiz evinden çıkmış ve müminlere "Ey insanlar beni korumak için bir daha buraya gelmeyin, bundan böyle beni Allah (CC) koruyacaktır" demiştir.
3. İtikaf Sütunu
Hz. Peygamber Efendimizin itikafa girdiği yerdir. Peygamberimizin İtikafa girdiği bu yere Serir Sütunu da denir.
4. Tevbe Sütunu (Ebu Lubabe Direği)
Hendek savaşında Mekkeli müşrikler Müslümanlarla savaşmak için Medine’yi kuşatmışlardı. Medine’de yaşayan Yahudi Beni Kureyza kabilesi Medine’yi savunmak için Müslümanlar ile anlaşma yapmışlardı. Yahudiler savaş başladıktan sonra Müslümanlarla anlaşma yapmalarına rağmen hainlik yaparak Mekkeli müşriklerle işbirliği yaptılar.
Hendek savaşının sonunda Müslümanlar galip gelince Hz. Peygamber Yahudilerin bu tutumuna çok kızdı ve bunlara ceza verilmesini istedi. Yahudiler kendilerine nasıl bir ceza verileceğini öğrenmek için sahabeden Ebu Lubabe ile istişare yaptılar. Bu ara Ebu Lubabe farkında olmadan kendilerine nasıl bir ceza verileceği gibi bazı önemli bilgileri Yahudilere söyledi.
Ebu Lubabe birden hata yaptığını ve Hz. Peygambere ihanet ettiğini anlayınca Mescidi Nebeviye geldi ve kendisini bir direğe bağlayarak Allah tarafından tövbesi kabul edilene kadar hiçbir şey yiyip içmeyeceğine dair yemin etti.
ALLAH (CC) 7 gün sonra Ebu Lubabenin tövbesini kabul etmiştir ve bu konu ile ilgili Enfal Suresi 27. ayeti nazil oldu. Bunun üzerine bizzat Hz. Peygamber Ebu Lubabeye tövbesinin kabul edildiği müjdesini vererek iplerini çözdü.
5. Hz. Ayşe Sütunu (Muhacirin Direği)
Hz. Ayşe validemizin bildirdiğine göre Hz. Peygamber burası Mescidi nebevinin en önemli noktalarından biridir demiştir.
Hz Ayşe’nin rivayet ettiği bir başka hadisi şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur. "Mescidimde bu sütunun yanında bir yer vardır ki, insanlar onun faziletini bir bilselerdi orada namaz kılabilmek için aralarında yarışırlardı’’
Ayrıca Mekke’den gelen muhacirler burada toplanır ve bir araya gelirlerdi. Onun için buraya Muhacirin Sütunu da denir.
6. Muhallaka Sütunu (Ağlayan Kütük)
Peygamber mihrabının bitişiğindeki sütundur. Mescidi Nebevi, ilk inşa edildiği zamanlarda Peygamber efendimiz hutbesini buradaki bir hurma kütüğüne dayanarak okuyordu. Bu kütük yıllarca Sevgili Peygamber(sav)’in sesini ve nefesini dinlemişti.
Mescide Cuma namazını kılmak için gelenlerin sayısı günden güne artmaktaydı. Cemaatten birisi Peygamber Efendimize
-Ya Rasulullah! Cemaat gün geçtikçe daha da artıyor. Arka tarafta namaz kılanlar seni görmekte ve sesini duymakta zorluk çekiyorlar. Dilerseniz size bir minber yapalım. Siz de onun üzerine çıkarak cemaate seslenin.
Hz.Peygamber bu fikre sıcak baktı ve sonraki cumaya üç basamaklı bir minber yapıldı.Hz.Peygamber hutbe okumak üzere minbere çıktığı esnada mescidin içerisinde ağlama sesine benzer bir inilti duyulur.
Herkes mescidde iniltinin nereden geldiğini ararken bu iniltilerin hurma kütüğünden geldiği fark edilir. Belliki kuru hurma kütüğü bile onun ayrılığına dayanamamıştır. Bunun üzerine Sevgililer Sevgilisi(sav) minberden iner, o kütüğün yanına gelir, okşar, teselli eder ve cennette dikilip sonsuza kadar müminlere hurma verecek bir ağaç olacağını müjdeler. Kütüğün inlemeleri yavaş yavaş azalır ve susar...
ResuI-i Ekrem ashabından bir grupla birlikte Beni Muaviye Mescidi'ne uğramış, iki rek'at namaz kılmış ve ardından uzunca bir süre dua ettikten sonra orada bulunanlara şunları söylemiştir: "Rabbimden üç şey istedim. Bana ikisini verdi, birini vermedi. Rabbimden ümmetimi kıtlıkla helak etmemesini istedim, onu bana verdi. Ondan ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, onu da verdi. Felaketlerini kendi aralarında vermemesini (tefrikaya düşmemelerini) kendi içinde bölmemesini, bir birine düşürmemesini diledim, bunu bana vermedi" . Resulullah'ın duasının Cenab-ı Hak tarafından kabulü dolayısıyla bu cami Mescid-i ıcabe diye anılmıştır.
Hicretin 9. (631) yılında Medine'ye gelen Necran heyeti ile
Hz. Peygamber efendimiz (sallallahu Aleyhi vessellem) arasında hristiyanlık
konusunda tartışma meydana gelmiş, nazil olan ayet (Al-i imran 3/61)
Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki ‘’Sana gerçek bilgi geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında münâkaşa ederse onlara de ki: “İddianızda samimi iseniz gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı, öz nefislerimizi ve öz nefislerinizi çağıralım, sonra gönülden dua edelim de Allah’ın lânetinin yalancılar üzerine inmesini dileyelim.” bu ayet doğrultusunda Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vessellem) yanına Hz. Ali. Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i alarak Necran heyetinin yanına gitmiş ve ilgili ayetleri okuyarak kendilerini Mescid-i icabe'nin bulunduğu yerde mübaheleye (beddua) davet etmişti. Ancak NecranIılar Hz.Muhammed'in (sallallahu aleyhi vessellem) peygamber olma ihtimalini göz önüne alarak buna cesaret edememişlerdi. Bu olay sebebiyle adı geçen cami "Mescid-i Mübahele" Mülâane diye de anılır.
Allahümme innî ürîdü'l-umrete fe yessirhümâ lî ve tekabbelhümâ minnî
Allah'ım senin rızan için umre yapmak istiyorum onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur.
“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ Şerîke leke
lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, lâ Şerîke lek”