25 Nisan 2024 Perşembe

MEKKE - MEDİNE GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK ) - 1

Nisan 25, 2024 0 Comments

MEKKE ; 

Bismillahirrahmanirrahim

Elhamdü lillahi rabbil alemiyn. Vesselatü vesselâmü ale seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmaiyn.

Allah'ım bu çıktığımız umre yolculuğunu bize kolaylaştır. Kendi katında salih bir amel olarak kabul buyur. Yüreklerimizde ki perdeyi kaldır Allah'ım. Zihinlerimizdeki perdeyi kaldır Allah'ım. Yeryüzünün en güzel coğrafyasında istifade edebilmeyi nasip eyle Allah'ım . Dilimizin bağını çöz ki senin evinin yanında hakkıyla dua edebilelim Allah'ım. Bu güzel yolda en güzel şekilde istifade edebilenlerden eyle Allah'ım. Senin peygamberin her ne dediyse biz ona inandık iman ettik o bizi Allah'ın elçileri olarak isimlendirdi bizde şimdi o elçilerin olarak İbrahimin şehri Peygamberimizin şehrine senin mabedine geliyoruz sen bu yolculuğumuzu hakkıyla icabet etmeyi nasip eyle. İhramın hakkını getirebilmeyi nasip eyle Allah'ım. Telbiye getirirken söylediğimiz o ilahi sözleri hakkıyla idrak edebilmeyi nasip eyle Allah'ım. Telbiye şuuruyla bir hayat yaşayabilmeyi bir ömür buyur Allah'ım diyebilmeyi nasip eyle Allah'ım. Günahlarımızı bağışla Allah'ım. Bu meşakkatli yolculuğu bize kolay eyle Allah'ım. Hakkıyla bu umreyi tamamlayabilmeyi nasip eyle Allah'ım .Günahlarımızdan anamızdan doğmuş gibi tertemiz bir şekilde arınmış senin huzuruna gelebilmeyi nasip eyle Allah'ım. Bizleri affolunmuş kullarının zümresinde eyle Allah'ım. Bu yolculuğun hayırlara başlayıp hayırlarla devam edebilmeyi nasip eyle Allah'ım. 🤲

Telbiyeler getirerek yolculuk yap. 


HHR train uygulamasıdan Mekke-Medine arası hızlı tren bileti al.

~Al Baik big baik yiyebilirisin

~Kabenin 79 nolu kapısından çıkıp sağ taraftan yürüdüğünde 02 nolu otobüsün kalktığı durak var Ayşe Mescidine gelip ihramını mescidde giyebilirsin. ( Cervel Bus Station 2 ve 12 numaralı otobüs) 

~Uber kullanarak kutsal yerlere gidebilirsin.

~Kral Fahd kapısının karşısında yürüyen merdivenlerin hemen yanında erkekler için abdest alma yeri karşısında kadınlar için abdest alma yeri bulunuyor. Dışarı çıkmadan abdest alabilirsin.

~ABRAJ HYPERMARKET ihtiyaçlarını alabilirsin.

~Oranın yerlileri Abdülaziz kapısının altında o zamanın putları Uzza ve Menat gömüldüğü söyleniyormuş.

~Farklı mezhepler olduğu için farklılıklarına ona yorumlayalım. 

~Farz bittikten sonra kamet getirilmediği için 2 sünneti kılacağız. 

~Özellikle Cuma sabahlarinda 1.rekatta secde ayeti okuyabilir. Anında secde edileceği için namazı karıştırmayalım. 

~Tavaf alanına ihramsız girilmez. Umrelerimizi çoğaltarak tavaf yapalım. Ama şöyle yapabiliriz Umremiz bitti tıraş oldun o zaman elbise üzerindeyken tavaf yapabilirsiniz. Kabe'ye dokunabilirsin dua edebilirsin. Tavaftan hemen sonra 2 rekat namazımızı kılalım ve Say hemen yapalım arayı çok açmayalım. 

~İç çamaşırını çıkarmayı unuttun orta hataya girdiği için 100 riyal sadaka ödemen gerekiyor, kokulu sabun kullandın bir tüyünü kopardın az hataya girdiği için 20-30 riyal sadaka vermen gerekiyor. Temizlik yapan görevlilere verebilirsiniz.

~Başkası adına umre yapılmaz ama yaptığın tavaf ve umrenin sevabını başkasına hediye edebilirsin. Hudeybiye Umresini özellikle Efendimize hediye edebiliriz. 

1.GÜN ; UMRE + SAHABE EVLERİ

TENİM UMRESİ ; 

Allahümme innî ürîdü'l-umrete fe yessirhümâ lî ve tekabbelhümâ minnî

Allah'ım senin rızan için umre yapmak istiyorum onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur.

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ Şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, lâ Şerîke lek” 

Allahım senin rızan için umre yapmak istiyoruz onu bize kolaylaştır.Hakkıyla yapabilmeyi bizlere nasip eyle Allahım.Niyetlerimizi getirdik kefenlerimiz olan ihramları sırtlarımıza geçirdik dünyalık ne varsa geride bıraktık şimdi İbrahim'in ve Hacer'in görevini oynamak için Kabe'ye yeryüzünün en güzel mescidine gideceğiz Allahım attığımız her adımı senin bizden istediğin ruhla atabilmeyi nasip eyle tavafı senin rızana uygun bir şekilde yapabilmeyi bizlere nasip eyle.Sa'yı Hacer annemizin yaptığı şekilde yapabilmeyi nasip eyle.Tıraşı Allah resülünün bize öğrettiği şekilde yapabilmeyi nasip eyle. Okuduğumuz duaları şuurla yapabilmeyi nasip eyle.Sana feryadımızı yüreklerimizin ta derinliklerinden gelerek içten bir şekilde yapabilmeyi nasip eyle.Burada Aişe Mescidinde Aişe annemize binlerce kez selam olsun onun yolunda yürüyebilmeyi bizlere kolaylaştır Allahım. Bizleri Aişe annemizin yolundan yürüt Allahım.Onun ahlakını onun edebini kuşanabilmeyi nasip eyle Alahım.Aişe gibi vakarı temsil edebilmeyi bizlere nasip eyle Allahım.Aişe annemiz gibi  evleri Medineleştirmeyi öğrenip uygulayabilmeyi nasip eyle Allahım.Dualarımızı kabul eyle Allahım. Günahlarımız affeyle Allahım.Bu topraklarda hakkını vererek umre yapmayı nasip eyle Allahım.


Yeryüzünde insan yapısı olan ilk mekân . İlk kez Hz.Adem tarafından inşa edilmiş Nuh tufanı ile yıkılmıştır.Binlerce yıl gizli kalan Kabe'yi yeninden ortaya çıkarmak ve inşa etmek Hz.İbrahim'e nasip olacaktır.

“Bütün insanların Allah’a ibadet etmeleri için yeryüzünde kurulan ilk mabet, âlemlere hidayet, rahmet ve sevap kaynağı olan Mekke’deki Kâbe’dir.” ( Ali İmran 96)



Mescid-i Haram'a Babüsselam'dan girmek sünnettir.Peygamber Efendimiz(sas) Mekke'ye geldiğinde bu kapıyı kullanırmış. (25)



TAVAF ; 



Hacerül Esved ' I selamlamak , Allah'a verilmiş olan sözü yenilemek anlamındadır. Ruhlar aleminde verilen söz burada yeniden sembolik olarak tazelenmiş olur.  Hacerül Esved kıyamet günü kendisini selamlayana şahitlik edecektir. 

Rükn-i Yemani'nin önüne geldiğinde ellerini kaldırarak buraya doğru selam verir.Burada hem Hz İbrahim, hem Peygamber Efendimiz sas durup dua etmişler buraya yönelerek selam vermişler eğer imkan varsa dokunup öpmüşler. Tavaf edenler bu noktada sünnete ittiba edip dualara icabet edilen bu yerden geçerken "Rabbena" duasını okuyor. Rabbena duası okuduğun zaman 70 bin melek seninle birlikte amin diyor meleklerle birlikte tavaf ediyoruz bu bilinçle hareket edelim . 

Yemen Köşesi ile Hacerül Esved köşesi arasındaki duvarda Peygamber Efendimiz sas namazlarını burda eda edermiş.Daha o günlerde ibadetlerini Mescid-i Aksa'ya yönelerek yapması Efendimizin gönlü Kabe'ye dönerek ibadet etmek istediğinden bu yöne doğru namaz kıldığında Mescid-i Aksa'ya yöneliyor ama Kabe'yi önüne almış oluyordu. Bir diğer sebep ise Kabe duvarının tam karşısında Mekke'nin ileri gelenlerinin toplandıkları Darü'l Nedve'bulunuyordu. Peygamber Efendimiz sas Kabe civarında ibadet esnasında görüp rahatsız eden güruh bu duvar önünde onu göremiyor ve rahatsız edemiyorlardı. 

Hz.Peygamber Rüknü Yemeni'de 70 bin meleğin bulunduğunu ve "Allah'ım şüphesiz ben senden afv, dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver ve bizi ateşin azabından koru" diye dua edenlere Amin dediğini haber vermiştir.

Mültezem ; Kabe kapısı ile Hacerül Esved arasına denir. Peygamber Efendimiz sas burada yapılan duaların reddedilmeyeceğini beyan etmiştir.

Hurfe-i Muaccin ; Hz.İbrahim ile Hz.İsmail'in Kabe'yi yaparken harç kazdığı yer 

Makamı Cibril;Cebrail as Efendimiz'e imam olmuş ve namazın kılınışını tarif etmiştir.

Hicr-i İsmail ; Kabe'nin tamiratı sırasında inşaat malzemelerinin azlığı sebebiyle Kabe'nin binası olduğundan daha küçük yapılmıştır ve dışarıda kalan kısım bir duvarla çevrilmiştir. Hatim olarak da adlandırılan bu kısımda kullanan namazlar Kabe'nin içinde kılınmış olarak kabul edilir.Rivayete göre Hz Hacer ve Hz.İsmail'in kabirleri de buradadır. 

Makamı İbrahim; Hz.İbrahim Kabe'yi inşa ederken bir taşın üzerine basmış  merdiven görevi gibi kullanmış daha sonra bu taşın üzerine basarak insanları Allah'ın mabedine çağırmıştır ve mübarek ayak izleri bu taşın üzerine kalmıştır.Kabenin imzası gibidir.

“Orada (Mekke’de) Allah’ın (c.c) varlığını ve kudretini bildiren Beytullah’ın İbrahim tarafından bina edildiğini gösteren İbrahim’in makamı gibi deliller vardır. Kim oraya girerse güvenliğe ve huzura kavuşur. Ona bir yol bulabilenlerin (imkânı olanların) Beytullah’ı Hac ve ziyaret etmeleri, Allah tarafından üzerlerine farz kılınmıştır. Kim Haccı inkâr ederek küfre girerse, şüphesiz ki Allah âlemlerden ganidir.” (Ali İmran 97)

Miraç Sütunu ; Efendimiz sas amcasının kızı Ümmü Hani'nin evinde iken Miraça yükselmiştir.Bu mübarek yerin işaretlenmesi Yavuz Sultan Selim tarafından kırmızı granittten sütun yerleştirilmiştir. Yemen Köşesinin karşısında.

¹⁴ Nübüvvetin 12.senesi 

Habeşistan yurdunda vatan hasreti çekenler, babasının özlemiyle gözyaşı döken Rukiyyeler, Mekke sokaklarında bin bir zulme maruz kalan garipler vardı. Sanki her şey bitmiş,  umutlar tükenip gitmişti. Âlemlerin Rabbi  tam bu sırada Muhammed aleyhisselâm’ın Tâif’teki hüzün dolu duasına, İsrâ ve Mirâc mucizeleriyle cevap verdi.

İsrâ, Efendimiz aleyhisselâm’ın bir gece vakti amcası Ebu Talib’in kızı Ümmühânî’nin evinde uyku ile uyanıklık arası bir durumda iken  Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi; Mi’râc ise aynı gece Mescid-i Aksâ’dan yedi kat göklere, Sidretü’l-Müntehâ’ya ve ötelerine yükselmesiydi.İsrâ Suresi’nin ilk ayetinde İsrâ mucizesi anlatılırken Necm Suresi’nde Mi’râc mucizesine işaret ediliyordu.

"Kulu Muhammed’i bir gece Mescid-i Haram’dan alıp Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah her türlü kusurdan ve ortaktan uzaktır.( Sübhan) O Mescid-i Aksâ ki biz onun etrafını bereketli kıldık ve bu gece yolculuğunu o seçkin kula büyük işaret ve delillerimizden bir kısmını gösterelim diye yaptırdık. Şüphesiz ki O, evet O, her şeyi hakkiyle işiten, kemâliyle görendir. ( İsra ) "

Âlemlerin Rabbi, İsrâ mucizesini anlatırken Muhammed aleyhisselâm’ın kulluk vasfını vurguluyor, Sevgilisini başka bir ifade ile değil kul olmasıyla zikrediyordu. Öyleyse Rabbe kulluk en yüce makam, sıfatların ise en güzeliydi. Rasûl-i Zişân Efendimiz, her şeyden önce Allah’ın kulu sonra Rasûlüydü. 

Recep ayının yirmi yedisi, Pazartesi gecesiydi. Cebrail aleyhisselâm geldiğinde Kureyş derin uykuda, Muhammed Mustafa Mescid-i Harâm’daydı.  Cebrail, Allah Rasûlü’nü sırtüstü yatırdıktan sonra göğsünü yardı, kalbini çıkarıp zemzemle yıkadı. İman ve hikmet nuruyla doldurduktan sonra yerine koydu ve göğsünü kapattı.  Belki de Allah Teâlâ kulunu mübarek ve olağanüstü yolculuğa böyle hazırlıyordu. Sonra katırdan küçük, merkepten büyük, beyaz renkli ve oldukça süratli, adımını gözünün gördüğü en uzak noktaya atabilen ‘Burak’ adlı bir bineğe bindirildi. Allah’ın Son Rasûlü Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü. 

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Mescid-i Aksâ’ya geldiğinde burada toplanmış bulunan 124 bin peygamberlere imamlık yaparak namaz kıldırdı. O peygamberler, Muhammed aleyhisselâm’a iman etmiş ve O’na yardım edeceklerine dair Rablerine söz vermişlerdi. İnsanlığın önderleri, Allah yolunun tüm rehberleri kardeşleri Muhammed aleyhisselam’ın arkasında saf bağlamış namaz kılıyorlardı. Onların yüzü Rasûlullah ile aydın olmuş,  son peygamber ise hak davanın sancaktarı nur yüzlü simalarla teselli bulmuş, davasında yalnız olmadığını görerek moral bulmuştu. Bundan sonra Ebû Cehil’in hakaretleri, Taiflilerin taşları ne ifade ederdi!

Allah Teâlâ, kulunu Mi’râc’a Mescid-i Harâm’dan değil, Mescid-i Aksâ’dan çıkardı. Böylece Rabbimiz Muhammed Mustafa’yı iki kıblenin peygamberi, doğunun ve batının önderi, önceki tüm peygamberlerin varisi ve tüm insanlığın lideri yaptı. Mescid-i Harâm ve Mescid-i Aksâ onunla birleşti.  Peygamberlerin onun ardında saf bağlamasıyla mesajının tüm insanlığı kapsadığı ve önderliğinin ebedi olduğu anlatıldı. Nübüvvet binası onunla tamamlandı.

Rasûl-i Ekrem Efendimiz, namazını bitirdikten sonra “Mi’râc” adındaki bir vasıta ile göklere çıkarıldı.Allah Rasûlü gök katlarını geçerken Hz. Âdem, Hz. İsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim ile görüştü. Allah Resulüne yardımcı olacak kodlar öğrendi. İnsanlığın  kodu , Hristiyanlığın kodu , Güç ve iktadarın kodu , Allah'ın ikramlarının kodları, İsrailoğullarının kodları, İman ve İslam kodları öğrendi. Ümmetinden benden selam diyerek İbrahim peygamber selam yolladı bize.

Muhammed aleyhisselâm atası İbrahim’e çok benziyordu. Efendimize Cennet ve Cehennem gösterildi. Nihayet yaratıkların bilgisinin ulaştığı son nokta olan Sidretü’l-Münteha’ya ulaştı. Efendimiz burada ilahî hüküm ve kararları yazan meleklerin kalemlerinin seslerini duydu. Seyahatinin bundan sonraki kısmını Cebrail olmadan yalnız başına sürdüren Allah Rasûlü, “Refref”isimli başka bir vasıta ile birçok âlemi müşahede etmiş, hiçbir varlığın erişemediği yakınlık makamına erişmişti. Allah konuşmasını biz şu an namazda okuyoruz. 

Ettehiyyâtu lillâhi ve’s-salevâtu ve’t-tayyibâtu 

Hz. Peygamber, " Selam, rahmet ve bütün güzellikler, her türlü dil, beden ve mal ile yapılan ibadet Allah’a mahsustur. " 

Esselâmu ‘aleyke eyyuhe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berakâtuhû 

Yüce Allah, "Ey Peygamber! Selam, Allah’ın rahmeti ve bereketi senin üzerine olsun" karşılığını verir.

Esselâmu ‘aleynâ ve ‘alâ ‘ıbâdillâhi’s-salihîn.

Hz. Peygamber, "Selam bizlere ve Allah’ın salih kullarına olsun" diye mukabele eder. Bizlere diyor duanın içinde bizde varız tüm ümmeti var.

Eşhedu en lâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden ‘abduhû ve rasûluh.

 Cebrail (as) ve melekler, "Ben tanıklık ederim ki, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Ve yine tanıklık ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve Rasûlüdür" derler.

50 rekat namaz ile dönen Allah Resulü tüm peygamberlerin yaşadıkları ve tecrübelerini son peygambere aktararak 5 vakite iniyor ama azı çok yapan Rabbimizin rahmeti bu da sen 5 vakit kıl Allah onu 1'e 10 yapacaktır. Namaz yüce seyahatin, İsrâ ve Mi’râc mucizesinin en büyük hatırasıydı. Allah celle celâluh, diğer emirlerinden farklı olarak namazı semavî âlemde farz kıldı.

Bakara Suresi son 2 ayet nazil oldu; 

Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti ve mü’minler de iman ettiler. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandılar da; “O’nun peygamberleri arasında hiçbir ayırım yapmayız” dediler. Sonra da: “İşittik, itaat ettik, ey Rabbimiz bizi bağışlamanı isteriz, dönüşümüz ancak sanadır” diye niyazda bulundular.

Allah, kimseyi gücünün yetmeyeceği şeyle sorumlu tutmaz. Herkesin yaptığı iyilik kendi yararına, işlediği günahlar da kendi zararınadır. O mü’minler, niyazlarına şöyle devam etiler: “Rabbimiz! Unutur veya hata edersek bizi cezalandırma! Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme! Rabbimiz! Kaldıramayacağımız şeyleri de bize yükleme! Günahlarımızı affet, bizi bağışla, bize merhamet et! Sen bizim sahibimiz ve yardımcımızsın. Kâfirler gürûhuna karşı bize yardım eyle!”

Döner dönmez Ümmü Hani annemize anlattı bunları Kureyşlilere anlatmayacaksın demi dese de dışarı çıkıp ilk Ebu Cehil karşılaştı ilk ona anlattı. Ebu Cehil duyduğuna mutlu oldu dur dedi ben insanları toplayayım sen bir de onlara anlat senin deli olduğunu herkes anlasın . Toplanan herkese anlattı ama müşrikler tatmin olmadı sen Mescidi Aksa'ya gitmedin ki anlat bize dediler Efendimiz gözünün önüne gelen görüntü ile başladı anlatmaya şurada kapı var sütun var ... Peygamberimiz yolda gelirken bir kervanla karşılaştığını söyledi ve tüm ayrıntıları anlattı.Müşrikler yine tatmin olmazdı.Müşrikler işaret edilen günü dört gözle beklediler. Bildirilen vakitte kervan gelir, yine de Hz. Peygamber’i tasdik edip iman etmezler ve "Bu apaçık bir büyüdür" derler. 

Abbasi Revakları ve 2.Selim emri ile Mimar Sinan'ın yaptığı Soğan kubbeler.

Kabe'nin tavaf alanı ile sa'y mekanı arasında yetmiş civarı peygamber yatıyor.Biride Hz.Hud peygamberdir.

SA'Y ; 

Sa'y ederken kölelikten peygamber hanımlığına çıkan Hz.Hacer koşuştuğu yoldan gidip geliyoruz. Sa'y yolu üzerinde 2 yeşil ışıkla işaretlenmiş direk var. Bu direkler arasında geçerken insanlar hızlarını biraz arttırıyor ve koşar gibi yürüyerek "Hervele" yapıyorlar. Çünkü Hz.Hacer iki tepe arasındaki koşuşmasında bu iki arada daha hızlı koşmuş.Sebebi,bu kısmın biraz daha alçak olmasından dolayı koşarken evladı Hz İsmail'i bu aradan görememesiymiş. Bir an önce yavrusunu görebilmek için bu kısmı çok hızlı geçmiş.Bu yaşananlardan ders çıkarmak lazım hayatta çabalamadan kolayca bir şeyi elde edemeyeceğimizi fark ediyoruz. Önce koşturma,gayret ve fiili duada bulunma sonrasında kavlî dualarla birlikte isteklerimize cevap bekleme.

“Şüphesiz ki Safa ile Merve, Allah’ın kullarına ibadet yeri olarak bildirdiği mekânlardandır. Hac veya Umre maksadıyle Kâbe’ye gelenlerin, bu iki mekân arasında ibadet maksadıyla sa’y yapmalarında bolca sevap vardır. Çünkü Allah, yalnızca kendisi için ve takva ile yapılan amellerin karşılığını veren ve her şeyi bilendir.”Bakara 158

630 yılında İslam orduları Mekke'ye girdiklerinde Safa tepesinde Mekkelilere hitap etmiş ve konuşmasının sonunda " Size bugün hiçbir başa kalkma ve ayıplama yok.Allah sizi bağışlasın.O , merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gidiniz sizler serbest serbestsiniz " der. Beklemedikleri bu af karşısında şaşıran halkın tamamı kısa süre içinde İslamiyetle şereflenir .


Sa'yın Merve noktasından 25 nolu kapıdan çıktığınız zaman 10-15 adım sonra lavaboların önünde minik minik mermerlerin olduğu yer Peygamber Efendimiz ile Hz.Hatice annemiz ile 25 sene yaşadığı ev.Müdessir suresiyle Hz.Cebrail vahiy getirdiği ev ( Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) Kum fe enzir.Kalk da uyar. Ve bağlacı yerine fe denilerek hadi çabuk kalk uyar diyor Rabbimiz. )6 çocuğunun doğup büyüdüğü ev bu ev o kadar kıymetlidir ki ( Kasım , Zeyneb , Rukıyye ,Ümmü Gülsüm,Fatıma ,Abdullah )  Peygamber Efendimiz(sas) Mekke'den Medine'ye Hicret edeceği zaman bu mübarek yolculuğa buradan başlayacaktır. O gece bu evde bulunan yatağına Hz Ali'yi yatıracak dualarla ve selametle kapıdan çıkıp gidecektir.Halbuki evin kapısı önünde , Peygamber Efendimiz sas öldürmek için bekleyen, her kabileden seçilmiş bir kişi bulunmaktadır.Onların gözleri Kainatın Efendisi sas göremeyecektir.

Evliya Çelebi bu ev hakkında Fatıma annemizin doğduğu odanın ipek halılarla döşeli çinilerle süslü olduğu olduğu her gün burada Fatıma annemizin ve diğer sahabeler için Kur'anlar okunduğu doğum gününde Mevlid okunduğunu söylemiş. Aslında bu oda aynı zamanda Hatice annemizin odası yanında ise Efendimiz'in mescid olarak kullandığı oda birçok vahyinde geldiği oda o oda ufak bir çıkıntı varmış ki Efendimiz oraya müşriklerin eziyetinden oraya saklanırmış düşünün Ebu Süfyan eviyle aynı duvarı paylaşacak kadar yakınlar azılı düşmanları hep evin çevresinde. Ve gelip taş atarlarmış. 

Tüm Mekke'nin kervanların topla bir Hatice'nin kervanı edermiş öyle bir zenginlik var o zaman için . Mekke'nin ileri gelenleri de Hatice annemize evlilik teklifi yapmışlardır Ebu Süfyan / Ebu Cehil .. Nübüvvet sonrası Peygamberimize nefretleri belki de kendilerinin tercih edilmemesinin verdiği duygu da vardı. Emin oluşu Hatice annemizi etkilemiş Nefise annemizi aracı yaparak bu evlilik gerçekleşmiştir. Düğüne Halime annemizi davet etmiş 40 tane koyun 1 tane deve ile hürmetini gösterip yolcu etmiştir . 

35 yaşında efendimiz Hacerül Esved taşını taşımasında Muhammedül Emin olarak hakem olmuştur.Ebu Talibin evinde yaşlı olan amcasına yardım etmek için evlatlarından birini 5 yaşındaki Ali 'yi kendi yanına  almıştır Hatice annemize demiştir ki "Ben öyle birini seçtim ki Allah benim için seçmiştir diyecektir ". Fatıma annemiz o sene doğmuştur. Artık o sene yalnızlığı sevmeye başlamış 38 yaşına kadar Ramazan ayında Hira dağına çıkmaya başlamıştır. Son iki sene ise yılın 3/1 dağa çıkmıştır. Annemiz ne tartışma konusu yapmış ne sorgulamıştır hatta yemek yollayıp eşlik etmiştir. Nübüvvet gelince Efendimiz " Zembulini Zembulini " diye örtünmek istemiştir. Tek bir soru yok tek bir tepki yok sadece dediğini yapıp itaatin zirvesini gösteriyor annemiz ve Allah seni zayi etmez deyip ilk Müslüman Mümine olma mertebesine erişiyor . Sözü zayin etmediği için bu mertebe de günümüz kadınlara büyük örneklik.

'' Cennet hanımlarından en hayırlısı 4 kişidir. Hatice bint Huveylid , Fatıma bint Muhammed , Asiye bint Mezahim (Firavunun eşi ) ve Meryem bint İmrandır.'' Bu ümmetin en hayırlı kadınıdır.

Hatice annemiz ikinci evlilik için izin verse de Efendimiz Haticemin üstüne başka biri mi asla demiştir Hatice annemiz öyle bir yer edinmiş ki başka hanımları kıskandıracaktır. Aişe annemiz kıskanıyor Efendimiz ' Allah Haticeden daha hayırlısını bana vermedi .Herkes malını mahrum ederken  o malını  ellerimin arasına koydu. Her kapı yüzüme kapanırken  onun kapısı ardına kadar açıldı. Her yüz yüzünü ekşitirken onun yüzü bana gülümsedi ' demiştir.

Hz.Hatice annemiz nübüvvetin 10.yılında vefat ettiğinde Hz.Peygamber'in sas sevgi ve merhamet gözyaşları aktı.Kalbi derin bir hüzünle doldu taştı. Peygamberimizle birlikte kızları annelerinin vefatına gözyaşı döktüler.

Mekke Feth olduktan sonra Efenimizin sas ilk durağı Hz.Hatice'nin mezarı olacaktır. Çadırı tam Hatice annemizin mezarının karşısına kuruluyor.Ben Haticemin sevgisi ile rızıklandırıldım diyerek ona olan muhabbeti sevgisini gösteriyor.

Sefa Tepesi'nin 8m kadar sağ tarafında İbn-i Erkam'ın evi (İbni Erkam Asansörü) ANNADWA GATE  İslâm'ın ilk yıllarında Efendimiz sas yeni Müslümanlarla gizlice buluştuğu bir mekandı.Ebu Zer ve Hz.Ömer gibi birçok sahabe burada Müslüman olmuştur.

İbni Erkam Beni Mahzum  kabilesinde siyasal anlamda en güçlü kabiledendi.  İslam'a karşı en üst düzeyde karşı duran kabileydi.Ebu Cehil orda Halid bin Velid orada As bin Hişam orada ...O zamanlar İbni Erkam 18 yaşında daha yeni evlenmiş ve babası düğün hediyesi olarak Mekke'nin en güzel evini veriyor . Nübüvvetin ilk yıllarında  amcaları  toplanmış İslam hakkında nefretle konuşurken benim tanıdığım Muhammed böyle biri değildir deyip önyargılı olmayıp ben bu meseleyi bir de kendisinden dinlemeliyim diyerek Efendimizin yanına gider ve şahadet getir.Hazret-i Erkam Müslüman olduktan sonra, sevgili Peygamberimizi evlerine da'vet eder. Peygamber efendimiz de münâsip bir zamanda, Hazret-i Ebû Bekir'le birlikte şeref verdiler. Evin geniş ve ferah salonlarında, topluca namaz kıldılar. Huzûr içinde sohbet ettiler, uzun uzun konuştular. Bir ara Hazret-i Erkam dedi ki:

- Yâ Resûlallah, evim, evinizdir. Emrinizdedir. Nasıl, ne zaman ve ne kadar arzû ederseniz, kullanabilirsiniz.O sırada ilk Müslümanlar gerçekten, büyük baskı ve tehdit altındaydılar.  

Ev tam çarşının göbeğinde olduğu için kalabalıkta giren çıkanın göze çarpmaması , Kimsenin Mahzum kabilesinden birinin iman edeceğine sanş vermediği için gözlerin odağından uzak bir ev olması bu evin Darül erkam olarak seçilmesinde büyük önem sahibi olmuştur. Yaş ortalaması genç olan çoğunun zengin ve okuma yazma bilenlerinde fazla olan bir ev.Risalet davasını üstlenecek çekirdek kadro burada eğitim alacaktır. Muhattaplar özel olarak seçilmiştir. Darül Erkam'a girmesini istediklerini davet etmişlerdir. Toplam 6 yılda 3bine yakın ayet inmiştir. Nerdeyse Kuran'ın yarısı Darül Erkamda talebelerini okunuyor . Şirkin hakim olduğu bir zeminde nasıl müslümanlığın yaşanacağını gösteren ilk nebevi numunedir bu ev Erkamın evini değerli kılan ne binası  ne içindeki eşyalarıydı o evi Darül İslam yapan Kuran okunan ev olmasıydı.Peygamberin nefesi vardı evde.Sağlam bir akidesi olan evdi Kuran ile aynı dili konuşan bir ev. 

1.İman ile kalpleri ikna ; öncelikle akide iman esasları öğrenilecek.La ilaha illallah deyip kurtulmalıyız La deyip neleri kırdık neleri yok saydık neleri geride bıraktık ki İllalah diyelim. Daha ezan okunduğunda ürfermiyorsak bir imanımıza bakalım sağlamlaştıralım 

2. Akli eğitim ; kavramlara Allahın yüklediği anlamlara göre anlamak Başarı,kayıp,kazanç... Para kazanmak meslek sahibi olmak uğruna ne kazançları kaybediyoruz bir düşünelim.

3.İradenin sağlamlaştırması ve Kurani ahlak ;Vakitlerini tanzi etmeyecek uykusunu yemesini düzenleyecek sünneti bir yaşam lazım bize Kuran'ın ahlakına bürünmek lazım ki bizde Darül Erkamdaki gibi sağlam müslümanlar olalım. 

214.Rasûlüm! Önce en yakın akrabanı uyar. Şuara suresinden ayetler inince akrabalarını evinde topladı ve Allah yolunda bana eşlik edecek yok mu diye seslense de Hz.Ali dışında kimse itibar etmedi. Sonra Efendimiz birgün Safâ Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabîlesine seslendi. 

“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”

Onlar da hiç düşünmeden:

“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Sen’i hep doğru olarak bulduk. Sen’in yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.

“–O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allâh’a inanmayanların o çetin azâba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim diyerek imana davet ederek ve peygamberlerliğini ilan etti.  Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bu hitâbesine, orada bulunanlardan umûmî bir îtiraz gelmedi. Yalnız amcası Ebû Leheb:

“–Hay eli kuruyası! Bizi buraya bunun için mi çağırdın?” diyerek münâsebetsiz ve ya­kışıksız sözler sarf etti. Hakâretleriyle Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in kalbini kırdı.

Ebû Leheb’in bu tavrı üzerine “Tebbet Sûresi” nâzil oldu:

تَبَّتْ يَدَا اَبِى لَهَبٍ وَتَبَّ مَا اَغْنَى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ وَامْرَاَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ فِى جِيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ

“Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da… Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşte yanacak. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu hâlde karısı da (ateşe gire­cek).” 

İki kızıyla sözlü olan Ebu Leheb'in oğulları bu sureden sonra söz attılar. 

Azgın grup durmuyordu birgün Efendimiz sas yanında Fatıma annemizi yanına alarak Kabe'de namaz kılarken Ebu Cehil’in gözüne bir gün önce putlara kurban edilerek orada kesilmiş bir devenin bağırsakları takılır.“Şu bağırsakları” der, “kim yere kapandığı zaman Muhammed’in boynuna geçirir!” Bu işlerin adamı Ukbe’dir. Hiç düşünmeden kalkar yerinden ve dudaklarında şeytanca bir sırıtmayla yerden, bir gündür kızgın Arabistan güneşinin altında iyice kokuşmuş olan bağırsakları alır ve olup bitenden habersiz Hz. Muhammed’in sırtına bırakır. Hz. Muhammed, deve dışkısı ve kanının altından havasız kalır yavaşça boğulmaya başlar. Hz. Muhammed’i ise en küçük kızı Fatıma kurtarır. Zayıf bedeni, minik elleri deve işkembesine zar zor güç yetirir. Bir yandan hırsından ağlamaktadır küçük Fatıma ve bir yandan da işkembeyi çekiştirirken babasına bunları yapan insanlara var gücüyle sövüp saymaktadır.Başından aşağıya doğru kokmuş kan ve dışkı karışımı sızmakta olduğu halde ellerini açar: “ALLAH’ım bu topluluğu Sana havale ediyorum. ALLAH’ım Ukbe’yi Sana havale ediyorum! ALLAH’ım Ümeyye’yi Sana havale ediyorum.” Sonra Utbe, Şeybe, Velid ve Umare der, yedi ismin hepsini tek tek sayar. ve hepsi feci şekilde daha sonra ölecektir.

İşkenceler hiç bitmeden devam ederken Nübüvvetin 5.yılında Hz.Osman ve eşi Rukiyyeyle birlikte ilk hicreti Habeşiştan'a 18 kişilik bir grupla yaptılar. Habeşiştanı seçme sebebleri Necaşinin adalet anlayışı desek isabet etmiş oluruz.

Müşriklerin en çekilmez baskılarını arttırdığı bir Ramazan günüydü.

Peygamber Efendimiz (asm) Kâbe’de ibadet ediyordu.

Ardından Kur’ân okumaya başladı.

Mekkeli müşrikler etrafında toplandılar. 

Derken Kur’ân okuyan Peygamber Efendimiz’i (asm) dinlemeye başladılar.

Allah’ın Resulü (asm) Necm Sûresini okuyordu.

Necm Sûresinin beliğ ve veciz âyetleri müşrikleri çok etkilemişti. Lât ve Uzza'ya ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz? Kendi putlarının isimlerini duydular 

Hiç nefes almadan dinlemeye devam ettiler:

“Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. İnsan için ancak çalıştığı vardır. Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir. Şüphesiz en son varış Rabbinedir. Şüphesiz O, güldürür ve ağlatır. Şüphesiz O, öldürür ve diriltir. Şüphesiz O, iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır. Şüphesiz tekrar diriltmek de O’na aittir. Şüphesiz O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve zengin kıldı. Şüphesiz O, yıldızın Rabbidir. Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helâk etti ve hiç kimseyi bırakmadı. Daha önce de Nûh’un kavmini helâk etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi. (Yerin dibine geçen Lût kavmine ait) kasabaları da kaldırıp yere çarptı; Öyle ki, onlara sardırdığı musîbeti sardırdı! O hâlde (ey insan!) Rabbi’nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun? Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır. Yaklaşmakta olan (Kıyamet) iyice yaklaştı. Onu Allah’tan başka açacak kimse yoktur. Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu söze mi (Kur’ân’a mı) şaşıyorsunuz? Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? Haydi! Allah’a secde edin ve O’na kulluk edin!” (Necm Sûresi: 38-62)

Son âyet secde âyetiydi.

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) okudu ve secde etti. Necm Sûresini dinlemekle kendinden geçmiş olan Müşrikler topluluğu da Peygamber Efendimiz’le (asm) birlikte secdeye kapandılar.

Ama hemen ardından toparlanmaları geç sürmedi. Birbirlerinin yüzüne anlamsız anlamsız baktılar ve kendi kendilerine fısıldadılar:

“Ne yapıyoruz biz?” 

Omuz silkip oradan uzaklaştılar.

Bu olay kulaktan kulağa Mekke dışına kadar taştı. İşitenler müşriklerin topluca Müslüman olduğu zannına bile kapıldılar.

Fakat işin bir hayranlık sonucu gayr-i ihtiyari meydan geldiği sonradan anlaşıldı. Putlarımızın ismi geçtiği için secde ettik demeye kalktılar.

Habeşistandaki müslümanlar Mekkeli müşriklerin Peygamber Efendimiz sas birlikte secde ettiklerini ve müslüman olduklarını işitince Mekke'ye dönmeye karar verdiler.Mekke'ye gelip haberin asılsız olduğunu görünce geri de dönemeyip bir akrabalarının himayesi altına girip bir süre Mekke de kaldılar.Ama müşrikler müslümanlara eziyetlere devam ettiler .Nübüvvetin 6. yılında Cafer bin Ebu Talip önderliğinde 100e yakın kişiyle ikince defa Habeşistan'a hicret gerçekleşti.Ama bu sefer Mekke'de neredeyse her aileden biri hicret etmişti. Bu hicretten herkes etkilenmişti bu nefreti daha da arttırmıştı.Amr bin As yanına heyetini toplayıp Necaşiden kaçanları geri istemeye gitti. Senin dinine dahi inanmayan kendi uydurdukları dine inanan bu başı boş kimseleri geri vermeni rica ediyoruz dedi. Adalet örneği Necaşi müslümanlardan da birilerini çağırıp konuşmak istedi. Hz.Cafer vekil olarak İslam dinini anlatarak ve Hicret öncesi inen Meryem suresini okuyarak Necaşiyi ve orada bulunanların ağlayarak etkilenmesine vesile oldu. Sonunda Necaşi şu sözü söylemiştir ''Bu ışığın çıkıp geldiği kaynak ile İsa'ya gelen ilahi tebliğin kaynağı aynıdır.Hadi şimde sulh ve selamet içinde gidiniz.Ben bunları size teslim etmem. 

Hz.EbuBekir evi şu an Hilton Otelinin olduğu yerdir.4.katta mescid vardır.

¹⁰ Nübüvvet 7.yılı

Bizans-Sâsânî savaşları müslümanlar tarafından ilgiyle takip edilmekteydi. Bu devirde müslümanlar Ehl-i kitap olan Bizanslılar’ın, müşrikler ise ateşperest İranlılar’ın tarafını tutuyorlardı. Bizanslılar’ın Sâsânî orduları karşısında ardarda yenilgiye uğraması müşrikleri sevindirirken müslümanları üzüyordu.Persler, 602'den 622'ye kadar savaşın ilk aşamasında, Levant'ı, Mısır'ı, Ege Denizi'ndeki birçok adayı ve Anadolu'nun büyük bir bölümünü fethederek büyük ölçüde başarılı olduklarını kanıtladilar 618 yılında Mısır'ın fethi müşrikleri sevindirmişti.

 Bunun üzerine nâzil olan Rûm sûresinin ilk âyetlerinde, mağlûp Bizanslılar’ın üç ile dokuz yıl içerisinde galip gelecekleri ve müslümanların bu sonuçtan sevinç duyacakları bildirilmiştir (er-Rûm 30/1-5).

Avarlar ve Slavlar ile ittifak yapan Persler, 626 yılında Konstantinopolis'i almak için nihai bir girişimde bulundu, ancak orada yenildiler. 627'ye gelindiğinde Herakleios, Perslerin (2.Hüsrev) ana topraklarını işgal etti ve onları barış istemeye zorladı.

Elif. Lâm. Mîm.

Rumlar mağlup edildiler.

Arabistan’a yakın bir yerde, yeryüzünün en aşağısında. Fakat onlar, mağlubiyetlerinden sonra yakın bir zamanda tekrar gâlip geleceklerdir.

Üç ile dokuz yıl içinde. Her işin öncesinde de sonrasında da mutlak hüküm ve o işleri karara bağlama yetkisi bütünüyle Allah’a aittir. Rumların gâlip geldiği o gün mü’minler de sevineceklerdir.

Allah’ın yardımı ve bahşedeceği zaferle. O, dilediğine yardım edip onu zafere eriştirir. Çünkü O, kudreti dâimâ üstün gelen, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olandır.

Bu ayetlerin nâzil olmasından sonra, Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, müşriklere şöyle dedi:

− Boş yere sevinmeyin!.. Vallâhi “Bıd’ı Sin”in sonunda, Rumlar Farsları bozguna uğratacaklardır...

Müşrikler O’nun bu sözlerini kabul etmediler. Hz. Sıddîk, âyeti kerîmedeki “Bıd’ı Sin” tâbirini üç sene diye biliyordu. Bu sebeple müşriklerden Übeyy ile şöyle bir bahse girdi:

Üç senenin hitamına kadar Rumlar Farsları yenerlerse, Übeyy, Hz. Sıddîk’a on deve verecek; aksi takdirde, on deveyi Übeyy alacaktı Hz. Sıddîk’tan.

Hz. Ebu Bekir es Sıddîk, derhâl Rasûlü Ekrem’in yanına gelerek vaziyeti izah etti ve fikrini sordu.

O zaman Rasûlü Ekrem:

− “Bıd’ı Sin” üç ile dokuz sene arasındaki zamana derler yâ Eba Bekr!.. Şimdi sen ona git, müddeti dokuz seneye, deveyi de yüze çıkarmayı teklif et!.. buyurdu.

Hz. Sıddîk, doğruca müşriklerin olduğu yere, Übeyy’in yanına gitti ve ona teklifini açıkladı.

O da memnuniyetle kabul etti. Çünkü o günkü şartlar altında; Rumlar uğradıkları bozgunun büyüklüğü dolayısıyla, değil dokuz, on dokuz sene içinde bile toparlanamazlardı...

9 sene sonrasında o 100 deve alındı ve sadaka olarak dağıtıldı.

Ebu Cehil evi şimdilerde umumî tuvaletin olduğu yerdir. Peygamber Efendimiz'in dünyaya geldiği evin sağ ön tarafı. Hudeybiye anlaşması gereği Müslümanların hacca ilk gelişlerinde yol yorgunluğu vardı anlaşmaya göre 3 gün Mekke'de kalacakdı ve hac ibadeti yerine getireceklerdi doğruca tavafa başlayan Müslümanlar o sırada müşrikler Ebu Cehil'in olduğu yerde hep birlikte Müslümanları seyrediyorlardı . Seyrederken alay konusu olacak şeyler arıyorlardı . Efendimiz , sahabenin bu ilk tavaflarında canlı canlı tavaf yapmalarını ve koşar gibi yürümelerini istiyordu ki seyreden müşrikler onların yol yorgunluğundan kaynaklanan bitkinlikleriyle alay etmesinler diye. Bundan dolayı tavafın ilk şavtları hızlı yapmak sünnet sayılmaktadır.

⁹ Nübüvvetin 6.yılı

Peygamberimiz (s.a.v.)'in amcası ve aynı zamanda sütkardeşi olan Hazret-i Hamza, kimden olursa olsun, nereden gelirse gelsin haksızlığa asla tahammülü olmayan bir kahramandı. Kureyş içinde de yüksek bir itibara sahipti.

Peygamber Efendimiz Safâ tepesinde otururken, Ebû Cehil, yanında iki arkadaşıyla önünden geçtiği Kâinâtın Efendisi'ne türlü hakâretlerle edepsizce sövdü.

Peygamber Efendimiz onlara hiçbir şey söylemeden kalkıp evine gitti.

Hâdiseye şâhit olan Abdullah ibn-i Cüd'an'ın azadlı câriyesi, o sırada tepeden tırnağa silahlı, avdan dönmekte olan Hz.Hamza'ya olup bitenleri anlattı. Hamza'nın asabı bozuldu. Bundan fevkalâde canı sıkıldı. Okunu yayını takınmış olarak Kâbe'ye gidip, Ebû Cehil'i aradı, buldu. "Benim kardeşimin oğluna küfreden, O'nun hatrını kıran sen misin?" diyerek, elindeki ok yayını Ebû Cehil'in kafasına şiddetle indirdi ve kafasını yardı. Sonra da,

"Sen misin ona sövüp sayan? İşte, ben de onun dinindeyim. Onun söylediğini söylüyorum. Gücün yetiyorsa, o yaptıklarını bana da yap göreyim!" diye konuştu.

Ebû Cehil, hareketinde kendisini haklı göstermek için savunmaya geçti:

"Ama o bizi akılsız saydı," dedi. "Putlarımıza hakaret etti. Atalarımızın tuttuğu yoldan ayrı bir yol tuttu."

Hazret-i Hamza'dan kararlı ve sert bir cevap geldi:

"Siz ki, Allah'tan başkasına ilâh diye tapmaktasınız. Sizden akılsız kim var? Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed Allah'ın Resûlüdür!"

Bir anda ağzından dökülen cümlelere kendi de inanamayan Hz.Hamza ne yaptığına şaşırır. Bir gün sonra içine kemiren bu düşüncelerle Efendimiz sas yanına gider ve kalbi mutmain bir şekilde bir kez daha şehadet getirir.

Birkaç ay sonra.....

Müşrikler, istişâre meclisleri olan Dâru’n-Nedve’de toplanmışlar ve Resûl-i Ekrem Efendimiz’i öldürmeye karar vermişlerdi. Bunun için de, aralarından cesur, bahadır ve sert tabiatlı biri olan Ömer bin Hattâb’ı seçip göndermişlerdi. Ömer, Âlemlerin Efendisi’ni öldürmek kastıyla gâfilâne bir şekilde yola çıktı. Yolda Nuaym bin Abdullâh’a rastladı.

Nuaym, Ömer’in hâlinden şüphelenerek:

“−Ey Ömer! Nereye gidiyorsun?” diye sordu. Ömer:

“−Atalarının dînini bırakıp yeni bir dîn getiren Muhammed’i öldürmeye gidiyorum!” dedi.

Basîretli sahâbî Nuaym (r.a.) zaman kazanmak niyetiyle:

“−Ey Ömer! Vallâhi nefsin seni aldatmış! Sen O’nu öldürdüğünde Abdi Menaf Oğulları’nın seni sağ bırakacağını mı sanıyorsun?! Sen önce kendi âilene baksan daha iyi edersin?” dedi. Ömer hiddetlenerek:

“−Sen kimi kastediyorsun!?” dedi. Nuaym (r.a.):

“−Kimi olacak, enişten Saîd bin Zeyd ile kardeşin Fâtıma’yı kastediyorum! Vallâhi ikisi de Müslüman oldular!” cevâbını verdi.

Nuaym (r.a.), Ömer’in bu çirkin emelini öğrenince, onu kız kardeşi ve enişte­sinin evine yönlendirerek, durumu Allâh Resûlü’ne bildirmek için zaman kazanmıştı.

Nuaym’dan (r.a.) bu sözlerini duyan Ömer’in öfkesi iyice kabardı ve çok sinirli bir vaziyette, doğruca kız kardeşinin evine yöneldi.

O esnâda, kız kardeşi ve eniştesinin yanlarında Habbâb (r.a.) vardı ve Kur’ân-ı Kerîm tâlîmiyle meşgul idi. Ömer’in hışımla kendilerine doğru gelmekte olduğunu gördükleri an, Habbâb’ı evde bir odaya gizlediler. Fâtıma Hâtun da hemen Kur’ân-ı Kerîm sahîfesini sakladı. Ömer eve girince:

“−Neydi o işitmiş olduğum sözler?!” diye gürledi. Eniştesi ve kızkardeşi:

“−Sen yanlış duydun herhâlde, burada öyle bir şey yok!” dediler. Ömer:

“−Hayır! Vallâhi ikinizin de Muhammed’e tâbî olduğunu öğrendim!” dedi ve hışımla eniştesinin üzerine yürüdü. Onu hırpalamaya başladı. Araya giren kardeşi Fâtıma’yı da tokatladı. Bunun üzerine Fâtıma:

“–Yâ Ömer! Ne yaparsan yap! İstersen bizi öldür! Biz Müslümanlıktan aslâ vazgeçmeyiz!..” dedi.

Fâtıma (r.a.), îman cesâretiyle bu sözleri haykırırken mübârek yüzünden ince bir şerit hâlinde kanlar sızıyordu.

Kardeşinden böyle bir cevap beklemeyen Ömer şaşkınlaştı. Kız kardeşinin yüzündeki kanları görünce de içinde bir sızı duydu. Yaptığına pişman ola­rak:

“–Şu okuduklarınızı bir getirin hele!” dedi. Kız kardeşi:

“Tâ-hâ. (Ey Muhammed!) Kur’ân’ı Sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Ancak Allâh’tan korkan kimse için bir öğüt olarak (indirdik.)

(Kur’ân) yeryüzünü ve yüce gökleri yaratan Allâh tarafından peyderpey indirilmiştir. O Rahmân (kudret ve hâkimiyetiyle) Arş’a istivâ etti. Bütün göklerde olanlar, bütün yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar hep O’nundur.

Sen sözü izhâr etsen (de etmesen de müsâvîdir.) Şüphesiz O, gizliyi de, daha gizlice olanı da bilir.

Allâh O’dur ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.

(Habîbim!) Mûsâ’nın kıssası Sana geldi mi? Hani O, bir ateş görmüştü de, âilesine: «Yerinizde durun, benim gözüme bir ateş ilişti, belki size bir kor getiririm, yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.» demişti. Oraya vardığında kendisine (tarafımızdan): «Ey Mûsâ!» diye nidâ edildi: «Ben, şüphesiz senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar, çünkü sen mukaddes bir vâdi olan Tuvâ’dasın. Ben seni seçtim, şimdi (sana) vahyolunacak şeyleri dinle.»

Şüphesiz Ben Allâh’ım, Ben’den başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için Bana kulluk et ve Ben’i zikretmek için namaz kıl. Çünkü kıyâmet muhakkak gelecektir. Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün. Sakın kıyâmete inanmayıp kendi hevâ ve hevesine uyan kimse seni, ona îmân etmekten alıkoymasın; sonra helâk olursun.” (Tâ-hâ, 1-16)

Bu âyetleri okuyan Ömer, âdeta donakaldı:

“−Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!” demekten kendini alamadı.

Kur’ân’ın fesâhat ve belâgati kendisini son derece cezbetmişti. Bu sözler, bir beşerin aslâ söyleyemeyeceği hakîkat ve hikmetlerle doluydu. Bir an derin derin düşüncelere daldı.

Hazret-i Ömer’in sözlerini işiten Habbâb (r.a.), saklandığı yerden çıkıp:

“−Ey Ömer! Vallâhi Resûlullâh’ın duâsı sana nasîb olacak. Allâh Resûlü dün:

«Yâ Rabbi! İslâm’ı Ebu’l-Hakem bin Hişam (Ebu Cehil ) veya Ömer bin Hattâb ile te’yîd eyle!» diyerek duâ etmişti. Ey Ömer! Artık Allâh’tan kork!” dedi. Hazret-i Ömer, Habbâb’a:

“−Ey Habbâb! Sen beni Muhammed’in bulunduğu yere götür de Müslüman olayım!” dedi. Darül Erkama giden Hz.Ömer hemen yola çıktılar. Bu seferki adımlar, îman aşk ve heyecânı içerisinde Resûlullâh’ın hakîkatini idrâk edebilmenin muhabbet ve iştiyâkı ile doluydu. Hz.Ömer müslüman oluşuna öyle bir sevindi ki sahabeler bir anda coşarak tekbir getirdiler ve o an 6 senedir gizli tuttukları Darül Erkam ifşa olmuş oldu ve İslam açıktan davete başlanıldı 

Abdullâh bin Mesut (r.a.) şöyle der:

“Hazret-i Ömer’in Müslüman olması bir fetih, hicreti bir yardım, halîfeliği de bir rahmet idi! Ömer (r.a.) Müslüman oluncaya kadar Kâbe’nin yanında açıktan namaz kılamadık. O Müslüman olunca Kureyş müşrikleriyle mücâdele etti, onlar da bizi serbest bıraktılar. Böylece orada namaz kılabildik.” 

Hz.Ömer dayısı Ebu Cehil kapısına giderek iman ettiğini söyledi ama bu sefer tepki göstermeye yürekleri yoktu sadece kapıyı kapatıp gittiler .

²Peygamber Efendimizin doğduğu ev. Abdülmuttalib gördüğü rüya ile , hayatta bulunan tek oğlu Hâris’in yardımıyla Zemzem Kuyusu’nu meydana çıkardı. Kuyunun çevresini onarması sırasında Kureyşliler kendisini rencide ettiler. Savunmasız kalan Abdülmuttalib on erkek çocuğu dünyaya geldiği takdirde birini kurban etmeyi adadı. Arzusu gerçekleşince oğulları arasında çektiği kura Abdullah’a çıktı, onun yerine 100 deve kurban ederek adağını yerine getirdi. Kuyunun ortaya çıkarılmasından sonra toplumdaki itibarı daha da arttı. 

Abdullah Amine Annemiz ile evlenir. Ticaret kervanı ile yola çıkan Abdullah dönüş yolunda hastalanır akrabalarının yanında Medine de vefat ediyor mezarı şu an Mescid-i Nebevidedir. Amine annemiz çok genç yaşta dul kalırken hamile olduğunu öğreniyor.Hamile süreci  kolay geçse de öyle rüyalara şahitlik ediyor ki normal bir çocuk doğurmayacağını anlıyor annemiz.İşte bu evde 12 Rebüevvel ayında sabaha karşı kutlu doğum gerçekleşiyor. Semada Allah yerde de insanlar övsün diye adı Muhammed sas konuyor. 6 ay kadar emziren Amine annemiz sütü az olduğu için bir ara Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe emzirdiği için aynı zamanda amcası Hz Hamza'nın da süt kardeşidir daha sonra sütannesi Halimeye veriliyor. Babası olmadığı için en son tercih edilsede bereketi çok olan bir bebek oluyor. Süt kardeşleri ; Abdullah, Şeyma , Üneyse . 2 yıl kadar emziriyor annemiz tekrar getirsede Mekke de cerayan eden salgın hastalıktan dolayı 2 sene daha sütannesinde kalmıştır. Evine kavuşan Efendimiz sas her sene annesi eşinin mezarını ziyarete gidermiş o sene de Ümmü Eymen ile birlikte Medine'ye gidiyorlar. 1 ay kadar orda akrabaların yanında kaldıktan sonra dönüş yolunda Ebva'da Amine annemiz rahatsızlanıyor Peygamber Efendimize öyle bir sarılıyor ki evlat hasreti yeni bitmişken başka bir ayrılık buluyor onları ve gözleri önünde annesini kaybediyor. Daha 6 yaşında olan Efendimiz sas öyle bir ağlıyor ki Ümmü Eymen annemiz teselli ediyor Mekke'ye kadar birlikte yolculuk yapıyorlar. (Daha 12 yaşındadır Ümmü Eymen cennetle müjdelenen annemiz “Cennet ehlinden bir kadınla evlenmek isteyen Ümmü Eymen’le evlensin.” buyurdu.)

Yıllar sonra Medine de yatsı namazı kıldırırken Fatihayi Efendimiz ağlamaktan tamamlayamıyor en son namaz bittiğinde sahabeler soruyor annem aklıma geldi keşke şu an hayatta olsaydı da namaz bitseydi başımı koysaydım dizine o da başımı okşasaydı anneciğim deseydim diye anne özlemi çekiyor.

Yüce Rabbimiz onu kendisine seçmişti. Kimseye güvenip dayanmasını istemiyordu. Onu hayatın türlü acılarıyla yetiştirerek ahlâkın en zirvesine çıkarmak istiyordu. En kâmil insan, en güzel insan olarak kıyamete kadar gelecek insanlığa “üsve-i hasene: örnek insan” olması için kendinden başkasına güvenip dayanmasını istemiyordu. “Şüphesiz ki sen en yüce ahlâk üzeresin” (Kalem sûresi: 4) hitabına lâyık kılmak istiyordu.

Peygamber Efendimizin doğduğu evin yukarı mahallesi Beni Haşim mahallesidir. Dededi Abdülmuttalip ve amcası Ebu Talip'in yaşadığı yerler . İlk Müslümanları sindirmek için onları boykot kararı alıyorlar . Beni Haşimle kimse alışveriş yapmayacak kız alıp vermeyecek onlara bir kuru ekmek bile uzatılmayacaktı.Açlıktan ağlayan çocukların sesleri her yanı kaplarmış ve kaç çocuk açlıktan ölmüştü kim bilir bu acıya tarifsiz kalamayanlar Müslümanlığa kalpleri yumuşamaya başlamıştı .( Günümüzün boykot yıllarını yaşayan Filistinli çocuklar) Bu boykot tam 3 yıl sürdü.Bu sıkıntılı yıllarda Ebu Talib hastalanır ve Efendimiz etrafında yalvarır nolur La İlaha İllallah de amcacığım diye ama el alem ne der putundan korkan Amcası ölüm korkusundan iman etti derler ey Yeğenim der ve bu dünyadan göçer Efendimiz öyle hüzünlenir ki 3 gün kendini kapatır tam o sıra sıkıntılı günlerde tüm malını dağıtmış Hatice annemiz hastalanır ve ben sana rahat ettiremedim ya Hatice'm der Hatice annemiz ben hayatımın en mutlu günlerini senle yaşadım ben senden razıyım der ve yine bir Ramazan günü bu sefer onu örten Efendimiz olur ve ahirete intikal eder. Efendimiz saatlerce mezarı başında mağrifet diler ve öyle bir hüzün hali olur ki Sahabeler başına bir iş gelecek diye korkar hale geli. 

( Nübüvvetin 7-10.yılı Boykot ) ¹¹

³ Mübârek Yetîm’i, dedesi Abdülmuttalib bağrına bastı. Evlâtlarından hiçbirine göstermediği şefkat ve muhabbeti O’na gösterdi.8 yaşına geldiğinde amcası Ebu Talib'e emanet ettikten sonra vefat etmiştir. Cennetül Bakide mezarı.

25 yaşına kadar Ebu Talib'in evinde kalıyor. Yengesi Fatma binti Esed annemden sonra annem dediği kişidir. 10 yaşında göğsü manevi olarak açılmış merhamet ve şefkat ile doldurulmuştur. Maddi olarak iyi olmayan amcasına aileye katkı sağlamak istediğini söyleyip Çobanlık yapmaya başlamıştır.( Peygamberlik Mesleği ) Hemde keçi çobanlığı yapmıştır ki sabrı idare etmeyi öğrenecektir. En değerli kazanç kişinin kendi el emeğiyle kazandığıdır diyecektir Efendmiz sas. Kimselere yaslanmadan sorumluluk almak bilinci o evde öğreniyor.

Çocuklara sorumluluk vermek onlara o güveni aşılamayı öğreniyoruz Peygamber Efendimizin hayatında bizim ailelerin aman çocuktur deyip vermediği çoğu sorumluluğu Efendimiz sas amcası dedesi yaptırmış gelişiminde büyük katkısı olmuştur.

Mekke'de Abdülmuttalibe gelen kişiler , Medine'de Ümmü Eymene gelen kişiler , Ebu Talib ile çıktığı Şam seferinde Rahib Bahira aynı şeyleri söylüyor bu çocuk özel bir çocuk onda gelecek olan peygamber işaretleri var aman dikkatli olun iyi koruyun. O müjdelenen biridiydi beklenen nebiydi gözler onun üzerindeydi.

15 yaşında Kureyş-Kinâne ve Kays Aylân kabileleri arasında cereyan eden Fecr Savaşlarına tüm amcaları ile iştirak etmiştir. İşin başında savaş tecrübesi edinmiştir. 

Şimdi üzerinde devlet konukevinin bulunduğu Ebu Kubeys Tepesi ; Hz.İbrahim bu tepeden Hacerül Esved taşını bularak Kabe'ye yerleştirmiştir. Öyle bir parlak taşmış ki yansıyan ışıklar mikat sınırına kadar uzanmaktaymış.


Bu tepe üzerinde gerçekleşen ayın ikiye ayrılma mucizesi "Şakk-ı Kamer " mucizesi

¹¹ Nübüvvetin 9.yılı

Ay ikiye ayrıldığında bir parçası Ebû Kubeys Dağı tarafında, diğer parçası Kuaykıân Dağı tarafında müşâhede edildi. Müşrikler, bizzat gördükleri bu apaçık mûcizeye rağmen yine de îmâna gelmekten imtinâ ettiler. Hattâ Ebû Cehil «Bu bir sihirdir!» diye­rek bu mûcizeyi de inkâr etti.

Bu mûcizeyi görmüş olan müşrikler, Hazret-i Peygamber için:

“–Bizi büyüledi, ama herkesi büyüleyemez!” dediler.

Bunun üzerine, Mekke dışındaki uzak yerlerden gelen kervanlara da böyle bir hâdise görüp görmediklerini sordular. Onlar da Ay’ın yarıldığını gördüklerini bildirdiler.

Bu hâdisenin ardından şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Kıyâmet yaklaştı ve Ay yarıldı. Onlar bir mûcize görseler, hemen yüz çevirirler ve: «Eskiden beri devâm edegelen bir büyüdür.» derler.” (Kamer Suresi 1-2)

Eskiden Osmanlılar ters V şeklinde Şakk-ı Kamer Mescidi inşa etmişler. Birde Mescid-i Bilal varmış.Mekke'nin fethinde İslam orduları şehre girdiğinde Peygamber Efendimiz sas Hz.Bilal'in yüksek bir yere çıkıp ezan okumasını istemiş. İşte o tepe bu tepedir .

Ebu Kubeys eteklerinde Abdullah bin Cüd'ân evi bulunuyor . Burada Hılfu'l-fudul antlaşması imzalanıyor."Faziletlierin yemini" Kureyş büyüklerinin ittifak anlaşması idi daha 20 yaşında olan Peygamberimizde üyeliğe kabul edilmiştir.

Ficâr harbinden dönüldükten sonra harâm aylardan biri olan Zilkâde ayında, Zübeyd kabîlesine mensup Yemenli bir adam, satmak üzere Mekke’ye ticâret malı getirmişti. Kureyş ileri gelenlerinden Âs bin Vâil bu malı satın aldı, ancak parasını ödemedi.Mekke’nin ileri gelen âilelerinin büyüklerine başvurup kendisine yardım etmelerini istedi. Fakat onlar bu mazlûma yardım edecekleri yerde, Âs bin Vâil’i kayırarak adamı azarladılar.

Çaresizlik içinde kalan adam, Kureyş ileri gelenlerinin Kâbe etrafında oturdukları bir esnâda, Ebû Kubeys dağına çıkarak; “Ey Fihr Hânedânı!” diye bağıra bağıra şiir okudu. Uğradığı zulmü ve haksızlığı îlân ederek yardım istedi. Yardım için ilk harekete geçen zât, Peygamber Efendimiz’in amcası Zübeyr oldu. Kureyş’in ileri gelenleriyle birlikte, şehrin en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi olan Abdullâh bin Cüdʻân’ın evinde toplandılar.

Abdullâh onlara yemek ikrâm etti. Daha sonra yemin ettiler.Allah’a and olsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz.

Hılfü’l-Fudûl Cemiyeti, ilk olarak Âs bin Vâil’den Zübeydli adamın hakkını almakla icraata başladı. Daha sonra da Mekke’de zulme ve haksızlığa uğrayan pek çok kimsenin imdâdına koştu, adâleti ikâme etmek için gayret sarf etti.

Müslüman, cemiyet içinde pısırık ve kendi köşesine çekilmiş bir vaziyette olmamalıdır. Aksine faâl ve cevvâl olup hayır işlerine öncülük etmeli, hayır müesseselerinin mütevellîsi arasında bulunmalı ve adâletin tesisine gayret etmelidir.

Şubeyke Kabristanı ; İlk şehit annemiz Hz. Sümeyye'nin kabrinin bulunduğu ve cahiliye dönemi kızların diri diri gömüldüğü yer .

O kadar ki, onlardan birine bir kız çocuğunun dünyaya geldiği müjdelense üzüntüden yüzü simsiyah kesilir, içi öfkeyle dolar.

Kendisine verilen müjdenin güya kötülüğü yüzünden halktan gizlenir, köşe bucak kaçar. Şimdi ne yapsın: Böyle alçaltıcı bir duruma rağmen o bîçareyi yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün? Şuna bakın, ne kötü hüküm veriyorlar!(Nahl suresi 58/59)

Sümeyye ve Yasir ailesi oğlu Ammar ile Kureyş müşriklerinin en ağır işkencelerine uğradılar. Güneşin en sıcak olduğu öğle vakitlerinde, kızgın kumlar üzerinde câniler tarafından develere bağlatılarak sürüklendiler. Kor parçası alev alev yanan kayalarla vücutlarını dağladılar. Amma aslâ imanlarından geri döndüremediler.Peygamberimiz “Sabredin ey Yâsir âilesi! Sabredin ey Yâsir âilesi! Sizi Cennet’le müjdelerim.” diye seslendi.

Yâsir (r.a) büyük bir teslimiyet içerisinde tekrar:

“Yâ Rasûlallah! Vakit hep böyle mi geçecek?” diye sordu.

Şefkat Peygamberi Efendimizin de yüreği sızlamaktaydı. Onlara yapılan işkenceyi kendine yapılmış gibi hissetmekteydi. Ama beşer olarak bir mücâdele verilmesi gerekiyordu. Onların direnmelerini istedi ve: “Allahım Yâsir âilesini rahmet ve mağfiretini ihsan et!” diye duâ etti. Onları ancak bu şekilde teselli etmeye çalıştı.

Ebû Cehil kininden, kibirinden gözü dönmüş vahşîler gibi Hazreti Sümeyye (r.anhâ)’ya doğru yöneldi ve öfke ile: “Sen güzelliğine âşık olduğun için Muhammed’e iman ettin.” diye hakaret etti. Sümeyye anamız da o sefih kişiye ağır lâflar söyleyerek karşılık verdi. Ebû Cehil iyice kudurdu. Duyduğu lâflarla suratına tükürülmüşe dönen sefih, zâlim, dinsiz, vahşî herif elindeki mızrağı Sümeyye annemize saplayarak şehid etti.

Ne yüce iman!.. Ne sabır!.. Ne tahammül!.. Ve ne güzel son!.. Zâlimin karşısında susmamak ne şecaat!.. Hakkı savunmak ve her yerde haykırmak ne kahramanlık!.. İman ne büyük güç!.. İmansız yürek hakîkaten sînede yük!.. Allahım bizleri de birer iman fedâisi eyle!.. Üç günlük dünyaya aldananlardan eyleme!.. Dâimâ hakkı tutup kaldırabilmeyi nasîb eyle!.. İmanla yaşayıp imanla Sana kavuşanlardan eyle!.. Amin.

Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz yine Ammar (r.a)’a sabır tavsiye etti. Haklarında: “Allahım! Yâsir âilesinden hiç birisine ateş ile azap etme.” diye duâ buyurdu.

Ümmetin Firavun’u diye nitelendirilen azgın müşrik Ebû Cehil Bedir Savaşında öldürüldü. Şefkat Peygamberi Efendimiz o gün Ammar (r.a)’a hitaben: “Allah Teâlâ annenin katilini öldürdü.” buyurdu. 

2.GÜN ; NUR DAĞI + MESCİDLER + UMRE

Hira Nur Dağı ;  

 35 yaşından 40 yaşına büyük doğumun sancıları için bu dağ Efendimize sığınak olmuş mağarayı kendine sırdaş edinmiş bekleme sürecine girmiştir.Bekledi bekledi alem bekledi beklemekten alemin sinesi çatladı Kadir Gecesi Alak suresinin ilk 5 ayeti indi. İsa as beri susayan susan toprağın sinesine vahiy sulamaya başladı. Varlığa da yüreğimize de o Kuran bambaşka şey söyleyecekti. 

- Bütün işlerinde Rabb'inle olman için O'nunla ondan yardım isteyerek ve her işinde O'nu müşahade ederek OKU !

- Allah Teala bütün varlıkları , onlara bakıp yüce zatının tanınması için yarattı , varlık aleminde tecellilerine en fazla mazhar olan insanı bir damla basit bir sudan ortaya çıkarttı.Sonra onu ilimle en yüksek mertebeye yükseltti. İnsanı pis bir su seviyesinden ilim ve marifetin zirvesine ulaştırdı.İnsana yaptığı bu ihsanı anlatmak için ; 

- OKU! Rabb'in çok kerem ve ihsan sahibidir. O Rabb'in ki sana sayısız ikramlarda bulundu ; sana bilmediklerini öğretti.Yine O Rabb'in insana kalemle yazmayı ve bilmediği nice şeyler öğretti. 

Kendini hiç ayet olarak gördün mü ? Bir başkasını ayet olarak gördün mü ? Kainatını ayet olarak gördün mü ? OKU ! Bir başkasını ayet olarak gören hiç zulmeder mi . 

Peygamber Efendimiz sarsıldı karşısında Cebrail aslı surati vardı. Titriyor ve ürküyor Cebrail İkra diyor Efendimiz ben okuma bilmem diyor. Kanatları arasına alıp öyle sıkıyor ki Cebrail kemikleri birbirine geçecek kadar sıkıyor tekrar Cebrail İkra diyor tekrar ben okuma bilmem diyor Efendimiz 3 kez tekrarlıyor sonra Cebrail ilk 5 ayeti okumaya başlıyor. Tir titrerken mağaradan çıkıp koşmaya başlıyor ama bastığı taş toprak etrafından üstünden her yerden Esselamu Aleyke Ya Resulullah sesleri yükseliyor . Kendisi için bir liman olan Hatice annemize sırdaşına giderek titrerken beni örtün diyor. Hatice annemiz alıp götürecek Varakaya 80 yaşındaki Varaka bir genç gibi ayaklanacak senin şahit olduğun daha önce Musaya ve İsaya gelen Namusu Ekberdir. Ah keşke bir genç olsaydım senin arkanda yer alsaydım o gün kavmin senin sürüp çıkardığı zaman senin arkandan hicret etseydim diyecek Efendimiz şaşıracak çünkü risalet davasının kaderidir hicret . Hakkın sesini kısmaya çalışırlar . 

Allahım Kur'an'ın indiği bu topraklarda bizi Kur'an yoldaş eyle Yarabbi . Kur'an'ın yolunda yürüt bizi Yarabbi. Ahlakıyla ahlaklanmayı ilmiyle amel etmeyi nasip et Yarabbi. Kuranı yaşayan yaşatan bahtiyardan nasip eyle Yarabbi. Kur'anı yetim bırakanlardan değil her an bağlantı kuranlardan nasip eyle. Peygamber kokusu uğruna buralara kadar geldik sen bizi cennetinde ilk Rızayı ilahine sonra Peygamberimize kavuşmayı nasip eyle . Allahümme salli ala seyidina muhammedin ve ala ali seyidina muhammed 🤲

↓ 12 DK UBER

Al Ejabah Cami ; Peygamber Efendimiz sas nübüvvetinden önceki dönemde artık Mekke'de duramaz. Yalnız kalabileceği yerler arar.Bu amaçla da sık sık Nur Dağı na çıkıp , buradaki Hira Mağarasına çekilir . İlk başlarda üç beş gün yada bir hafta burada kalırken peygamberliğin gelmesine yakın artık birkaç ay dağdan inmedigi olur. İşte bu uzun kalışlarında Hz Hatice annemiz sırtında azıklarla ya mağaraya kadar çıkar ( o zamanlar 50 yaşında ) gelemediği zaman Meysere'yi gönderirmiş. Efendimiz Hatice annemizin geldiğini , dağdan gördüğü zaman yorulmasın diye bu mescidin oraya gelir birlikte sohbet eder bazı geceler burada kalırlarmış. Bu kadar fedakarlık bu vefanın şahit olduğu yerde duanın kabul edileceği yer olarak İcabe Mescidi denmiştir

Allahım İcabet Mescidinin önündeyiz Efendimizin Hatice annemiz ile hatıralarının yaşadığı bir mekandayız Allah Resulünün Hatice annemizin vefatından sonra vefa gereği kaç kez geldiği bir meydandayız buralarda dualara icabet edildiği için el Mucip olan sana ellerimizi açtık sen dualarımıza icabet eyle . Takvayı elbisesi olarak edinmeyi nasip eyle ayağa kaldır bizi Allah'ım Kıyam'a kaldır bizi Allah'ım. 🤲

↓ 27 DK YÜRÜME

Mescidül Cin ; Taifte taşlanan Efendimiz sas gönlü kırık bir şekilde dönerken Batn-ı Nahl durur ve işte tam bu mescidin olduğu yerde ibadete çekilerek Rabbine teveccüh eder. İşte bu sırada Efendimiz sas gönlünü alacak bir hadise meydana gelir . Cinler gelir ve kendisine iman ederler . 

¹³ Peygamber Efendimiz (asm) 619 yılında İslâm’ı tebliğ için gittiği Taif şehrinden dönüşünde, Mekke’de Batn-ı Nahle de denilen bu yerde namaz kılmıştı.

Bir defasında geceleyin Abdullah ibn-i Mesut (ra) ile birlikte Hacun yakınlarında bulunan bu yere geldiler. Orada Peygamber Efendimiz (asm) toprağa bir daire çizip, Abdullah ibn-i Mesud’a (ra) dairenin içinde kalmasını emir buyurarak daha ileride cinlerle toplantı yaptı. Cinlere Kur’ân okudu ve onları imana dâvet etti.

Allâh Teâlâ Ahkâf Sûresi’nde bu hâdiseden şu şekilde bahsetmektedir:

“Hani cinlerden bir topluluğu, Kur’ân’ı dinlemeleri için Sana yöneltmiştik. Kur’ân’ı dinlemeye hazır olunca (birbirlerine) «Susun!» demişler, Kur’ân’ın okunması bitince uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Onlar kavimlerine şöyle dediler: «Ey kavmimiz! Gerçekten biz Mûsâ’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdîk eden bir kitap dinledik. O kitap, hakkı ve doğru yolu gösteriyor. Ey kavmimiz! Allâh’ın dâvetçisine uyun! O’na îmân edin ki, Allâh da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun. Her kim Allâh’ın dâvetçisine uymazsa bilsin ki, yeryüzünde Allâh’ı âciz bırakacak değildir. Onun Allâh’tan başka dostları da yoktur. İşte onlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler.” (el-Ahkâf, 29-32) 

Cin Suresi Nazil Oldu 

1.Rasûlüm! De ki: “Bana vahiyle bildirildi ki, cinlerden bir topluluk beni Kur’an okurken dinleyip sonra da kavimlerine dönerek şöyle dediler: «Biz hârikulâde güzel bir Kur’an dinledik.»

2.«O her hususta doğru yolu gösteriyor; biz de ona iman ettik. Bundan böyle artık Rabbimize hiç kimseyi ortak koşmayacağız.»

3.«Şüphesiz Rabbimizin şânı çok yücedir. O ne bir eş edinmiştir; ne de bir çocuk.»

4.«Şimdi öğreniyoruz ki, meğer bizim beyinsizlerimiz, Allah hakkında yalan yanlış şeyler söylüyormuş.»

5.«Oysa biz, insanların da cinlerin de Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanıyorduk.»

6.“Gerçi, öteden beri insanlardan bazı adamlar cinlerden birtakım adamlara sığınıyor, böylece onların kibir ve azgınlıklarını artırıyor, cinler de kendilerine sığınanların günahına günah, isyânına isyân katıyorlardı.»

7.«Onlar da, sizin sandığınız gibi, Allah ölen kimseyi bir daha diriltmeyecek sanıyorlardı.»”

8.“«Doğrusu biz, melekleri dinlemek için göğe yükselmek istedik. Bir de ne görelim: Orası sert ve güçlü bekçilerle, alev fışkırtan mermilerle dopdolu.»

9.«Oysa önceleri biz, haber dinlemek için orada oturacak yerler bulup otururduk. Fakat şimdi, Kur’an inmeye başladıktan sonra, artık kim göğe çıkıp melekleri dinlemeye kalksa, kendisini gözetleyen bir alev topuyla karşılaşıyor!»

10.«Göğün böyle sıkı denetim altına alınmasıyla yeryüzü ahâlisi için bir kötülük mü kastedilmiştir, yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi dilemiştir; onu biz bilemiyoruz?»

11.«Bize gelince, içimizde dürüst ve erdemli kimseler de var, bunun çok aşağısında kalan azgınlar da. Tıpkı insanlar gibi biz de farklı inançlara sahip çeşitli gruplara ayrılmış vaziyetteyiz.»

12.«Artık şu gerçeği iyice anlamış bulunuyoruz ki, biz ne yeryüzünde Allah’ın iradesine karşı koyabiliriz, ne de O’nun elinden kaçıp kurtulabiliriz.»

13.«Ne zaman ki doğru yolu gösteren Kur’an’ı dinledik, hemen ona iman ettik. Rabbine iman eden kimse, ne ecrinin eksilmesinden korkar, ne de zulme uğramaktan.»

Resûlullâh’ın Tâif yolculuğundan zâhirdeki kazancı sâdece Addâs (r.a.) idi. Lâkin hakîkatte Allâh Teâlâ O’na pek çok lutuflarda bulunmuştu. Bu cümleden olmak üzere meselâ kendisine iki farklı âlemin sultanlığını bahşetmişti. İlk olarak daha Mekke’ye dönmeden cinler O’ndan Kur’ân dinledi ve kendi âlemlerinde teblîğe başladı.Burada Müslüman olan cinlerin sayısının yedi olduğu ve Nusaybin cinlerinden olduğu rivayet edilir.Cinlerden iman edenler kavimlerini de imana dâvet etmek üzere yurtlarına döndüler. Şafak sökünce Peygamber Efendimiz (asm) görüşmesini bitirdi ve İbn-i Mesut (ra) ile birlikte Mekke’ye döndüler

Cennetül Mualla ; Efendimizin biricik eşi Hz.Hatice ( Köşede  ağacın olduğu mezar ) Mekke'de vefat eden iki oğlu Kasım ve Abdullah, amcası Ebu Talib , dedesi Abdülmuttalip yatıyor. Hz.Esma ( Ebubekir'in kızı ) ve oğlu Abdullah bin Zübeyr burada yatıyor. Medine'de hicret eden muhacirler arasında ilk çocuk dünyaya getiren ve Medine'de dünyaya gelen ilk muhacir çocuk da Abdullah bin Zübeyr olmuştur.Halife Abdülmelik emri ile zalim Haccac Mekke'yi kuşatarak mancınıklarla döver ve bu güzel sahabeyi şehit eder.

Esselâmü aleyküm ehled diyârî minel-mûminîn ve'l müslimin. Ve İnnâ inşaallâhu lelahikûn. Es'elûllâhu lenâ ve lekümü'l âfiyeh."Selâm size, ey bu diyârın mü'min ve müslim halkı! İnşallah yakında biz de aranıza katılacağız. Allah'ın bizi de sizi de bağışlamasını dilerim.Essalumu aleyki Ya Hatice bint Huveylid , Essalumu aleyki ya Esma binti Ebubekir , burada yatanları ruhlarına 1 Fatiha 3 İhlası şerif.

↓ 5 DK YÜRÜME

Mescidül Şecere ; Peygamber Efendimiz birgün bu mevkide iken bazı müşrikler mucize göstermesini istediklerinde O sas mübarek parmakları ile burada duran bir ağaca gelmesi için işaret eder. Ağaç köklerini sökerek ilerler ve tam Efendimizin sas önüne gelince O'nun sas peygamberliğini tasdik eder.

Mescidül Raye ; Raye sancak bayrak anlamına gelir . Peygamber Efendimizin sas Mekke'nin fethi için şehre girdiğinde tam şehrin girişi olan bu yerde durarak elindeki Ukab adı verilen mübarek sancağı buraya dikmiştir.Bu sancak Mute destanında sahabeye de verilmiştir . Şu an Topkapı Sarayında sergilenmektedir.

²⁷ Hicri 8. yıl 

Hz. Zeyneb, Resûl-i Ekrem Efendimizin Hz. Hatice ile evliliklerinin kızlardan ilk meyvesi idi. Hazret-i Zeynep Mekke’den getirilirken deveden düşürüldüğü için hastalanmış ve bir daha iyileşememişti. Hicrî sekizinci senenin başında, 30 yaşlarında iken vefat etti. Resûlullâh cenâze namazını kıldıktan sonra mahzûn ve mükedder bir şekilde kabre indi. Biraz durduktan sonra sevinerek dışarı çıktı ve:

“–Zeynep’in zayıflığını düşünerek, ona kabir sıkıntısını ve harâretini hafifletmesi için Allâh’a duâ ettim. Allâh Teâlâ da bu isteğimi kabul buyurup kabir azâbını ona hafifletti.” buyurdu. Bu hayatta en zor imtihanlardan olan evlat acısını Efendimiz 6 kez yaşamıştı. İlk evladı Kasımı bir baba için kız evlatları ne kadar değerlidir ki 3 kızını toprağa vermiş bir babayı . 

Mute Savaşı ; 

İslâm devletinin Medine'de kurulmasından sonra Müslümanlarla Rumlar arasında yapılan ilk savaş olmuştur. Gassani hükümdarı gönderilen elçiyi öldürünce hemen 3000 kişilik bir ordu hazırladı. Ordunun kumandanı Zeyd b: Hârise idi. Şayet bu zât şehid düşerse yerine Cafer b. Ebi Talib, o da şehid düşerse Abdullah b. Revâha geçecekti. Düşman önce İslâm'a davet edilecekti, kabul etmez ve cizyeye de razı olmazsa İslâm elçisini öldüren bu cânilerle savaşılacaktı. Peygamberimiz (s.a.s) orduyu Seniyyetü'l-Veda'ya kadar yürüyüp uğurladı.

Mûte'ye ulaştığında karşılarında Bizans'ın desteğinde Hristiyan Araplardan oluşan 100.000 kişilik bir ordu bulmuşlardı. 

Zeyd. b. Hârise (r.a) şehit düşünce, sancağı, Cafer aldı Ca'fer'in sağ eli kesildi; bu sefer sancağı sol eliyle tuttu. Sol eli de kesilince sancağı yine bırakmadı; kesik iki elinin kalan kısımlarıyla sıkıştırarak göğsü arasında tuttu. Nihayet o da şehid düştü. Bundan sonra sevgili Peygamberimizin emrine uyularak sancağı, Sahabenin şâirlerinden Abdullah b. Revâha aldı; o da şiirler söyleyerek harbetti ve şehâdet şerbetini içti. İşte bu sırada askerde genel bir çöküntü doğmak üzereydi ki, askerin hemen hepsinin isteği üzerine Hâlid b. Velid kumandayı ve sancağı eline aldı. O gün akşama kadar savaş yapıldıktan sonra Halid, ertesi sabaha kadar sağ kanatta bulunan müslüman askerleri sol kanada, sol kanattakileri sağ kanada, arkadakileri öne ve öndekileri arkaya alarak yerlerinde değişiklik yaptı. Böylece düşmana yeni destek kuvvetleri geliyormuş izlenimini vermek istiyordu. Hatta ric'atten evvelki bir hücumunda Hâlid, düşmana bir hayli kayıp verdirmiş ve bol ganimet de elde etmişti. İşte bu şekilde İslâm ordusunu Medine'ye sağ-sağlim geri getirdi. Peygamber Efendimiz bu savaşı Medine'de, olduğu gibi görmüş ve her safhasını minberden müslümanlara anlatmıştı. 

Mekke'nin Fethi ; 

Bir süre önce Müslümanlarla Mekkeli müşrikler arasında Hudeybiye Antlaşması yapılmıştı.

Mekkeli Kureyşlilerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesi bu antlaşmaya aykırı biçimde, Müslümanların himâyesindeki Benî Huzaa kabilesine saldırdı. Tabi bu anlaşmaya aykırı olunca Mekkeliler telaşlandılar Ebu Süfyan'ı Medine'ye yolladılar. Efendimizin karşısına çıkan Ebu Süfyan Anlaşma maddelerini yenilemeyi ve anlaşmayı uzatmayı teklif etti yoksa anlaşmayı mı bozdunuz dedi Efendimiz. Ebu Süfyan ne diyeceğini bilemeyip hayır öyle birşey yok demekle kaldı. Öyleyse biz anlaşmamızda sadığız dedi Efendimiz. Baktı bu iş böyle olmuyor Ebu Süfyan tek tek sahabeleri dolaşmaya başladı herkes Resulullah ne dediyse o diyordu . Ebû Süfyan meseleyi anlamıştı. Görüşmelerinden hiçbir netice alamamanın eziklik ve ümitsizliği içinde devesine zar zor atlayarak Mekke'nin yolunu tuttu. 

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) durumun biraz daha açıklığa kavuşmasını istiyordu. Bunun için müşriklere ültimatom mahiyetinde bir yazı göndererek şöyle dedi:

"Ya Huzâalılardan öldürülenlerin kan bedellerini ödeyiniz! 2400 deve ediyordu Mekke bunu o zaman için ödeyemezdi.

Yahut Benî Bekir Kabilesi ile olan ittifakınızdan vazgeçiniz! Ve bu işte parmağınızın olmadığını ilan edeceksiniz. Bunu da yapamazlardı. 

 Bunlardan birini yapmazsanız, Hudeybiye Anlaşmasını bozduğunuz ve bunun neticesi olarak da sizinle harbetmek mecburiyetinde kalacağımı biliniz."

Efendimiz sefere çıkacağı zaman hedefin neresi olduğunu savaş taktiği olarak kimseye söylemezdi. Yine öyle oldu komşu kabilelerde dahil 10.000 askeri toplayıp Hadi ! diyor ama kimse nereye gideceğini bilmiyordu. 200 kişiyi Şam'a doğru yönlendirdi . Şam tarafına gidecekmiş tarzında haberler yayılacak ve müşrikler herhangi bir endişe duymayacakları gibi, herhangi bir hazırlığa da kalkışmayacaklardı. 

Bu taktiğe, düşmana hazırlanma fırsatı vermemek ve bunun neticesi olarak da fazla kan dökülmeden onu teslime mecbur etmek istiyordu.Çünkü, o, her şeyden evvel insanlara ebedî saadeti kazandıracak olan hak ve hakikatı tebliğe memurdu, öldürmek için değil diriltmek için vardı.

Mekke-i Mükerreme gibi mübârek bir beldeye kan akıtmadan girmek, Kâbe-i Muazzama gibi yeryüzünün en şerefli ve faziletli binâsını, kimseyi öldürmeksizin putlardan temizlemek istiyordu. Bu niyetle ellerini açıyor Efendimiz ; 

"Allah'ım! Yurtlarına ansızın varıp kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez hale getir! Beni, birdenbire görüp işitsinler!"

Yola düştüklerinde bir yerde konaklamaya karar veriyor Efendimiz ve herkese ateş yakmasını istiyor. Bir anda on bin ateş yakılıyor. Göz kamaştıran bu manzara Mekke'ye aydınlık saçıyor; müşriklere ise korku ve dehşet. Aralarından göç etmeye mecbur bıraktıkları kâinatın manevî güneşi Peygamber Efendimiz, şimdi etrafında on bin parlak yıldızla Mekke ufuklarında yeniden bütün ihtişamıyla parlıyordu. Halen daha Mekkelilerin bu seferden haberi yoktu Ebu Süfyan gözcüleriyle civar yerlerde dolaşırken yanan ateşleri görünce olayı anladı ve esir alınıp Efendimize getirildi.

Hz. Abbas, Ebû Süfyan'ı sabahleyin Resûl-i Ekrem Efendimizin yanına getirdi. Resûl-i Ekrem,

"Ey Ebû Süfyan! Henüz 'Lâ ilâhe İllallah' diyeceğin vakit gelmedi mi?" diye sordu.

Sonra bir müddet düşündü durdu. Bu düşünce onu bir nebze olsun hakka yakınlaştırdı. Şu itirafı yapmaktan kendini alamadı:

"Vallahi, sanırım ki, Allah'tan başka ilâh olmasa gerek. Çünkü Allah'la birlikte başka ilâh da bulunmuş olsaydı,taptığımız putlar elbette beni zararlardan korur, iyiliklerden de faydalandırırdı."

Peygamber Efendimiz, bu sözlerinden onun "Lâ ilâhe illallah" gerçeğini kabul ettiğine kanaat getirdi. Bu defa da,

"Ey Ebû Süfyan 'Muhammedün Resûlullah' diyeceğin zaman daha gelmedi mi?" diye sordu.

Ebû Süfyan bir an durakladı. İçindeki düğümü tam mânâsıyla çözemiyordu. Nereden geldiğini bilmediği bir şüphe vardı içinde. 

"Yâ Muhammed," dedi, "bunun için bana biraz müddet tanı. Zira, biraz kafam karışık dedi. Ve Efendimiz çok üstelemedi. 

Peygamber Efendimiz, Hz. Abbas'a şu emri verdi:

"Ey Abbas! Ebû Süfyan'ı vadinin daraldığı, atların sıkışa geldiği dağ boğazının yanına götür de Allah ordusunun ihtişamını görsün."

Hz. Abbas bu emr-i Nebevî üzerine Ebû Süfyan'ı vadinin en dar, geçişe en hakim yerine götürdü.

Ebû Süfyan, hayret ve haşyet içinde kol kol geçen muazzam İslâm ordusunu seyrediyor ve onların kim olduğunu teker teker Hz. Abbas'a soruyordu. Hz. Abbas da gereken izahatı veriyordu. Ebû Süfyan'ın gözleri, nuranî dalgalar halinde akan mücahidler karşısında kamaşıyordu.

Nihâyet, Resûl-ü Kibriyâ Efendimizin arasında bulunduğu tepeden tırnağa silahlanmış alay geliyordu. Kâinatın Efendisi, kendisine mahsus azamet, heybet ve vakarı ile devesi Kasvâ'nın üzerindeydi. Etrafını Ensar ve Muhacirler almıştı. Sancağı, Ensardan Sa'd bin Ubâde Hazretlerinin elindeydi. Ebû Süfyan'ın önünden tüylerini ürpertircesine, tir tir titrercesine geçiyorlardı.

Ebû Süfyan artık, bu haşmetli, nuranî, bir tek kalb halinde çarpan, tek el halinde kalkan, tek ses halinde yükselen orduya kimsenin kolay kolay karşı koyamayacağını, bunun kendilerinin de haddi olmadığını iyice anlamıştı.

"Ey Abbas! Ben şu âna kadar, böyle bir ordu, böyle bir cemâat görmedim." dedi.

Bundan sonradır ki, Mekkeli müşriklere hem haber vermek hem de karşı koymak gibi bir basiretsizliğe teşebbüs etmelerine mani olmak ve bu hususta nasihatta bulunmak üzere Ebû Süfyan'ın Mekke'ye gitmesine müsaade edildi. Ebu Süfyan Müslüman olduğunu açıklayıp onlara seslendi ; 

"Kim, Ebû Süfyan'ın evine girer sığınırsa, o emindir! Kim, evine girip kapısını üzerine kaparsa o emindir! Kim, Mescid-i Harama girer sığınırsa, o emindir." Mekkeliler de mecbur kalıp evlerine sığınmışlardı. 

Peygamber Efendimizi takip eden ordu ile tam Mekke'ye gireceği sırada yolunu değiştirip Hz.Haticesinin yanına vardı. Kabrinin başına geldi uzun uzun hasret giderdi. Çadırınızı nereye kuralım diye sorduklarında sahabe Haticemin yanına diyerek sevginin ne kadar büyük olduğunu bize gösteriyordu. 

Sekiz yıl evvel iki deve ve üç kişi ile Mekke’den mahzun bir şekilde ayrılan Hazret-i Peygamber, bugün Allâh’ın lutfu ile on bin kişilik muazzam ve muhteşem bir kuvvetle mübârek beldeye giriyordu. O gün yurdundan çıka­rılmış mazlum bir ferd, bugün yurdunu fetheden muzaffer bir fâtihti. Fakat O, bununla aslâ gurûra kapılmayarak devesinin boynu üzerinde secde eder bir vaziyette, yâni bu nîmeti lutfeden Allâh’a şü­kür hâlinde Mekke’ye giriyordu. Başını Allâh Teâlâ’ya karşı tevâzû ile o derece eğmişti ki, sakalının uçları neredeyse devenin semerine değmekteydi. 

Allâh Resûlü, Fetih Sûresi’ni okuyarak ashâb-ı kirâmla birlikte Kâbe-i Muazzama’ya yöneldi. Devesinden inmeden Kâbe’yi tavâf ettikten sonra:

“…Hak geldi, bâtıl yok oldu!..” (el-İsrâ, 81) âyet-i kerîmesini tilâvet buyurarak elin­deki değnekle Hz.Ali ile birlikte Kâbe’deki putları bizzat devirmeye başladı. Sadece Kabe'nin içinde bile o zaman için 360 tane put bulunuyordu. 

Artık Mekke-i Mükerreme, Hudeybiye’nin bir müjdesi olarak, af, sulh, emniyet ve hidâyetin içiçe olduğu rûhânî bir fetihle asıl sâhiplerine, yâni ciğerpârelerine sînesini açmıştı. Bin bir ıztırap, zulüm ve meşakkatlerle dolu Mekke hasreti de artık sona ermişti. İşte bunun büyük bir şükrânesi olarak, târihin en büyük affını sergi­lemek üzere Allâh Resûlü Mekke halkına seslendi; 

Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine seslendiği gibi size seslenmek istiyorum; 

«…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) ayetini okudu. 

Yıllardır alay, hakâret, zulüm ve düşmanlıktan başka bir şeye şâhid olmayan Mekke, o gün sergilenen büyük bir af bayramıyla târifsiz bir muhabbet ve merhamet tecellîsi yaşıyordu. 

Mekkeliler, Hazret-i Peygamber’in bütün insanlığa nu­mûne olarak sergilediği af bayramının sürûrunu yaşarken öğle vakti girmişti. Resûlullâh, her zaman olduğu gibi yine ezân okuması için Hazret-i Bilâl’e emretti. Hazret-i Bilâl, bir zamanlar köle olarak akıl almaz işkencelerle “Ehad, Ehad” diye inlediği günleri hatırladı. Artık zulüm zevâle ermişti. Şimdi hür idi ve zafer kazanmış bir îmân ordusu ile Mekke’de idi. Allâh’a şükrederek Kâbe-i Muazzama’nın üstüne çıktı. Yakıcı nağmelerle ezâna başladı. Öyle içli ve yanık bir ezân okuyordu ki, bütün Mekke dağları ve semâsı bu ulvî sadâ ile yankılanıyordu. Gökler mütebessim, yerler mesrûr oldu. 

Attab Ibn Esed Mekke'nin ilk valisi oldu. Henüz 20 yaşında ve yeni müslüman olmuştu.

Cirane Mikat Mescidi ; 

²⁸ Hicri 8.yıl

Mekke'nin Fethi ile civar yerlerdeki putlarda yıkılmaya başlayınca baktılar ki Havazinliler sıra bize de gelecek bize gelmeden biz gidelim diyerek Taifli Sakifoğulları ve diğer müşrik Arap kabileleri ile ittifak kurarak kısa bir zaman içinde 20.000 kişilik bir ordu hazırlamışlardı. Havazinlilerin lideri Mâlik bin Avf, bu savaşın bir ölüm kalım savaşı olduğunun farkında idi. Askerlerinin bütün güçleriyle savaşmasını sağlamak için kabilesinin bütün çocuklarını, kadınlarını ve mallarını birlikte getirmişti. Bu hareketiyle, bir yenilginin onlar için top yekûn yok olma anlamı taşıyacağını herkese anlatmak istiyordu.

Rasûlüllah (s.a.s), müşrik kabilelerin bu ittifaklarını ve savaş hazırlıklarını haber alır almaz derhal savaş hazırlıklarına başladı. Hazırlıkları süratle tamamladıktan sonra 12.000 kişilik bir orduyla Mekke'den çıktı. Tam imanı oturmamış sadece ganimet peşinde olan kişiler ise nasılsa Resulullah her savaşı kazanır biz de ganimetlerden faydalanalanırız diyerek en ön saflara geçmişlerdi. Müslümanlara Ebu Süfyan katılmıştı diğer büyük savaşçıları vardı sayıları artmıştı kesin gözle bu savaşı yenebileceklerini düşünüyorlardı. Müslümanları şimdiye kadar zafere ulaştıran sayıları ve kuvvetleri değil, Allah'a olan imanları ve Allah'ın yardımı idi. Bunu unutmak, kulluk bilincinin zedelenmesine ve her zaman felâketlere neden olmuştu. Mâlik bin Avf orduyu kalabalık göstermek için savaş düzenini almıştı sağ ve sola da okçuları yerleştirmişti. Müslümanlar karşılarında orduyu görünce şaşkına döndüler . Ve bir anda ok saldırısının arasında kalınca korku ve panik bir anda asıl ordu içinde de yayıldı. Ordu şaşkın bir vaziyette kaçışmaya başladı.

Bu arada, bazı Mekkeliler müslümanların dağılışını görünce, sevinç duygularını gizlemeye bile gerek görmeden kalblerinde bulunanı dile getiriyorlardı. "Artık onların bu bozgunları denize varıncaya kadar sürer. Andolsun ki Havazinliler onları yener" derken, "Muhammed ile ashabının bozguna uğradıklarını müjdelerim; artık bugün sihir bozuldu" diyordu. Uhud'da öldürülen Kureyş'in sancaktarı Osman ibn Ebi Talha'nın oğlu Şeybe ise, "Bugün Muhammed'den intikam alıyorum" diye bağırıyor, fırsattan istifade ederek Rasûl aleyhissalatü vesselâmı öldürmenin yollarım arıyordu.Bu sebeple Hz. Peygamber’i takip etmeye başladı. Müslümanların dara düştüğü ve Resûl-i Ekrem’in etrafında kimsenin kalmadığı bir sırada harekete geçtiyse de düşüncesini gerçekleştiremedi. Kendi ifadesine göre onu gören ve niyetini anlayan Peygamber Efendimiz kendisini yanına çağırdı, elini göğsünün üzerine koydu ve hidayete ermesi için Allah’a dua etti. Daha elini göğsünden çekmeden Şeybe’nin duyduğu kin kayboldu, hemen orada müslüman olarak müslümanlarla birlikte savaştı

Rasûl aleyhisselâm yanındaki Amcası Hz. Abbas'tan müslümanları çağırmasını istedi. Hz. Abbas yüksek sesle "Ey Akabe'de biat eden Ensar, gelin! Ey Rıdvan ağacı altında bey'at edip söz veren Muhacirler, dönün! Ey Bakara Suresinin Ashabı , dönün ! ( Bakara Suresini duyan Ashab durur mu annesine koşan çocuklar gibi geliyorlardı çünkü biliyorlardı Hz. Musa'nın ashabı gibi onu yalnız bırakamazlardı.) Muhammed buradadır! Nereye gidiyorsunuz?" diye bağırmaya başladı. Bu çağrıyı duyanlar "lebbeyk" diyerek koşup Rasûlüllah'ın çevresinde toplanmaya başladılar.

Rasûlüllah (s.a.s), çevresinde toplanan müslümanları muntazam bir birlik haline getirerek düşmana karşı saldırıya geçti. Çarpışmanın olağanüstü bir şiddet kazandığı sırada "İşte ocak şimdi kızıştı" buyuran Rasûlüllah, yerden bir avuç toprak alıp düşmanların üzerine fırlattı.Çarpışma şiddetle sürerken Hz. Ali büyük bir fedâkarlık ve teslimiyet örneği göstererek Havazin kabilesinin sancaktarını öldürmeye muvaffak oldu. Bu olay müslümanların savaş güç ve isteklerini bir kat daha artırdı. Savaş öylesine şiddet kazanmıştı ki, düşman bu kesin taarruza karşı koyamayarak hezimete uğradı ve kaçmaya başladı.

Allah'ın yardımı bir kere daha yetişmişti. Allah müslümanları sınamış, bir anlık gafletlerinin sonucunu onlara acı bir şekilde göstermişti. Bu savaştan sonra nazil olan bir âyette bu durum şöyle dile getirilmektedir: “And olsun ki Allâh, birçok yerde (harp meydanlarında) ve Huneyn Muhârebesi’nde size yardım etti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezîmete uğra­maktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda ge­risin geri dönmüştünüz. Sonra Allâh, Rasûlü ile mü’minler üzerine sekînetini indirdi; sizin görmediğiniz ordular (melekler) gönderdi de kâfirlere azâb eyledi. İşte bu, o kâfirlerin cezâsıdır.” (et-Tevbe, 25-26)

Huneyn Harbi’ni kazanan Allâh Resûlü, kaçan düşman­ların tâkibini emir buyurarak, esir ve ganîmetleri de Cîrâne’ye sevk ettirdi. Ardından, yapılan harekâtı tamamlamak üzere Ebû Mûsâ el-Eş’arî’nin amcası Ebû Âmir’in kumandasında bir kuvveti, Evtâs Vâdisi’ne gönderirken, kendileri de İslâm ordusuyla bir­likte Tâif’e yöneldiler. Taifi kuşatan Müslümanlar bir türlü netice alamayınca bırakıp Ciraneye geri döndüler. 

Peygamber Efendimiz burada on gün kadar, sayısı büyük bir miktar tutan esirleri ve bol miktardaki ganimeti askerleri arasında taksim etmeksizin bekledi. (24000 deve 40000 koyun 6000 esir binelerce gümüş silah aletleri ganimet ) Maksadı, Havazinlilerin müslüman olarak gelip ganimet mallarını iade etmekti. Fakat Hevâzinliler gecikti. Bu arada henüz yeni müslüman oldukları için İslâmî bir şuura iyice erememiş ve mal hırslısı olan bazı bedevîler ile birtakım münâfıklar, ganimetleri kendilerine dağıtması konusunda Hz. Peygamber'i zorladılar; hatta kaba tavırlarla O'nu rencide ettiler.Bunun ardından Hz. Peygamber, Beytü'l-mâl hissesi olarak ayrılan ve harcama yetkisi tamamen kendisinde bulunan Humus'tan müellefe-i kulûb (kalbleri İslâm'a ısındırılacak kimseler)'a bol ihsanlarda bulundu. Bunlar daha ziyade, Mekke fethi ile yeni müslüman olmuş Kureyşliler ve Kureyş reisleri ile bazı bedevî kabile reisleri idi. Bu fondan, samimi müslümanlara, bu arada Ensâr'a hiç hisse verilmemişti. Çünkü onlar İslâm'a mal kaygusuyla bağlı değildiler. Ama bu dağıtım, bazı sızlanmalara, hatta itirazlara sebep teşkil etti.Peygamber'ın karşısına çıkıp kaba bir şekilde: "Âdil ol ey Muhammed! Senin adil davranmadığını görüyorum." deme küstahlığında bulundu. Bu tavrına karşı ashab-ı kirâm'dan bir kısmı onu öldürmek için Hz. Peygamber'den müsâade istedilerse de Peygamber Efendimiz buna izin vermedi ve: "Bunun öyle taraftarları olacak ki, bunların namazı karşısında sizden biri kendi namazını az görecek; bunların orucu karşısında kendi orucunu az bulacak. Bunlar Kur'an okuyacaklar; ama Kur'an boğazlarından aşağı inmeyecek. Bunlar, okun avı delip süratle çıkıp gittiği gibi İslâm'dan süratle çıkacaklar... " buyurdu. Hz. Ali döneminde ortaya çıkan Hâricîler'in bu adam ve taraftarlarından oluştuğu söylenir.

Çok sayıda insan esir olarak getirildi. Efendimizin süt kardeşi Şeyma’da bu esirler arasındaydı.Şeyma esirler arasında götürülürken kendisine sert davrananlara: “Biliniz ki, vallahi ben sizin Efendinizin süt kardeşiyim.” diyerek havayı yumuşatmak istiyordu. Fakat etrafındakileri inandıramamıştı. Zira aradan çok uzun yıllar geçmişti. Onu esirler arasından ayırıp Efendimize götürdüler. O, İki Cihan Güneşi Efendimizin huzuruna vardığında:

- “Yâ Rasûlallah! Ben senin süt kardeşinim.” dedi. Efendimiz ona:

- “Buna alâmet ve işâret nedir?” dedi. Şeyma kolunu açtı ve:

- “Yâ Rasûlallah! Sen küçük iken beni ısırmıştın! İşte izi.” dedi. Şeyma o günün hâtıralarını bir bir anlatmaya başladı:

Sevgili Peygamberimiz ısırık izini görünce hatırladı. Şeyma kardeşini tanıdı ve ridasını yere serip üzerine oturttu. Ona sevgi ve şefkatini gösterdi.

Aradan uzun yıllar geçmişti. Çocukluk hatıraları gözünün önüne geldi. Bu manzara karşısında duygulandı ve gözleri doldu. Şeyma kardeşine hürmet etti. Hemen süt anne ve süt babasını sordu. Onların daha önce öldüğünü söyleyince Efendimiz hüzünlendi. Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz onu memnun edebilmek için elinden gelen gayreti gösterdi. Süt kardeşi Şeyma’ya:

“İstersen itibarlı ve sevilen birisi olarak burada kal, her türlü hizmetini göreyim. Eğer kabîlene dönmek istersen seni göndereyim.” dedi.

Şeyma kabîlesine dönmek arzusunu belirtti. Peşinden İslâm dinini kabul edip, kelime-i şehadet getirerek müslümanlığını ilân etti. Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz süt kardeşi Şeyma radıyallahu anhâ’ya bir erkek bir kadın köle verdi. Birçok eşya ile birlikte deve ve davar cinsinden hayvanlar hediye ederek kabilesine gönderdi.

Ensâr gençlerinde bu dağıtım dolayısıyla sızlanmalar görüldü. Bunlar: "Allah, Rasûlüne rahmet etsin; kılıçlarımızdan henüz Kureyşliler'in kanı akarken Rasûlullah bizi bırakıyor da Kureyşliler'e ihsânda bulunuyor!" diyorlardı. Dostlarından gelen bu sözleri duyunca fevkalâde üzülen Peygamber Efendimiz, tüm Ensâr'ı büyük bir çadırda toplayıp, kulağına gelen sözlerin mahiyetini sordu. Ensâr ileri gelenleri ve büyükleri, kendilerinin ve Ensâr'ın büyük çoğunluğunun da bu sözleri tasvip etmediklerini, ancak bâzı Ensâr gençlerinin art niyet taşımaksızın, sâdece kendilerine de ihsanda bulunulmasını arzu ederek böyle söylediklerini belirtip onlar adına özür dilediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kalkıp etkili bir konuşma yaptı. Konuşmasında: "Ey Ensâr!Kendilerine mal verdiğim bu adamlar, mal ve mülkleri ile, deve ve koyun sürüleri ile yurtlarına dönerken, siz aranıza Allah'ın Rasûlü'nü alıp memleketinize dönmeye razı değil misiniz? Ben, bu kimselere ancak kalblerini İslâm'a kazanmak için ihsanda bulunmuşumdur" buyurarak bu dağıtımının hikmetini açıklıyor, bu arada Ensâr'a verdiği değer ve önemi de belirtiyordu. Rasûlullah'ın konuşmalarından sonra tüm Ensâr, büyük bir heyecan ve gözyaşı içinde O'ndan özür dilediler.

Ganimet payları dağıtıldıktan sonra Hevazinliler çıkıp geldiler ve Müslüman olduklarını bildirdiler. Geride ne evleri kalmıştı ne toprakları Efendimiz kendisine pay bıraktıklarının tamamını geri verdi bunu gören sahabelerde bir bir ganimetleri geri vermeye başladılar yalnızca medeni olamamış bedevililer hariç Allah Resulü onlardan da borç ile alarak doğru yolu bulmaya çalıştı. Allah Resulü ne Mekke Fethinde ne de Huneyn bir ganimet elde etmiş değildi hatta Mekke Fethinde fakirlere yardım etmek için Mekke zenginlerinden borç almıştı şimdi de Huneyn de ganimetlerini geri vermek istemeyenlere borç ile geri almıştı. Risalet meselesi en öncelik mesele idi . 

Böylece taksimat işi tamamlandıktan sonra Peygamber Efendimiz, ihrama girerek Mekke'ye umre yapmaya gitti. Umreyi îfasından sonra tekrar Ci'râne'ye gelip ashabı ile İslâm devletinin merkezi Medine 'ye avdet etmek üzere Ci'râne'den ayrıldı.

Allahümme innî ürîdü'l-umrete fe yessirhümâ lî ve tekabbelhümâ minnî 

Allah'ım senin rızan için umre yapmak istiyorum onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur. 

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ Şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, lâ Şerîke lek” 

Allah'ım Cirane meydanındayız niyetlerimizi getirdik Telbiyelerimizi ikrar ettik birazdan umremiz için yola çıkacağız Allah'ım sen umremizi dergahı uluyetinde Salih bir amel olarak kabul buyur . Bizlere kolaylaştır Allah'ım.Engelleri kaldır Allah'ım. Eksiğiyle noksanıyla kabul buyur Allah'ım .Bir umre geçmiş günahların kefaretidir günahlarımıza kefaret eyle tertemiz bir sayfa açmayı nasip eyle . Ömrümüzüm bundan sonraki zamanlarını bu tertemiz sayfa ile geçirebilmeyi nasip eyle. Umrenin rahmetinden mağfiretinden hepimizi nasiptar eyle Allah'ım. 🤲

3.GÜN ; MİNA + ARAFAT + MÜZDELİFE

Akabe Mescidi (ALBAYA MOSQUE) ;

¹⁵  

Nübüvvetin 11.yılı Peygamberimiz, Câhiliye devri âdetlerine göre hac vazifesini yerine getirmek için değişik bölgelerden Mekke’ye gelen Araplar arasında İslâm’ı yaymak maksadıyla Mina'da çadırları gezmeye başladı. Hz.Ebu Cehil ve Ebu Leheb ters akılla aynı planı uygulamaya başladı.Müşrikler çadır çadır gezmeye başlar " Bizden sonra size gelecek biri var dediklerine bakmayın zaten ailesi bile sahip çıkmadı sadece köleler ona inanır aklı başında kimse ona inanmaz." dediler.  Efendimiz alıyor yanına Hz. Ali ve Hz.Ebubekiri onlara cevap niteliğinde iki kişiyi o da çadır çadır dolaşmaya başladı. Hazrec Kabilesinden 6 gencin çadırına girip Hacca gelen gençlere hac ayetleri olan İbrahim Suresi (35-56) ayetleri okudu. Gençler beklenen Peygamber olduğuna iman edip müslüman oldular. 

Es'ad bin Zürare Allahu Ekber 

Avf bin Haris Allahu Ekber 

Râfi bin Malik Allahu Ekber 

Kutbe bin Âmir bin Hadide Allahu Ekber 

Ukbe bin Âmir bin Nâbi Allahu Ekber 

Cabir bin Abdullah bin Ri'ab Allahu Ekber 

Allah onlardan razı olsun bu 6 genç Medineye geri dönüp ilk önce kendi evlerinden başlayarak 6 ev Medine de iman mayalamaya başlar. Hatta ilk Cuma namazı Es'ad bin Zürare imamlığında kılınmaya başlar.

Bu küçük müslüman grubun Medine’de gösterdiği faaliyet sayesinde birçok kişi İslâmiyet’i kabul etti. Bunlardan on Hazrecli ve iki Evsli verilen söz üzerine ertesi yıl Mekke’ye gelip Akabe’de Hz. Peygamber’le buluştular. “Hiçbir şeyi Allah’a eş koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftira etmeyeceklerine, emirlerine uyacaklarına” dair Hz. Peygamber’e söz verdiler ve ona biat ettiler.Peygamber Efendimiz elini uzatıp diğerleri üzerine koyup biat ettiler.Nübüvvetin on ikinci senesi (621) Zilhicce ayında Akabe’de yapılan bu biata Birinci Akabe Biatı denir. Birinci Akabe Biatı, savaşla ilgili hususları ihtiva etmediği için Bey‘atü’n-nisâ adıyla da anılmıştır. İlk önce iman sonra ahlak 5 tane ahlak maddesi ile biat ettiler. Kadınları koruyan maddeler için Kadınlar Biatı adını almıştır.

Hz. Peygamber Yesrib halkına İslâm’ı ve Kur’an’ı öğretmesi, orayı İslâm’ın merkezi olmaya elverişli hale getirmesi için Mus‘ab b. Umeyr’i Yesrib’e gönderdi. Üslubu bedeni dili güzel olduğu için bu iş için en iyisi Musabtı.Bir yıl boyunca Mus‘ab’ın gösterdiği faaliyet, Yesrib’in iki büyük reisi Sa‘d b. Muâz ile Üseyd b. Hudayr’ın müslüman oldular sonra binlercesi müslüman olmaya başladı. Burdan anlıyoruz ki en yakınlarına lafı zayi etmeden bir mesajı iletenle tanıştırmak lazım. Bunun en tesir yolu bu sen ne kadar anlatsanda olmaz bazen. 1 sene sonunda İslam'ın girmediği ev kalmadı. Gündem sadece İslamdı. Hayırlı Mus'ab olmak böyle birşeydi işte.

Nübüvvetin on üçüncü senesi (622) hac mevsiminde Hz. Peygamber’i Medine’ye davet etmeye karar veren, ikisi kadın yetmiş beş Medineli, asıl niyetlerini gizli tutarak hac için Mekke’ye giden müşrik Medineliler’le birlikte yola çıktılar. Mekke’ye varınca Hz. Peygamber’le gizlice haberleşerek hac vazifesinin ifasından sonra bir gece Akabe’de buluşmayı kararlaştırdılar. O gece Akabe’ye herkesten önce gelen Hz. Peygamber’in yanında sadece amcası Abbas b. Abdülmuttalib vardı.  Hz. Muhammed’i memleketlerine götürdükleri zaman başlarına çeşitli sıkıntılar gelebileceğine, bütün Arap kabilelerinin kendilerine düşman olacağına dikkatlerini çekti. Böyle bir durumda onu düşmanlarına teslim edeceklerse bu işten şimdi vazgeçmelerinin daha iyi olacağını ifade etti. Medineliler söylenenleri kabul ettiler ve Hz. Peygamber’e istediği şartlarda biata hazır olduklarını belirttiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir konuşma yaptı, Kur’an okudu, onları İslâm’a daha kuvvetle bağlanmaya teşvik etti. Hicret ettiği takdirde kendisini canlarını, mallarını, çocuklarını ve kadınlarını korudukları gibi koruyacaklarına, rahat günlerde de sıkıntılı anlarda da ona itaat edeceklerine, bollukta da darlıkta da gerekli malî yardımları yapacaklarına, iyiliği emredip kötülüğe engel olacaklarına, hiç kimseden çekinmeden hak üzere bulunacaklarına ant içip biat etmeye davet etti. Orada bulunan Medineliler’in hepsi bu şartlarla ona biat ettiler. Bundan sonra Hz. Peygamber’in emri üzerine, Peygamber’le aralarındaki irtibatı sağlayacak on iki temsilci (nakib) seçtiler. Bu anlaşmaya da İkinci Akabe Biatı denildi. İkinci Akabe Biatı, savaşla ilgili hususları ihtiva ettiği için Bey‘atü’l-harb adıyla da anılmıştır. Bu anlaşmadan sonra Hz. Peygamber ashabına Medine’ye hicret etmeleri için izin verdi. Aynı yıl içinde kendisi de Hz. Ebû Bekir’le hicret etti. Böylece İslâm tarihinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oldu.

Allahım biatın yapıldığı şu meydanda bizler de seni ve bütün müminleri şahit kılarak söz veriyor ve biat ediyoruz bundan sonraki hayatımızda tevhidi koruyacağımıza hayatımızda şirke asla yer vermeyeceğimize iman hakikatlarini iyice öğreneceğimize ve iman için bizden istediklerini yerine getireceğimize söz veriyoruz ve biat ediyoruz. Bundan sonraki hayatımızda Peygamberimizin yolundan yürüyeceğimize onun adımlarını adım olarak belirleyeceğimize sünneti hayatımızın esası kılacağımıza söylediği herşeyi kayıtsız şartsız kabul edeceğimize söz veriyoruz biat ediyoruz. Hayatımızın bundan sonrasında örneğimizi ve rehberimizi sadece ve sadece sahabi hayatlarını belirleyeceğimize onların rehberliğinde yürüyeceğimize söz veriyoruz biat ediyoruz. Evlerimizi birer Kur'an evlerine çevireceğimize sünnet evine çevireceğimize birbirimizi kayıtsız şartsız seveceğimize söz veriyoruz biat ediyoruz Allah'ım son nefesimize kadar bizim bu biatımızı koruma adına gayret edenlerden eyle. Verdiğimiz bu sözlerin altında bizi bırakma. 🤲

Akabe Mescidi eski Mescidi Nebeviye benzeyen bir yapıdır. Arkadaki yükseklik Ashabı Suffadir işte. Yıllardır efendimiz böyle topraklara secde etmiştir. Üzerinde hurma yaprakları olduğunu düşünün.

↓ 6 DK UBER

³⁰ Hicri 10.yıl

Mekke fethinden sonra nazil olan Nasr suresinde Peygamber (s.a.s)'in ölümünün yaklaştığına işaret vardı. Bu surede Allah Teâlâ, Peygamberine şöyle hitâb ediyordu:

"Allah'ın yardımı erişip de fethin müyesser olduğunu ve insanların küme küme Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman Rabbine hamdederek O'nun şânını yükselt ve O'ndan mağrifet dile: Şüphesiz ki, Allah tevbeleri çok kabul edendir" (en-Nasr, 110/1-3).

Bu sûrede ilâhî yardımına karşılık Allah Teâlâ, Rasûlüllah (s.a.s)'den hamd ve şükürle beraber bir mağrifet dilemesini istiyordu. Peygamber (s.a.s)'den bunu istemesi herhalde başka bir anlama geliyordu. Nitekim bu sûrenin indirilmesinden sonra Rasûlüllah (s.a.s) namazlarda istiğfarını çok çok arttırmıştı.

İslâm her tarafa yayılmış, geleceğin mürşitleri yetişmiş, Müslümanlar zaferden zafere koşmuştu. Bütün bunlardan; Rasûlüllah (s.a.s), Allah'a kavuşmak zamanının yaklaştığını anlamıştı. İşte bu sebeple İslâm toplumuna İslâm'ın getirdiği hukûkî, ahlâkî ve toplumsal yenilikleri topluca bir kere daha duyurmak istemişti. Hicretin 10. yılı (M. 632) Zilkade ayında hac için hareket edileceğini ilân etti. Bu haber hızla yayılmış ve Müslümanlar bölük bölük Medine'de toplanmışlardı. Efendimiz, Zilkâde ayının 26. Cumartesi günü Medine'den çıkıp mîkat (ihrama girme) mahalline vardı, yıkanıp iki rekât namaz kıldı, ihramını giyindi, sonra devesine binerek şunları söyledi: 

"Lebbeyk Allahümme Leybeyk. Lebbeyke lâ şerike leke Lebbeyk. İnnelhamde vennimete leke ve'l-mülk. Lâ şerike leke."

“Buyur (emret) Allah’ım! Emrine amadeyim buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrine amadeyim buyur! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur.”

Sanki yeryüzü bir ağız olmuş, aynı "telbiye"yi yüzbinler dil ile tekrarlıyordu. Fahr-i Âlem Efendimiz ve sahabîlerin sevinç ve heyecanına âdeta yer ve gök iştirak ediyordu.

Telbiye getirin ki size şahit olan çiçek böcek ağaç hepsi sizinle telbiye getirir.

Peygamber (s.a.s) yaklaşık olarak 114.000 hacı ile beraber hac edecekti. Bunların bir kısmı Medine'de toplanmış ve onunla beraber hareket etmişlerdi. Bir kısmı da yollarda katılıyorlardı. Rasûlüllah (s.a.s) bir inananlar denizinin içinde ve yer gök tekbirlerle, telbiyelerle inleyerek yol alıyordu. Nihayet Zilhiccenin dördüncü pazar günü Mekke'ye girdi, Ka'be'yi tavaf etti, iki rekât namaz kıldı. 1 rekatta Kâfirun 2. Rekatta ihlas suresini okudu yani La İlaha ile Kâfirun anlatıyordu İllallah ile İhlas suresini . 

Zemzem içildi, Safa ile Merve arasında sa'y yapıldı. Perşembe günü Mina'ya girildi. Orada konaklanarak öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazları kılındı. Sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar Mina'da dinlenen Rasûlüllah (s.a.s) Zilhicce'nin 9. günü Müzdelife'yi geçerek Arafat'a gitti, orada kendisi için hazırlanan çadırına girdi. Güneş zeval (tepe) noktasından batıya meyletmeye başladığı sırada, çadırından çıkarak Kusva adlı devesine bindi. Arafat va'disinin ortasına geldi. Burada İslâm tarihinin bütün insanlığa hitabeden en etkili nutkunu iradetti. Bu nutuk İslâm tarihine "Veda Hutbesi * " olarak geçmiştir.

Rasûlüllah (s.a.s) öğle ile ikindi namazını peş peşe Arafat'ta kıldı. Sonra oradan Müzdelife'ye geçti. Burada akşam ile yatsıyı birlikte kıldı. O gece Müzdelife'de istirahat etti. Sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğmadan Mina'ya hareket etti. Mina'da kurban kesti, Cemretü'l-Akabe'de taş attı. Mekke'ye giderek Ka'be'de farz tavafı yaptı. Sonra diğer günlerde Mina'ya giderek şeytan taşlama işlemini tamamladı. Bayramın dördüncü günü veda tavafını yaptıktan sonra Medine'ye döndü 

 Ey insanlar! Bilmiyorum, belki de bugünden sonra burada sizinle bir daha buluşamayacağım. Allah’ın rahmeti bugün sözümü işitip onu iyice kavrayanların üzerine olsun! Benim bu sözlerimi burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin. Olabilir ki bildirilen kimse burada bulunandan daha iyi anlar ve itaat eder. Ey insanlar! Biliniz ki rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak takvâ iledir. Biliniz ki bu şehriniz Mekke, bugününüz arefe ve bu ayınız zilhicce nasıl mukaddes ve dokunulmaz ise mallarınız ve canlarınız da aynı şekilde dokunulmazdır. Câhiliye devrindeki her türlü ribâ kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat ana paranız sizindir. Ne haksızlık edin ne de haksızlığa uğrayın. Kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas b. Abdülmuttalib’in faizidir. Câhiliye devrinin kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası akrabalarımdan Rebîa b. Hâris b. Abdülmuttalib’in oğlu Âmir’in kan davasıdır.

Ey insanlar! Kadınların haklarına riayet etmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah’ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve iffetini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Dikkat edin! Sizin kadınlar üzerinde hakkınız olduğu gibi onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız iffet ve namuslarını korumalarıdır. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları geleneklere uygun biçimde yiyecek ve giyeceklerini sağlamanızdır. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara en iyi şekilde davranın. Ashabım! Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden saltanat ve nüfuz kurma ümidini ebediyen kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım şeyler dışında küçük gördüğünüz şeylerde şeytana uyarsanız bu da onu sevindirir ve cesaret verir. Sözümü iyi dinleyin ve belleyin. Müslüman müslümanın kardeşidir. Bir müslümanın malı rızası olmadan diğer bir müslümana helâl olmaz. Sakın zulmetmeyin. Herkes ancak kendi işlediği suçtan sorumludur. Baba oğlunun, oğul da babasının suçundan sorumlu tutulamaz. Allah her vârisin mirastan payını tayin etmiştir. Artık bir vârisin diğer mirasçıları mahrum edecek şekilde vasiyette bulunulması helâl değildir. Çocuklar babalarından başkasına nisbet edilemez. Ödünç alınan şeyler sahibine geri verilmelidir. Yararlanılmak üzere alınan şeyler de sahiplerine iade edilmelidir. Borçlar ödenmelidir. Birinin borcunu üstlenen kefil de o borcu ödemelidir. Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine iade etsin. Rabbiniz olan Allah’tan sakının, O’na kulluk edin. Beş vakit namazınızı kılın. Ramazan ayında oruç tutun, hac ibadetini yerine getirin, mallarınızın zekâtını gönül hoşluğuyla verin. Yöneticilerinize Allah’ın kitabına uydukları sürece itaat edin ve böylece rabbinizin cennetine girin. Benden sonra küfre ve sapkınlığa düşüp birbirinizin boynunu vurmayın. Benden sonra hiçbir peygamber gelmeyecektir. Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız takdirde bir daha asla yolunuzu şaşırmazsınız. Bunlar Allah’ın kitabı Kur’an’la peygamberinin sünnetidir (veya Ehl-i beyti). Daha sonra Resûlullah, “Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. O zaman ne diyeceksiniz?” deyince ashap, “Allah’ın risâletini tebliğ ettin, görevini yaptın, bize nasihatte bulundun diye şahitlik ederiz” dediler. Bunun üzerine Resûlullah şehâdet parmağını semaya doğru kaldırdı, sonra da insanlara doğru çevirip indirerek, “Şahit ol yâ rab, şahit ol yâ rab, şahit ol yâ rab!” dedi 

Mina ; Peygamber Efendimiz sas Veda haccında yaptığı gibi sabah namazını Mekke'de kılar Mina'ya doğru hareket eder şu anki Hayf Mescidinde 5 vakit namaz kılar.( Bir sonraki günün sabah namazı dahil )Bir rivayete göre Nuh Peygamberin mezarı da buradadır.

Mina'nın önemi şeytan taşlama ve kurban kesilen bölgedir. Hz. İbrahim Hz. İsmail elinden tutup buraya getirdi şeytan karşılarına çıktı Hz. İsmaile babandan ne yap edip babanın elinden kurtul diye teskinde bulundu ama Hz İsmail şeytana taş fırlatıp ben Allah'ın emrine karşı gelmem diyerek akıllara durgunluk vererek karşı çıktı. Sonra şeytan İbrahim as gitti insan hiç oğlunu kurban eder mi diyerek vazgeçirmeye çalıştı İbrâhim as şeytana taş atarak duruşunu ortaya koydu. Sonra şeytan Hacer annemize gitti biliyor musun ki İbrahim niye İsmail'i götürdü diyerek aklına girmeye çalıştı ama ondan da taş yedi işte bu bizim ibadetimiz oldu. Bıçak kesmeyen İsmail'e gökten koç indi. Yıllar sonra Efendimizin babası Abdullahta kurban adanarak kurtulmuştu Efendimiz anlatırken der ki ben iki kurbanlık babanın evladıyım . Şeytan taşlama da attığınız o 7 taş ben şeytanla bir savaş başlattım ve ömrümün sonuna kadar bu savaşta olacağım dersiniz. İçimizdeki şeytan ve şeytani hasletlere taş atıyoruz . İçimizdeki şeytanı memnun edecek ne hastalık var ise cimrilik , gıybet... Dışarda ise 3 şeytan 3 şeyi sembolize eder. Büyük şeytan firavunu Orta şeytan Karunu Küçük şeytan Belamı. Büyük şeytan taşlarken nefsi ile hareket tüm firavunları taşlıyorum diye niyet ederiz. Allah'tan başka hüküm koyucu yoktur. Allah'tan başka mülk sahibi yoktur. Allah'ın hakkını gasp eden her ne ise savaş başlatıyoruz. Orta taş ile Karuna savaş açıyoruz. Mülk Allah'ın. Allah adına parayı harcamalı helal dairede para kazanmalıyız. Faizden kesinlikle uzak durmalı. Küçük şeytan ise Belamdır. Dinini menfaat aracı olarak kullanan kişilerdir ticaretini siyaetine karıştıran herkesedir. Din yalnızca Allah'ındır . Ben bütün bunlara savaş başlattım diye taş atarız . Dinden konuşup dinden geçim kapısı edinmeme adına taşlarız. Tarafımızı böylelikle belli edeceğiz. Biz şeytanın değil Allah'ın tarafındayız. Burada İsmail'in teslimeyetine bürünelim. 

Allah'ım nefsimin benden istediği şeytani ne arzu ve istek varsa son nefesimize kadar mücadele edeceğimize sana söz veriyoruz. Hayatımızdaki Firavunlarla , Karunlarla, Belamlarla mücadele edeceğimize sana söz veriyoruz. Aziz dinimi geçim kaynağı olarak kullanmayacağımı söz veriyorum. Dinimi vesile ederek birşey istemeyeceğim. Bütün şeytanlara La diyecek kamete sahip olacağıma söz veriyorum. 🤲

Her ömrünün bir yılına kefaret olsun diye Efendimiz veda haccında 63 deve kesmiştir. 

↓ 18 DK UBER

Arafat ;Mina'dan ayrıldıktan sonra Nemire Mescidine gelir ve öğle ve ikindi namazını cem eder. Sonra devesinin üzerine çıkarak veda hutbesini okur .

Arafat Meydanı Tanışma Meydanı Nefsimiz ile bağımızı, Allah ile bağımızı , İnsanlar ile bağımızı , Evren ile bağımızı tanıma bilinci elde edelim inşallah. Nefsimizi tanıyalım irademizi arttıralım burada ne eksikliğimiz var ise onun için söz verelim . 

Allah arasındaki bağımızı arttıralım. Bizi görüyormuş gibi gibi yaşayalım . İnsanlar arasındaki bağımızı arttıralım ben değil kardeşim rahat etsin diye yaşayalım yaşatmak için yaşarız o zaman . Evren bağımızı arttıralım. Allah bizim için yarattı herşeyi . 

Son inen ayet Maide suresi 3. Ayet burada Arafatta indi. " Bugün sizin dîninizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim. "

Allah'ım Arafat Marifet diyarıdır biz buraya tanışmaya geldik. Nefsimizi gerçek manada tanıt bize Allah'ım. Başka insanlar kardeşlerle tanışma adına bize yardımcı ol Allah'ım. Kainatla evrenle doğru bir bağ kurmayı bizlere nasip eyle Allah'ım. Seninle bir kul olarak doğru bir bağ kurmayı nasip eyle Yarabbi. Senin esmanın gölgesinde yaşayabilmeyi nasip eyle Allah'ım. O güzel isimlerinin gölgesinde bizlere güzel bir kulluk nasip eyle Allah'ım. Rahmaniyetinin altında bizi yürüt Allah'ım. Rahimiyetinin altında bizleri yürüt Allah'ım. Senin bizden istediğin her ne ise onları yerine getirebilme adına bizlere yardım et Allahım. Şu yaşınıza kadar günahlarla düşe kalka geldik burası ise günahların af olunduğu Arafat meydanı sen dualarımızı burada yapılan güzel dualara iliştir Allah'ım. Sen burada Adem'in tövbesini Havvanın tövbesini kabul ettin bizimde tövbelerimizi kabul eyle Allah'ım. Sen burada İbrâhimin duasına icabet ettin İsmail'in duasına icabet ettin Hacerin duasına icabet ettin sen bizlerin dualarını da icabet eyle. Sen burada Efendimiz ve yüzbinlerce sahabenin duasına icabet ettin Efendimiz burada büyük bir müjde aldı kul hakkı dışında bütün günahların affolunacağı müjdesini aldı bizde affın müjdecisi olmak istiyoruz Allah'ım sen bizleri de affeyle. Allah'ım yüzlerimizi kara çıkarma boynu bükük bırakma Yarabbi. Kalplerimizi dinin üzerine sabit kıl Allah'ım. 

🤲

Cebel-i Rahme hacıların vakfe yaptığı yer . En üst kısımda beyaz boyalı bir taş var.Burası Hz.Adem ile Hz.Havva'nın buluştukları yeri simgeliyor .

↓ UBER

Sonra Müzdelife doğru yol alırlar.Peygamber Efendimiz Müzdelife de bir gece kalmış Müzdelife Vakfesi'ni bu mübarek mekânda yapmıştır. Akşam ve yatsı namazını cem ederek kıldığı yere bu hatırayı canlı tutma adına Meş'ari'l- Haram adlı mescit yapılmıştır.

Minaya gelen Efendimizin yüzünde bir hüzün vardı Efendimiz Arafattaki Mescidine geldiğinde secdesini öyle bir uzatıyor ki sahabe herhalde diyor canını teslim etti öyle korkuyorlar yaklaşıyorlar sadece iki kelime edip dua yalvarıyor efendimiz Ümmetim Ümmetim ! Arafat vakfesinde tekrar gözyaşı dökerek dua eden Efendimiz ; 

Ben, zalimler hariç ümmetini mağfiret buyurdum. Zira ben zalimden mazlumun intikamını alacağım." diye icabette bulunuyor" Ama yetmiyor o Ümmetine düşkün bir Peygamber istiyor ki tüm ümmeti kurtulsun. 

Resûlullah:

"Ey Rabbim! Dilersen mazluma (kendi katından bir lütuf olarak) cenneti verir, zalimi de affedersin!"dedi. O akşam Rabb Teâla bu duasına icabet etmedi. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Müzdelife'de sabah namazını kılınca, önceki (cevapsız kalan) duasını tekrar etti. Duasına, arzusu istikametinde cevap verildi. 

"Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine (memnuniyetinden) güldü -veya "tebessüm etti" demiştir.

Hz. Ebu Bekr ve Ömer radıyallahu anhüma:

"Annem babam sana kurban olsunlar! Şimdiye kadar bu saatlerde hiç gülmemiştiniz. Sizi güldüren şey nedir? Allah seni sevindirsin!" dediler. Aleyhissalâtu vesselâm'ın:

"Allah'ın düşmanı İblis, Rab Teâla Hazretlerinin, ümmetimin hepsini mağfiret buyurduğunu öğrenince, yerden toprak alıp kendi yüzüne saçtı ve "Yazıklar olsun bana! Helak oldum, her emeğim boşa gitti!" diye bağırıp çağırmaya başladı. Onun bu korku ve üzüntüsünü görmek beni güldürdü" buyurdular." Biliyoruz ki şirk koşmamak ve kul hakkı ile Allah'a gelmediğimiz sürece inşallah af buyrulacağız. Eğer ki kul hakkımız var ise Allah iki kişiyi karşılıklı getirerek senin cennette şöyle mükafatlar vereyim kula hakkını helal et diyecek ve yine en güzel yolla uzlaştırmaya gidilecek. 

Allah'ım Meşaril Haramda şuur diyarında binlerce hacının gözyaşıyla sana yakardığı şu güzel meydanda senin peygamberin iki cihan serverinin gözyaşlarıyla sabaha kadar yakardığı ve sonunda büyük bir müjdeye nail olduğu meydanda bizde sana ellerimizi sana açtık dua dua sana yalvarıyoruz Allah'ım dualarımızı kabul eyle hakkıyla dua edebilmeyi nasip eyle. Allah'ım duanın hakkını verebilmeyi nasip eyle.Yüreklerin feryadını işiten sensin Allah'ım. Dualara icabet eden sensin Allah'ım. Bu eller sadece sana açılır Allah'ım bu boyunlar sadece sana bükülür Allah'ım. Senden başka hiçbir kapıya el açtırma Allah'ım. Hiçbir gücün ve otoritenin önünde boyun eğdirme Allah'ım. Yalnız ve yalnız sana ibadet eder yalnız yalnız senden yardım bekleriz. Bu ilahi fermanın altında bir hayat yaşayabilmeyi nasip eyle Allah'ım. Şu Müzdelife de Hz.Ademden bu yana kaç bin insan burada sana dua etti tövbe etti sende onların dualarını kabul eyledin . Allah'ım bizleri de duaları kabul olmuşların safından eyle. Sadece rahat/sıkıntı anında değil her an sana dua eden kullarından eyle Allah'ım. Sen rahman ve rahimsin biz ise aciz kullarız geldik huzuruna bizleri kabul eyle Allah'ım. Bize Kuran yolundan ayırma Allah'ım. Kur'an ahlakıyla ahlaklanmayı hayatımızın sonuna kadar Kuranı rehber edinebilmeyi nasip eyle Allah'ım. Yüce Paygamberin ve salihlerin yolundan gitmeyi nasip eyle Allah'ım. Ahirette boyun bükenlerden etme Allah'ım , kaçacak yer arayanlardan etme Allah'ım o gün gerçekten mağfirete ve şefaate mazhar olanlardan eyle Allah'ım. Bizleri rahmetinle yargıla Allah'ım . Bütün günahlarımıza af diliyoruz affeyle Allah'ım.Annemizden doğmuş gibi tertemiz bir sayfanın sahibi kıl Allah'ım. Bundan sonra ki ömrümüzde rızana uygun bir şekilde hayat yaşamayı nasip eyle Allah'ım. 🤲

Burası Şuur Mektebi öğrendiğimiz bilgileri şuura çevirmemiz lazım bizim sahabeden ayıran en önemli fark bu . 96 yaşında Ebu El Ensariye bakın İstanbul'a kadar geliyor Ümmü Haram annemize bakın 86 yaşına yakın Kıbrısa kadar geliyor. Onları bu topraklara getiren şuur bilinci. Biz heyecan yorgunuyuz üniversiteside iyiyiz en ufak bir makam musibet başımıza gelince ayarlarımız bozuluyor . Öğrendiklerimiz amel etmeli ve karşılığını yalnızca Allah'tan beklemeliyiz. Karşılıksız iş yapmayı öğrenmeliyiz ben yapıyorum ama karşılık alamıyorum değil senin işin Allahla. 

(Yoldan manzaralar )

-Hz İbrahim oğlu Hz İsmail'i kurban etmeye götürdüğü yer.

 ¹ Muhassir Vadisi ; Karşımızda uzanan yerler ıssız üzerinde doğru dürüst bir yeşilliğin olmadığı, gazab-ı ilahinin indiği, Fil suresinde anlatılan ordunun son konaklama yerleriydi.Abdulmuttalip gelip müthiş ders verdiği Mamut filinin oturup kalkmadığı yerler. Surenin anlatımıyla yenmiş ekin yığınları haline getirildikleri yer ...

 اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْف۪يلِۜ ﴿١﴾ اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ ف۪ي تَضْل۪يلٍۙ ﴿٢﴾ وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً اَبَاب۪يلَۙ ﴿٣﴾ تَرْم۪يهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجّ۪يلٍۖۙ ﴿٤﴾ فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَأْكُولٍ ﴿٥

Ey muhatap! Rabbin fil ordusuna ne yaptığını görmedin mi ? 

O zamanın Yemen valisi Ebrehe kendi yaptırdığı büyük kilise sarayı teveccü edilmediğini Kabe'ye gelen insanların daha fazla olduğunu görünce oraya yıkıp kendi yaptığı saraya ilgi artsın ister. 60.000 kişilik fil ordusuyla yola çıkar fillerin başında ise Habeş Kralı Necaşiden aldığı Mamut isimli fil vardır. Bir heyeti Mekke'ye ön görüşmeye gönderirken o heyet yolda ne varsa alır Ebreheye getirir onların içinde 200 deve de vardır. Bunların hepsi Abdülmuttalipdir. Abdülmuttalip Ebrehe'ye gelir devrelerini ister. Sen ki Mekke'nin Seyyidül Kavmisin ben inandığının beyti yıkmaya geldim sen develerinin peşinde misin der . İşte o cevap belir Beytin sahibi Rabbül Alemin olan Allah'tır o kendi Beytini koruyacaktır ben ise develerin sahibiyim der. Aldığı 200 devesini Beytin önünde kurban eder ve Kabe de dua eder " Yarabbi görüyorsun ki biz 60bin kişilik ordunun karşısında aciz kaldık bize yardım et bu azgın güruhu yerle bir et ." Ebabil kuşları işte bu azgın orduyu yerle bir edecektir . Burada Aldülmuttalip teslimiyetini anlayacak onun gibi şu duayı yapalım Ebreheler bitmedi Yarabbi senin mukaddes saydığın bazı topraklara zalim çizmeleri ile ayak basıyorlar nasıl o gün gönderdiysen Ebabillerini bugün de gönder Ebabillerini yok et bu çağın Ebrehelerini Filistin'ini Kudüsü koru Yarabbim 🤲

4.GÜN ; SEVR MAĞARASI 

Sevr Mağarası

¹⁶ 

Sahabeler hicret ettikçe Mekkelilerin endişeleri artmaya başladı. Darül Nedve de toplanan üs akıllar planlar yapmaya başladı.İçlerinden biri kalkmış: “hapsedelim”; bir diğeri “sürgün edelim” diyordu. Ebû Cehil ise: “Her kabileden birer genç bulalım, bir anda hep birden vursunlar. Kan davası güden olmaz” önerisini ileri sürüyordu.Karar verdiler; Hz. Peygamber’i öldüreceklerdi...

Allah onların bu toplantı ve kararlarını şöyle bildirdi: "Hani bir zamanlar kâfirler ya seni tutuklayıp hapsetmek veya öldürmek ya da yurdundan zorla çıkarmak için bir takım tuzaklar kuruyorlardı. Onlar böyle tuzaklar hazırlayadursunlar, ama Allah da onların tuzaklarına karşılık verecektir. Çünkü Allah, tuzak kuranlara en güzel karşılığı verendir."

(Enfâl 8/30) Cenneti yüreğinde taşıyanlar için hapsedilirsen olur halvet / medrese , sürgün edilirsen olur hicret , ölürsen olur şehadet. 

Öğle vakti herkes uyurken Efendimiz hızlı bir şekilde Ebubekir evinin kapısını çaldı.Yol arkadaşım diye seslenince Hz.Ebubekir sevinçten başladı ağlamaya. Adım adım planlanan hicreti efendimiz bir bir Ebubekir anlattı. Hızlıca evine dönen Efendimizin o sıralar evinde hanımı Sevde ,kızları Ümmü Gülsüm ve Fatıma vardı . Ali'yi çağırıp Medine gideceğiz bunlar emanetler bunları emanetçilere verip daha sonra arkamızdan gelirsin deyip görev verirken kendi yatağında Ali'nin yatmasını istedi. O yatağa yatmak ölmek içindi . Evin  etrafını en iyi kılıç kullanan 12 kişi sardı.Yasin suresinin 9.ayetini ( Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.) 

okuyup bir avuç toprağı serpip gözlerine perde inen 12 kişi arasından Efendimiz çıkıp Hz.Ebubekir ile buluşup Sevr'e doğru gittiler. Medine'den tam tersi istikamette olan Sevr de bir strateji parçasıydı. Öyle bir zorlu yolu çıkarken o zamanlar Efendimiz 53 yaşında Ebubekir 51 yaşında Sevr'e azık taşıyan 27 yaşındaki Esma 7 aylık hamile idi .

Mağaraya ilk olarak girip temizlik yapan Hz. Ebûbekir, yılan vb. zararlıların çıkmaması için üzerindeki örtüyü yırtarak delikleri kapatmış ve Hz. Peygamber’i çağırmıştı. Ancak son deliğe bez yetmediği için, onu da çıplak ayağı ile kapatınca bu delikten gelen bir yılan Hz. Ebûbekir’in topuğunu ısırmıştı. Yorgun olan Allah Elçisi, dostunun dizine başını dayayarak uyuyakalınca, acıdan dökülen göz yaşları Rasûlullah’ı uyandırdı. Allah Elçisi durumu öğrenince, kendi tükrüğünü ilaç olarak ısırılan yere sürdü. Bir süre sonra ayağı tamamen iyileşti.Hz.Ebubekirin oğlu Abdullah çarşıda dolaşıp istihbaratı toplayıp ablası Esmaya bildiriyor Esma annemizde azıkla birlikte mağaraya çıkıyordu. 

Onlar mağaraya geldikten sonra, mağaranın ağzına hemen bir örümcek gelip ağ germiş, bir çift yabani güvercin de yuva kurup yumurtlamıştı.

Bu arada kana susamış müşrikler, yanlarına aldıkları iz sürücüler vasıtasıyla izleri buldular, takip ede ede Sevr mağarasına kadar geldiler. Her kabileden elleri kılıçlı gençler mağaraya yaklaştılar.

“Şu mağarayı da arayalım.” dediler.

Ümeyye bin Halef: “Sizin hiç aklınız yok mu? Mağarada ne işiniz var? Bu örümcek ağı Muhammed’in doğumundan önce bile vardı.” diyerek onları vazgeçirdi.

İçeri girerek araştırmayı ahmaklık saydı. O derece sokulmuşlardı ki içeriden ayak sesleri duyuluyordu. Onlar içeriden müşrikleri gördükleri halde, müşrikler dışarıdan onları göremiyorlardı.

Ancak eğilip baksalar görebilirlerdi.Hz.Ebu Bekir endişenlenmeye başlamıştı.

“Yâ Resulullah! Eğer onlardan biri ayaklarının altına doğru baksa bizi görecek.” dedi.

Resulullah Aleyhisselâm:

“Ey Ebu Bekir! Üçüncüleri Allah olan iki kişiyi sen ne zannediyorsun? Üzülme! Allah bizimledir.” buyurarak arkadaşını teselli etti. 

Hani, o ikisi mağarada iken arkadaşına: ‘Üzülme! Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Tam o sırada Allah ona serinkanlılık indirdi ve onu sizin görmediğiniz ordularla destekledi. Kâfrlerin planını da alaşağı etti...” (Tevbe sûresi, 9/40)

Ve müşrikler geri dönüp gittiler. 3 gün 3 gece korku içinde Sevr Mağarasında konakladıktan sonra Abdullah ibni Uraykıt yol rehberi edinip yola çıktılar. 3 kişilik hicret kafilesinin biri müşrikti niye çünkü ölçü ehliyettir; kişinin dini değil, o işe ehil olup olmadığıdır.

"Şüphesiz Allah size emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adâletle hükmetmenizi emrediyor. Böylece Allah size ne güzel öğüt veriyor! Doğrusu Allah her şeyi hakkiyle işiten, kemâliyle görendir." (Nisa/58) 

.O sıra müşrikler haber saldılar Muhammed'i ölü yada diri getirene 100 deve verilecek bunu duyan Sürake bin Malik atını alıp yakalamaya gidiyor atı toprağa saplanıyor ve çıkamıyor anlıyor ki bu kafile korunuyor ve iman ediyor.Ümmü Mâbed kendi çevresinde cömertliğiyle tanınan, misâfirperver, saf ve temiz kalbli bir hanımdı. Kuraklık, kıtlık yıllarında Kudeyd’deki çadırının önünde oturur, gelen geçen yolcuların, su ve yiyecek ihtiyaçlarını karşılamağa çalışırdı.

İki Cihan Güneşi Efendimiz de hicret yolculuğunda arkadaşları Hz. Ebû Bekir (r.a), Âmir İbni Füheyre ve Abdullah İbni Ureykıt (r.a) ile birlikte Ümmü Mâbed’in çadırına uğradı. Efendimiz o’na:“Süt bulunur mu?” diye sordu. Ümmü O da: “Yoktur vallahi!” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz çadırın yakınında küçük, zayıf bir hayvan gördü. “Bu nedir?” dedi. O da: “O sürüden geri kalmış, zayıf, dermansız kısır bir koyundur.” dedi. Efendimiz: “Onu sağmama müsade eder misiniz?” dedi. Ümmü Mâbed de: “Eğer onda süt bulabilirsen, sağ.” dedi. Koyunu tutup yanına getirdi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz, Besmele çekerek hayvanın memelerini sıvazladı ve: “Ey Allahım! Koyununu bereketli kıl!” diye duâ etti. Koyunun memeleri birden sütle doldu. Ve günlerce yolda olan kafile bir güzel doymuştu.

*Abdullah bin Abbas Mosque

5.GÜN ; TAİF

Addaas Mosque ; 

¹² Nübüvvetin 10.senesi

Tâifliler’le Mekke halkı arasında köklü bir akrabalık bağı vardı. Bu dönemde Kureyş ile Sakīf karşılıklı evlilikler yoluyla akrabalıklar kurmuştu. Ayrıca Kureyş zenginlerinden pek çoğunun sayfiye şehri olarak kullandığı Tâif’te bağ ve bahçeleri vardı.Tâifliler, Kâbe’ye karşılık içinde beyaz taştan Lât putunun bulunduğu bir mâbed inşa ettiler. Tâif, İslâm öncesi Arap toplumunda büyük saygı gören Lât putunun kutsal mekânı idi.Tâif’teki refah ve bolluk kültürel hayatın gelişmesine zemin hazırladı. Birçok okuma yazma bilen hekim şair çıkmıştı.

Kureyş liderlerinden Velîd b. Mugīre’nin, kendisi ve Benî Sakīf’in ileri gelenleri varken peygamberlik görevinin Efendimize verilmesini yadırgıyorlardı.

31: Bir de dediler ki: “Bu Kur’an şu iki şehirden önde gelen büyük bir adama indirilmeli değil miydi?”

 32: Ne o, Rabbinin rahmetini yoksa onlar mı bölüştürüyorlar (da, dilediklerine peygamberlik veriyor, istediklerini ondan mahrum ediyorlar? Üstelik zenginliklerine ve dünyalık mevkilerine bakarak insanlara üstünlük taslıyorlar.) Oysa dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırıyor ve bir kısmının diğerine iş gördürmesi için akıl, kabiliyet, zenginlik gibi yönlerden kimini kimine derecelerle üstün kılıyoruz! Fakat Rabbinin iman, hidâyet ve peygamberlik rahmeti, onların biriktirmekte oldukları dünyalık şeylerden çok daha hayırlıdır. ( Zuhruf ) 

Mekke müşriklerinin tavırlarını gittikçe sertleştirmeleri üzerine davetini Mekke dışındaki bir merkeze götürmeyi düşündü ve yanına Zeyd b. Hârise’yi alarak Sakīfliler’i İslâm’a davet edip himayelerine sığınmak amacıyla Tâif’e yayan olarak gitti. Yayan olarak, çünkü üç senelik boykot, Efendimiz sas bir binek bile bırakmamıştır. Taife Hz.Ömer yada Hamzayı götürmedi de evlatlılığı Zeyd bin Hariseyi götürdü çünkü bu mesele şeref meselesi güç meselesi değil istediği sadece iman, ne eziyet olursa olsun siz sadece iman edin yeter ki düşüncesi ile yola çıkıldı . 

Taif’i elinde bulunduran Sakif kabilesinin üç önde geleniyle görüşür. Bunlar, Abdi Yalil, Mesud ve Habib isminde üç kardeştir. Kahkaha atarak Efendimizi dinleyen kardeşler başlar alay etmeye; 

“Eğer ALLAH peygamber olarak Seni göndermiş ise ben de Kâbe’nin örtüsünü çalmış olayım” der. Bu, Araplar arasında bir şeyin olanaksızlığını ifade etmek üzere kullanılan bir deyimdir. Diğerinin cevabı:

“ALLAH peygamber olarak göndermek için bula bula Seni mi buldu!” olur. Üçüncüleri ise:

“Eğer sen peygambersen benim gibi basit adamlarla konuşmazsın eğer sen Peygamber değilsen ben senin gibi basit adamlarla konuşmam . " der 

 Öyle zor gelirki Efendimize sadece ayrılacağına yakın reis kardeşlere bir rica da bulunur:

“Hiç olmazsa” der, “buraya gelişim ve konuştuklarımız aramızda kalsın. Kureyş duymasın!” olup biteni öğrendiği takdirde Kureyş’in şımarıp, Müslümanlara karşı daha da saldırganlaşacağından endişe eder. Fakat bu dileği bile kabul görmez. Ve en acısı kendisine çok özel bir “güle güle töreni” düzenlenir.

Taif’te ne kadar ipsiz, ayak takımı varsa hepsi Efendimiz sas ile Zeyd’in şehri terk edeceği gün üç reis kardeş tarafından organize edilerek yolun iki yanına dizilir. Sonra da güle güle(!) anlamında bir taş ve tükürük yağmuru başlar.Atılan taşlardan Efendimizin ayakları yaralanır kan içinde kalır. Yürüyemeyecek hale gelir. Zeyd ise vücudunu Peygamberimize siper ederek atılan taşlardan korumaya çalışıyordu. Bu taşlanma neredeyse 600-700m kadar sürer.

Efendimiz, Zeyd de Taif’ten iyice uzaklaşıp atış menzilinden tamamen çıkana kadar. Kendilerini bir üzüm bağına atarlar. Kan kaybetmiş, yaralanmış, yorulmuş ve en acısı tepeden tırnağa serseri tükürüğüne bulanmış, incinmiş, kırılmıştır. Bağın sahipleri kendilerine uzaktan akraba sayılan Utbe ve Şeybe bin Rabia adında iki kardeşti.Köleleri Addas'la Efendimize biraz üzüm göndererek ikrâmda bulundular.

Addas tabak içindeki üzümü alıp Peygamber Efendimize getirdi. Resûl-i Ekrem üzümü, "Bismillah" diyerek alıp yemeğe başlayınca Addas'ın dikkatini çekti. Kendi kendine,

"Vallahi, bu sözü, bu beldenin halkı bilmezler ve söylemezler." dedi.

Fahr-i Âlem Efendimiz,

"Ey Addas, sen hangi dindensin?" diye sordu.

Addas,

"Ninevalıyım ve Hristiyanım." cevabını verdi.

"Demek, sen o salih kişi Yunus İbn-i Mettâ'nın hemşehrisisin?"

"Sen, Yunus İbn-i Mettâ'yı nereden biliyorsun?"

"O, benim kardeşimdir. O bir peygamberdi. Ben de peygamberim."

Bunun üzerine, Addas kendisini tutamadı ve Resûlullah Efendimizin başını, ellerini ve ayaklarını öptü. Manzarayı uzaktan seyreden bağ sahiplerinden biri diğerine,

"Senin adamın, gözünün önünde kölenin itikadını bozdu." dedi.

Addas, yanlarına dönünce de ikisi birden ona çıkıştılar:

"Yazıklar olsun sana, Addas! Sen bu adamın başını, ellerini ve ayaklarını nasıl öptün?"

Addas'ın efendilerine cevabı ise şu oldu:

"Yeryüzünde, bu zâttan daha hayırlı bir kimse yok! Bana bir şey bildirdi ki, onu ancak bir peygamber bilebilir." 

Alkou Mosque ( Kuû Mescidi )

Taiften dönüşte burada dinlenen Efendimiz dua etmeye başladı ; 

“Allah’ım güçsüzlüğümü ve çaresizliğimi, insanlar nazarında düştüğüm hor ve hakir durumumu sana arz ve şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zor ve sıkıntılı durumlarda olanların, zulüm altında zayıf düşürülmüş olanların Rabbi’sin. Benim de rabbim ancak Sen’sin. Beni kimlerin eline bırakıyorsun? Sen beni zalim bir düşmanın eline düşürmeyecek, onları bana hüküm geçirtecek bir konuma getirmeyeceksin. Ey Rabbim! Benim üzerime çöken bu musibet ve eziyetler, eğer senin bana karşı bir kızgınlığından ve öfkenden dolayı değilse; çektiğim bu sıkıntıya hiç aldırış etmem ve hepsine tahammül ederim. Yine de senden bana gelecek bir sığınmaya çok ihtiyacım var. Hem bu dünyada hem de ahirette, senin o karanlıkları aydınlığa çevirerek nuruna sığınıyorum. Ey Rabbim! Sen hoşnut oluncaya kadar senden af diler, tevbe ve istiğfarda bulunurum. Biliyorum ki; güç ve kuvvet ancak sendedir.”

Burada yaptığı dua, anında cevap buldu. Bir bulutun, üzerinde kendisini gölgelediğini gördü. Baktı ki Cebrail!

Allah Teâlâ’nın durumunu gördüğünü, dağlarla ilgili meleği ona gönderdiğini, dilemesi halinde Taiflileri iki dağın arasında ezebileceğini söyledi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, önceki peygamberlerin ümmetleri gibi Taiflilerin de helak olmalarını istemedi: ‘Belki nesillerinden Allah’a kulluk eden biri çıkar!’ diyerek meleğe cevap verdi.’ 

Taif, yalnızlığı ve psikolojik yönü itibarıyla Uhud’dan daha ağırdı. O, o günkü çektiği sıkıntıya bakarak karar vermedi, geleceği düşünerek karar verdi ve onlara beddua etmedi.

Taifte Allah Resulünün izinin bulunduğu yerlerde biraz olsun o havayı solumak için buralardayız geldiğimiz bu yerleri salih bir amel olarak kabul buyur Allah'ım . Bu toprakların altında Efendimizin kanı var mücadelesi var teri var döktüğü gözyaşları var Allah'ım bütün bunları anlayabilmeyi bizlere nasip eyle.Ondan uzaklaştıkça Kurandan uzaklaştıkça delalet girdaplarına düştük Yarabbi bu girdaplar bir an önce bizleri çıkar ufuklarımızı Peygamber ufkuna yasla Allah'ım.O zor zamanlarda Peygamberimizin yüzünü güldüren o büyük insanın Addas'ın ruhuna okuduk sen haberdar eyle.Bizlerinde adlarını unutulmayacak amellerin sahibi kılarak bir hayat yaşamayı nasip eyle.Davamızı risalet davası edinebilmeyi nasip eyle Allah'ım.Allahümme salli ala seyyidine Muhammed. 🤲

Taifliler, geziyi gizleselerdi Mekke’ye dönüşte bir sakınca yoktu. Ama onlar haberi hemen Mekke’ye ulaştırdılar. Mekkeliler de kendilerine göre tedbir alacaklardı. Bu tedbirler arasında öldürme de olabilirdi."Ah Amcam yokluğunu ne çabuk hissettirdin diye Efendimiz acıyı birkez daha yüreğinde hissetti. " İleri gelenlerden iki kişiye, Mekke’ye girişi için kendisine yardım etmelerini istedi, kabul etmediler. Bir müşrik olan Mut’im bin Adiyy, himaye etmeyi kabul etti. Oğullarını yanına alarak Kâ’be’ye gidip Kureyş’e:

‘Muhammed himayemdedir.’ dedi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i Mekke’nin dışından alıp Kâ’be’ye getirdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem iki rekât namaz kıldı orada. Oradan da evine geçti. Böylece Mekkelilerin kötü niyetlerine karşı tedbir alınmış oldu.Bedir gazvesinden sonra ölenlerin arasında Mutim görünce Efendimiz 

Şâyet Mut’im hayatta olup da benden esirlerin bağışlanmasını isteseydi, fidye almadan hepsini serbest bırakırdım.” buyurarak ona olan vefâsını gösterdi.

İslâm’ı teblîğ ederken kendisine kolaylık gösteren bir müşriğe bile uzanan bu vefâ hissi, ne büyük bir ahlâkın tezâhürüdür!..

Himaye altına almak istemeyen 2 kişi iman etmiş ama Mutim müşrik olarak vefat etmiştir.İşte hidayet böyle birşey Bir kimse -bu Peygamber de olsa- ne kadar uğraşırsa uğraşsın insanları hidayete erdiremez; sadece buna vesile olabilir. Hidayete erdirecek olan sadece ve sadece Allah Tealâ’dır. Ancak insanların bunun için çaba harcaması, gayret göstermesi gerekir. Nitekim Hz. Nuh (as) 950 yıl kavmine tebliğ etmiş ancak kendisine iman eden ancak bir avuç insan olmuştu.

Hz.Abdullah bin Abbas Türbesi ve Mescidi 

6.GÜN ; VEDA UMRESİ 

Hudeybiye Mikat Mescidi 

Allahümme innî ürîdü'l-umrete fe yessirhümâ lî ve tekabbelhümâ minnî 

Allah'ım senin rızan için umre yapmak istiyorum onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur.

“Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ Şerîke leke lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n ni’mete leke ve’l-mülk, lâ Şerîke lek” 

²⁵ Hicri 6.yıl

Peygamberimizin bir gece rüyasında Kabe'ye gittiğini anahtarlarını teslim aldığını tavaf ettiğini görünce gördüğü bu rüya üzerine 1400-1500 Müslümanla birlikte umre yapmak için Medine’den Mekke’ye doğru yürüyor ama bu İslam toplumu için ilk Umre olacak herkes Peygamberimize bakıyor. Herkes için yepyeni bir ibadet. Medine'de ki Mikat Mescidi olan Zülhuleyfiye de öğle vakti namazını kılıp 2 rekat ihram namaz kılıyor başlıyor telbiyeye Leybek Allahume Leybek ... 

Müslümanlar umreye niyet edip ihramlarını giymiş ve yanlarına yetmiş adet kurbanlık deve almışlardı; barışçı amaç taşıdıkları için de silâhları yoktu. 

Hudeybiye’ye vardıklarında Efendimizin Kasvâ adlı devesi çökünce sahâbîler, “Kasvâ çöktü, yerinden kalkmıyor” dediler, bunun üzerine Resûlullah, “Onun böyle bir huyu yoktur fakat fili Mekke’ye girmekten meneden Allah şimdi de Kasvâ’yı şehre girmekten alıkoydu” buyurmuştur. Öte yandan müşrikler, Resûlullah’ın niyetini ve bu husustaki kararlılığını anladıkları halde müslümanları Mekke’ye sokmamaya karar verdiler ve Hâlid b. Velîd kumandasında 200 kişilik bir süvari birliğini Gamîm mevkiine gönderdiler. 

Tam mikat sınırında konakladıkları için mikat sınırının içinde 1/1000 sevabı bilen Efendimiz namaz kılmaya mikat sınırının içine gelir kıldırırmış . 1400 kişilik uzun tek saf şeklinde namaz kıldıklarını gören Halid b.Velid bunlar namazı evlatlarından daha çok sever diyerek namaz esnasında saldırmaya karar verir ama Cebrail çoktan haberi ulaştırır ve korku namazı kıldıran Efendimiz bu saldırandan da kurtulmuş olur.

Hz. Peygamber önce Hırâş b. Ümeyye’yi elçi olarak yollar; ancak elçi çok kötü şekilde karşılanır ve hatta öldürülmek istenir. Bunun üzerine başta Ebû Süfyân 'ın amcasının oğlu olan Kureyşliler arasında birçok akrabası bulunan Hz. Osman gönderilir. Mekke’de Ebân b. Saîd b. Âs’ın himayesine giren Osman, amaçlarının savaşmak değil sadece umre ziyareti yapmak olduğunu belirtir.Kureyşliler ona yakın ilgi gösterdiler ve sözlerini dinleyip kendisine emniyet içerisinde Kâbe’yi tavaf edebileceğini bildirdiler; ancak Osman, “Hz. Peygamber tavaf etmeden ben asla tavaf edemem” diyerek bunu reddetti. Kabe'ye bile Efendimizinden önce ben bakamam deyip 13 yıldır Kabe'yi görememe hasreti varken Paygamber aşkı baskın gelmişti.Bu söze çok öfkelenen ve Hz. Osman’ın ayrılmasına izin vermeyen Mekkeliler onu üç gün yanlarında tuttular; bu arada onun şehid edildiği söylentileri müslümanlara kadar ulaştı. Kureyşliler ise ayrı ayrı 5 elçi gönderdi ve Efendimiz hepsine ayrı bir üslupla konuşuyor ki bize daveti öğretiyor herkese aynı şekilde tebliğ edilmez söz söylenmez her kardeşe her çocuğa aynı söz söylenmez. Herkese fıtratına göre . 

Hz Osman'ın şehit edildiğini duyunca Müslümanların Kureyş’e karşı kanlarının son damlasına kadar çarpışacaklarına dair söz alınca bu haberi duyan Kureyşliler telâşlanarak Hz. Osman’ı hemen serbest bıraktılar ve ardından Süheyl b. Amr’ı Mikrez b. Hafs ve Huveytıb b. Abdüluzzâ’nın refakatinde elçi olarak gönderdiler.Anlaşmaya karar verdiler ilk önce Bismillahirrahmanirrahim yazmayı reddeden müşrikler Bismikeallahümme yazdırdılar. Muhammedül Resulullah yazılınca yine itiraz ettiler biz senin zaten Resul olduğunu kabul etseydik iş buralara kadar gelmezdi Abdullah'ın oğlu Muhammed yazın diye karşı çıktılar. .Kısa bir tartışmadan sonra Hz. Ali’nin kaleme aldığı barış antlaşması metni Hz. Peygamber ve Süheyl b. Amr tarafından imzalandı.

1. Müslümanlar o yıl Mekke’ye girmeden Hudeybiye’den geri dönecekler, umre için ertesi yıl gelecek ve şehirde ancak üç gün kalabilecekler. 

2. Mekkeli bir kimse Hz. Muhammed’in yanına kaçarsa velisinin isteği üzerine geri verilecek, fakat bir müslüman kaçarak Mekke’ye sığınırsa iade edilmeyecek. 

3. Barış on yıl sürecek; taraflardan biri bu ittifaka dahil olmayan herhangi bir kabile ile savaşa girerse diğeri pasif kalacak. İki taraf, kendi hâkimiyetleri altındaki toprakları kervanların geçişi, hac ve umre için emniyet altında tutacak. 

4. Diğer Arap kabileleri taraflardan istedikleriyle ittifak yapabilecekler.

 5. Bu şartlara tarafların dışında kendileriyle müttefik olan kabileler de uyacak. 

Tam imzalanacak Sühely oğlu Ebu Cendel eli kelepçeli şekilde kaçıp Efendimize sığınmak istemişti işkencelere maruz kaldım nolur beni babamdan kurtar Ya Resulullah dedi ama anlaşma yazılmış sadece bir istisna olsun diyor Efendimiz ama babası Süheyl kabul etmiyor Efendimiz diyor ki sabret Allah sana çıkış yolu gösterecektir ama sahabeler başlıyor ağlamaya dikenli sopayla oğluna vurdukça yürekleri parçalanıyor sahabenin. 

Kalkıp kesin Kurbanları diyor Efendimiz ama herkesin içinde bir umut Efendimiz rüyasında görmüştü biz Umre yapacaktık belki son dakika bir değişiklik olur Efendimiz 3 kez tekrar ediyor ama kimse kesmiyor. Efendimiz çok üzülüyor çadırına giriyor Ümmü Seleme annemize açılıyor. Ya Resulullah onlar sana itaatsizlik için bunu yapmıyorlar hala içlerinde umut var sen çık hiç kimseye birşey söyleme kurbanını kes sahabeni seni takip ederken göreceksin diyor. Öyle de yapıyor kurbanlar kesiliyor. Yola düşüyorlar. Yolun bir yerinde Fetih Suresi nazil oluyor . Bu bir Fetihti. Sıradan bir fetih değildi yüreklerin fetihiydi . 

Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik.

Ta ki Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni doğru yola iletsin ve Allah sana, şanlı bir zaferle yardım etsin.

O, inananların imanlarını kat kat artırmaları için kalplerine huzur ve güven indirendir. Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Bütün bunlar Allah’ın; inanan erkek ve kadınları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetlere koyması, onların kötülüklerini örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir başarıdır. ( Fetih Suresi 1-6 ) 

Peygamber Efendimiz ile doğrudan bir anlaşmazlığı bulunmayan diğer Arap kabileleri müslümanlarla rahatça görüşüp İslâmiyet hakkında bilgi edindiler ve onların giderek artan güç ve nüfuzları karşısında ihtida ettiler. İslâmiyet Arap yarımadasında hızla yayılmaya başladı; öyle ki Hudeybiye Antlaşması’ndan Mekke’nin fethine kadar geçen iki yıl içinde müslüman olanların sayısı, o güne kadar geçen on sekiz yıl içerisinde İslâmiyet’i kabul edenlerin sayısını aştı. 10 bin olan müslüman sayısı 100.000 bini bulmuştu.Önceleri benimsenmeyen Hudeybiye Antlaşması, aslında Hz. Peygamber’in Kur’an ile de teyit edilen en büyük siyasî zaferi idi. 


“Rabbimiz! İkimizi sana kâmil mânasıyla teslim olan, bütün varlığıyla emrine boyun eğen, takdir buyurduğun her şeye rızâ gösteren ve bildirdiğin itikadî, amelî hükümleri tartışmasız kabul ederek uygulayan kimselerden eyle! Öyle ki bizim bir damarımız bile senin arzunun hilafına atmasın ve bir kılımız bile senin hükmünün aksine kıpırdamasın! Bu lütfunu sadece ikimizle sınırlı tutma. Zürriyetimizden de sana hakkiyle teslim olacak ve emrine kayıtsız şartsız itaat edecek bir ümmet, bir topluluk var et! Bizden sonra onlar senin hukukunu yerine getirsin ve emrine râm olsunlar. Bize nasıl ibâdet edeceğimizi öğret. Hac ve kurbanla alakalı vazifelerimizi ve onları ifa edeceğimiz yerleri bize göster. Bizlere tevbe etmeyi, her an sana yönelmeyi nasip et. Sen de tevbelerimizi ve yönelişlerimizi kabul buyur. Çünkü sen tevbeleri çokça kabul eden ve kullarına sonsuz merhamet edensin!” Bakara 128.ayet

Meymune Annemizin Mezarı 

²⁶ Hicri 7.yıl 

Efendimiz barış ortamı var diye durmamıştı. Çevredeki Meliklere , Krallara mektuplar ve elçiler göndermişti. Her dili bilen elçileri o ülkeye gönderiyor. Muhatap kimse seçtiği selam ve ayetler hep değişiyordu. O sırada Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe annemiz ile nikahlandı ; 

Habeşiştana göç etmiş olan annemiz imanı uğrunda hiç tereddüt etmeden, dünya malı için dinini değiştiren kocasından ayrıldı. Vatanından kilometrelerce uzakta yavrusu Habibe ile birlikte yalnız başına kaldı. Çok sıkıntılı günler geçirdi.Efendimiz mektubun birinde Necâşi'yi imana davet ediyor, diğerinde de, ülkesinde muhâcir olarak ikamet eden Ümmü Habibe ile evleneceğini, nikâhını yapmasını ve oradaki müslümanları Medine'ye göndermesini istiyordu.

Hayber ,Medine'den sürgün edilen Yahudilerin çoğu buraya yerleşmiş ve âdeta burayı Yahudiliğin bir nevi merkezi hâline getirmişlerdi. Mekke ile sulh içindeyken Efendimiz bu tehlikeyi savmak istemişti. 1200 er ile sefere başladılar. Mücahidler tekbirlerle yol alıyorlardı. Yer gök sanki tekbir sadalarıyla titriyordu. Bir ara hep bir ağızdan çok yüksek bir sesle, "Allahü Ekber! Allahü Ekber! Lâ ilâhe İllallahu V'allahu Ekber!" diyerek tekbir getirdiler.

Sahabîlerin bu hareketi üzerine Resûl-i Kibriyâ Efendimiz şöyle buyurdu:

"Canınıza acıyınız, sesinizi yükseltmeyiniz! Zira siz ne sağır çağırıyor, ne de gaibe bağırıyorsunuz. Her şeyi bilen ve işiten ve her şeye her şeyden daha yakın olan Allah'a dua ediyorsunuz."

Kısa yoldan gitmek varken Gatafanlıların olduğu bölgeye uzanan yoldan giden Efendimizin amacı müttefik olan iki yerin birbirlerine yardımı kesmekti. 

Sabah olunca, Hayberliler, ellerinde ziraat âletleriyle tarlalarına gitmek üzere kalelerinden çıkınca karşılarında İslâm ordusunu buldular. Birden şaşırıp kaldılar ve "İşte Muhammed ve ordusu!" diye bağrıştılar. Sonra da telâş ve heyecan içinde gerisin geri kaçıp kalelerine sığındılar.Beklenmedik bir durumla karşı karşıya kalmışlardı. Peygamberimiz (s.a.v.)'in tâ Medine'den kalkıp gelerek kendileriyle harbe tutuşacağına birçoğu ihtimal bile vermemişti. Çünkü kaleleri kuvvetli idi, adamları da çoktu. Harp âletleri de oldukça fazla idi. Öyle ise Hz. Resûlullah bütün bunları göze alarak gelemezdi. Kanaatları buydu. Ne var ki, gerçek, düşündükleri gibi çıkmamış ve bu sebeple de şaşırıp kalmışlardı. Muhasara devam ediyor ama bir türlü kale feth olunmuyordu.

Peygamber Efendimiz, bir gün şu müjdeyi verdi:

"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve Resûlü onu sever, o da Allah ve Resûlünü sever. Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir."

Mücahidleri bir merak sardı. Acaba bu büyük şerefe nâil olacak zât kimdi? Her mücahidin gönlünde uyanan samimi arzu ve duygu, Hz. Fahr-i Âlemin elinden mübârek ve şerefli sancağı alabilmekti. Geceyi bu ümit ve arzuyla geçirdiler.

Resûlullah, "Ali nerede?" diye sordu.

Gariptir ki Hz. Ali o sırada gözlerinden rahatsızdı, "Yâ Resûlallah, onun gözleri ağrıyor." dediler. Resûl-i Ekrem buna rağmen, "Olsun! Çağırın gelsin!" buyurdu.

Haberi alan Hz. Ali, derhal huzura çıkıp geldi. Ağrıyan gözleri mübârek duasıyla şifâ buldu.

Sancağını Hz. Ali'ye teslim eden Resûl-i Ekrem kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi ve Zülfikâr'ı da beline kendi eliyle bağladı. Sonra da şu emri verdi:

"Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme."

"Onların kalelerinin yanına varıncaya kadar vakar içinde ilerle. Sonra onları İslâma dâvet et. Müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir.Vallahi, senin vasıtanla, Allah'ın onlardan bir tek kişiyi hidayete erdirmesi, senin için birçok kızıl develere sahip olup, onları Allah yolunda sadaka vermenden daha da hayırlıdır."

Merhab, "Esedullah" (Allah'ın arslanı) ünvanının sahibi olan Hz. Ali karşısında dayanamayıp, kafası Zülfikârla ikiye bölünerek yere düştü.

Manzarayı gören Hz. Resûlallah mücahidleri müjdeledi:

"Sevininiz! Hayber'in fethi artık kolaylaştı."

Bu sırada önüne davarlarını katmış birinin İslâm ordusuna doğru geldiği görüldü. Bu adam, Hayber Yahudilerinden Âmir'in, Yesâr adını taşıyan Habeşli kölesi idi.İslâmiyetle şereflenen Yesâr, artık o andan itibaren Allah yolunda çarpışan bir mücahid olmuştu. Mücahidler safında düşman arasına cesurca dalıyordu. Çok geçmeden kalelerinden atılan taşlarla şehid oldu. Böylece, bir vakit namaz kılma fırsatını bulamadan cennete uçan Müslüman ünvanını aldı.

Üzeri örtülü idi. Yerde uzatılmıştı. Cenazeye bakan Hz. Resûlullahın bir ara yüzünü çevirdiğini farkeden Sahabîler merakla, "Yâ Resûlallah! Ondan yüzünüzü niçin çevirdiniz?" diye sordular.

Resûl-i Ekrem Efendimiz sebebini şöyle izah etti:

"Şehid, vurulup yere düştüğü zaman cennet hurilerinden iki zevcesi gelip yüzünden tozları silerler ve 'Allah, seni toza toprağa bulayanın da yüzünü toza toprağa bulasın! Seni öldüreni, öldürsün!' derler."

"Allah, bu kuluna ikram edip, onu hayra sevk etti. Allah'a hiç secde etmediği halde, cennet hurilerinden ikisini, onun başucunda gördüm!"

İşte, ihlaslı az amel ve işte ebedî saadet, sonsuz mükafat ve ecir! Bu hadise bize, hâl, hareket ve sözlerimizde en mühim unsurun ihlas ve samimiyet olduğu dersini veriyor.

Yahudiler Hayber'den çıkmak üzere hazırlandılar. Bu sırada Peygamber Efendimize şöyle bir teklif getirdiler:

"Biz mal mülk sahipleriyiz. Mülk bakımı ve işletmesini senden daha iyi bilir ve başarırız, bırak bizi Hayber topraklarında kalalım!

Efendimiz Hayber mahsullarının yarı yarıya bölüştürülmesi şartı ile onların tekrar yurtlarında kalmasına müsaade etti. Ancak bu anlaşma, istendiği zaman Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından ortadan kaldırılabilecekti.

Peygamber Efendimiz’in hizmetini gören Mid’am isminde zenci bir köle vardı.Efendimiz’in yükünü indirdiği sırada, nereden geldiği belli olmayan bir ok isâbet edip ölümüne sebep oldu. Müslümanlar:

“–Ey Mid’am! Cennet sana mübârek olsun! Ya Rasûlallâh, hizmetçine şehîtlik mübârek olsun!” diyerek gıpta ve tahassürlerini ifâde ettiklerinde Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Hayır! Öyle değildir. Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki, Hayber günü ganîmet malları paylaşılmadan önce aldığı bir kilim, şu anda onun üzerinde alev alev yanmaktadır!” buyurdu.Bunu işiten Müslümanlar çok korktular.

Devlet malı seni cehenneme götürmeye yeterli bile öyle hassas davranılmalı , haksız yere devletin malını gasp etmek çok tehlikeli. O yüzden sahabeler vali olmak istemiyorlardı. Şimdi ki insanlar onun dayısı bunun yeğeni diye soktukları devlet dairelerinin ne kadar ipin ucunda bir mesele olduğunu anlamak gerek.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, henüz Hayber'den ayrılmamıştı. Câfer bin Ebî Talib başkanlığındaki Habeşistan muhacirleri çıkıp geldiler. Resûl-i Ekrem Efendimiz bundan son derece memnun oldu ve bu sevincini şöyle izhar etti:

"Bilmem bu iki şeyden hangisi ile sevineyim? Fethi Hayber'e mi, yoksa Câfer'in gelişine mi?" buyurdu.


1 sene geçmiş kaza umre zamanı gelmişti 1800-2000 kişi toplanmış kurbanlıklarını alıp Mekke'ye gelmişlerdi. Tabi o zamanlar umre şartları belli olmadığı için kurban kesiliyordu. Müşrikler toplanmış acaba ne yapacaklar diye meraklı gözlerle seyrediyorlardı. Efendimiz bir omzunuzu açın ve heybetli heybetli yürüyün dedi.

“Andolsun ki Allah elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak korkmadan Mescid-i Harâm’a gireceksiniz.” (el-Feth 48/27). 

 Resûlullah, Mekke’de bulunduğu sırada başta Hâlid b. Velîd olmak üzere Mekke’nin kabiliyetli gençlerini sormuş, Medine’ye gelmelerini istediğini söylemişti.Hâlid b. Velîd’i bulamayınca ona verilmek üzere bir mektup bıraktı. Bu mektupta Resûlullah’ın kendisini sorduğunu ve kahramanlıklarını müslümanların yanında müşriklere karşı göstermesinin onun için çok daha hayırlı olacağını ve kendisini başkalarına tercih edeceğini söylediği bildiriliyordu. Mektubu okuyunca müslüman olmaya karar veren Hâlid b. Velîd, Osman b. Talha ve Amr b. Âs ile birlikte Medine’ye gidip Hz. Peygamber’in huzurunda İslâm’ı kabul etti. Öte yandan Resûl-i Ekrem son evliliğini bu umre sırasında amcasının baldızı Meymûne bint Hâris ile yaptı. Meymûne ile Mekke’de evlenerek vereceği düğün yemeğine müşrikleri de çağırıp onlarla konuşmayı arzu ediyordu. Ancak müşrikler umre için kendilerine verilen üç günlük sürenin dolduğunu söyleyip şehri terketmeleri gerektiğini bildirdiler. Bu yüzden evlilik Mekke-Medine yolu üzerinde bugün Nüveyriye diye anılan Serif mevkiinde gerçekleşti.Peygamber’in bu evliliğiyle, yetmiş kadar sahâbînin şehid düştüğü Bi’rimaûne olayından (4/625) sonra Meymûne’nin mensup olduğu Arabistan’ın güçlü kabilelerinden Âmir b. Sa‘saa ile akrabalık kurmak istediği anlaşılmaktadır. Bu evlilikten sonra Âmir b. Sa‘saa kabilesine mensup heyetler Medine’ye gelip Hz. Peygamber’le görüşmüş ve kabile halkı İslâmiyet’i kabul etmiştir.Meymune annemizin mezarı ise şu an düğün yemeğinin gerçekleştiği yerde ve kefeni de gelinliği olmuş bir şekilde meftun olarak yatmaktadır. 


Allah'ım sana nasıl hamd edeceğimizi bilmiyoruz. Siyerin coğrafyasında İbrahim'in şehrinde Hacer'in şehrinde İsmail'in şehirde iki cihan serveri Efendimizin doğup büyüdüğü bu şehirde Peygamberliğini ilan ettiği vahyin kalbi olan bu şehirde binlerce sahabenin ayak izinin olduğu bu şehirde bir haftadır öyle güzel şeyler yaşadık ki bu güzelliklerin şükründen aciziz aciz olduğumuz bu konuyu sana itiraf ediyoruz bu nimetleri bizlere tatdırdığın için sana şükrediyoruz şükrümüzü kabul eyle.Hamd ediyoruz hamdımızı kabul eyle Allah'ım. Yaptığımız bütün ibadetleri dergahı uluyetinde kabul eyle Allah'ım. Burdan memleketimize döndüğümüzde kaldığımız yerden devam edebilmeyi nasip eyle Allah'ım. Hayatımıza kalite kazandırt Allah'ım. Evlerimizinde kendilerimizinde kalitelerini artır Allah'ım. Etrafımızdakileri bu güzellikleri duyurabilelim Allah'ım gösterebilelim Allah'ım. Aziz ve güzel olan dinini sevdirelim Allah'ım. Senin dinini hakkıyla sevelim sevdirelim Allah'ım. Ellerimizi bırakma Allah'ım ayaklarımızı kaydırma Allah'ım yüreklerimizi saptırma Allah'ım Kur'an'la aramızdaki mesafeleri kaldır Allah'ım. Aziz kitabına bizi dost eyle Allah'ım. Peygamberinin sünnetini hayatımıza taşımamız için bize yardım eyle Allah'ım. Sünneti Muhammed ile bizleri ayağa kaldır Allah'ım.Senin kitabının konuştuğu yerde bizleri susturmayı nasip eyle Allah'ım.İşittik ve itaat ettik demeyi nasip eyle Allah'ım.Bizleri razı olmuş kullarından eyle Allah'ım. Burada kazandığımız güzellikleri memleketimize taşımayı nasip eyle Allah'ım. Öğrendimiz bilgilerin hamalları eyleme Allah'ım öğrendikleri ni içselleştirenlerden eyle Allah'ım , hayatına taşıyanlardan eyle Allah'ım.Umre yapanların kazandıkları müjdelere nail olabilmeyi nasip eyle Allah'ım. Affeyle bizi Allah'ım. 🤲








7 Mart 2024 Perşembe

JAPONYA GEZİ REHBERİ ( ÖN HAZIRLIK)

Mart 07, 2024 0 Comments

JAPONYA 



NÜFUS = 122 MİLYON

BASKENT = TOKYO

BAŞBAKAN = FUMİYO KİŞİDA 

PARA BİRİMİ = YEN

İdeal dönem önerimiz genel olarak Japonya’ya Ekim – Kasım aylarında gitmek olacak

TARİHİ ; 

12. yüzyıldan 1868'e kadar Japonya, İmparator adına hüküm süren ardışık feodal askeri şogunlar (Orduların Kumandanı ) tarafından yönetildi. Moğol ordusu Japonya’yı istila etti, ancak etkin bir savunma ve kamikazeler(tayfun/tanrısal rüzgar) sayesinde Moğol ordusu püskürtüldü. Samurayların soygun sınıfta olduğu bir dönem. 700 yıl boyunca ülkeyi samuraylar yönetmiş son 200 yılda ise tecrit dönemine girmişlerdir.Bu dönemde 'Zen Budizm' ilgi artmış Geyşalar geleneği bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Japonya, 17. yüzyılın başlarında uzun bir tecrit dönemine girdi (Japonya'nın dış dünyadan soyutlanma politikasıydı. Bu politika ile ülkeye yabancı uyrukluların girişini ve Japon uyrukluların ülkeye giriş ve çıkışını kısıtlamış olup ülkeye izinsiz giriş veya çıkışın cezası ölümdü.) ve 1853-54'te ABD filosunun Japonya'yı Batı'ya açmaya zorlamasıyla sona erdi. Neredeyse yirmi yıllık iç çatışma ve ayaklanmadan sonra, İmparatorluk Mahkemesi, 1868'de Chōshū ve Satsuma'dan gelen birkaç klanın yardımı ile siyasi gücünü yeniden kazandı ve Japon İmparatorluğu'nu kurdu.Meiji İmparatorluğu Samuraylar başta yanına alıp şogunları yendi ve başkenti Kyoto'dan Tokyoya taşıdı ve daha sonra birçok restorasyon yaptı.

 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarında, Birinci Çin-Japon Savaşı (Çin Çing Hanedanı ile Meiji dönemi Japon İmparatorluğu arasında, Kore'nin hakimiyeti üzerine gerçekleşmiştir. Savaşın en önemli sonucu Asya'daki bölgesel hakimiyetin Çin'den Japonya'ya geçmesine neden olması ve hem Çing Hanedanının hem de klasik Çin geleneklerinin meşruluğunu kaybetmesidir.), Rus-Japon Savaşı ve I. Dünya Savaşı'ndaki zaferler, Japonya'nın artan militarizm döneminde imparatorluğunu genişletmesine izin verdi. 2.Dünya savaşında bu militarizm pes etmeme üzerine olunca ABD atom bombası ile dünyanın en acımasız katliamını gerçekleştirdi. Tarihi savaşı kazananlar yazdığı için hala daha hesabı sorulmamış bir kara yazıdır. Tokyo da çok ağır bombardıman altında kaldı. Japon mucizesi gerçekti ve 20 milyon insanını kaybeden Japonya 20 sene içinde en iyi 3 ekonomiye sahip ülke arasına girdi. Hala daha en gelişmiş ülkeler arasındadır . 1947 yılında anayasanın kabulünden beri Japonya parlamenter monarşi ile yönetilmektedir. Devletin başı Japon imparatoru, hükûmetin başı ise başbakandır. Seçimle işbaşına gelen bir parlamentosu vardır.

Japonya "Doğan Güneşin Ülkesi" diye de bilinir. Yazılı tarihte Japonya'nın adı ilk olarak 1. yüzyıldan kalma Çin metinlerinde geçer. Japonya, dünyanın en yaşlı nüfusuna sahiptir

DİNİ ;

Şintoizm pagan/şamanizm dininden gelir sadece Japonlara has bir dindir. Ne bir öğreticisi tanrısı yada yazılı bir metni vardır. Dini yayma geleneği olmadığı içinde sadece Japonya da kalmış bir dindir. 

Ülkede Şintoizm ve Budizmin etkisi beraber görülür. Örneğin düğün törenleri genelde Şinto dininin kurallarına göre yapılır. Cenazelerde ise genelde Budist törenler uygulanır.(Ölü yakma törenleri) Şinto ülkenin yerli dinidir. Ormanlarda, dağlarda, denizlerde, kısacası doğada "'kami'" denilen ruhların yaşadığına inanılırdı. Doğa ile uyum içinde yaşayan eski topluluklar bu ruhları sayarlardı. Bu inanç Şinto dininin temelini oluşturur. Sonraları bu ruhlara atalar ve kahramanlar da eklendi.

Mabed ziyaretinde (Omairi) herhangi bir giriş kapısında saygıyla baş eğerek selamlanır. El yıkama havuzu varsa su ile eller ve ağız yıkanır. Buna Temizu denilir. Torii Kapısı en çok Şinto tapınaklarının girişinde veya içinde bulunan geleneksel bir Japon kapısıdır ve sembolik olarak dünyadan kutsal aleme geçişi ifade eder.



Mcdonalds ve Kitkat helal değil ! Sushi sipariş verirken alerjen kısmında pork ve jelatin kısmını seç. Soya sosları da helal değil ! 

- Flamed pişmiş demek sushi seçerken bakabilirsin.

Dragon rolls

Boston rolls

Unagi sushi rolls

Philedelphia rolls

Godzilla sushi pişmiş sushilerden bazıları 

-Hattını havaalanından al 

-Her kredi kartı Japonya'da geçmiyor nakit bulundur.

- Havaalanından inince merkeze " Low Cost Bus Ticket " bilet alıp otobüslerle en uyguna gidebilirsin.

- Papago gibi çeviri programları indir !

https://www.vjw.digital.go.jp/main/#/vjwplo001 seyahat öncesi bu formu doldurup karekod al.

-Ülkeye giriş yaparken pasaportunuza ufak bir sticker yapıştırıyorlar, bu sticker aşağıda bahsedeceğimiz birtakım konular (tax free alışveriş, JR pass gibi ulaşım yolları) açısından önemli.JR Travel ofislerinden birine gidip koltuk rezervasyonu yapabilirsiniz. 

-https://smartexchange.jp/en/campaign/?id=P2000 para bozdururken kod ile uyguna bozdurabilirsin.

-https://www.hisjapanrailpass.com/ JR PASS sipariş adresi 

-Tokyo’dan Fuji Dağı’na otobüsle geçtik, biletlerinizi highwaybus.com sitesinden alabilirsiniz, biz oradan aldık ve gayet sorunsuzdu. Biletleri önceden almakta fayda var, özellikle Fuji Dağı çok popüler bir destinasyon olduğu için biletler önceden tükenebiliyor, aynı güne bırakmayın deriz.

-https://www.japan-guide.com/e/e2027.html Havaanından merkeze gitmek için kulan

https://www.klook.com/activity/16917-suica-ic-card-tokyo/?gad_source=1&gclid=CjwKCAiA3JCvBhA8EiwA4kujZnBhl6nfC9DVPv5_c5MZVKCzaGd4lcDyKUqmAFI9rnNQgSmG0pgZCRoC8s4QAvD_BwE&gclsrc=aw.ds Suica Kart için Klook uygulamasını indirmen gerekiyor.


-Uçakta yada havaalanında bu belgeyi doldurman gerek. Cevaplara hep hayır demen gerek !


TOKYO

1868 yılında şogun yönetimine son verip tahta çıkan İmparator Meiji, imparatorluğun başkentini Kyoto’dan Edo’ya taşımış. Edo’nun adını da Doğu’nun Başkenti anlamına gelen Tokyo olarak değiştirmiş.


1.GÜN ; (OTEL +3.000TL) 

MEİJİ TAPINAĞI 

↓ 23 DK YÜRÜME

SHORAKUEN TEA SALON *PERŞEMBE TATİL 12DE AÇILMA SAATİ

4.000YEN

↓ 13 DK YÜRÜME

TOKYO CAMİ

↓ 20 DK METRO

LOFT / Shibuya 109 

SHIBUYA CROSSING

SHIBUYA SKY 1.000TL ÖNCEDEN REZARVASYON YAP !

HALAL RAMEN HONOLU 3.000YEN

* MASTER CHICKEN

*HAMA SUSHI


MEIJI TAPINAĞI 

Tapınak İmparator Meiji ile İmparatoriçe Shōken'ın ruhlarına adanmıştır. Tapınak diğer tapınakların aksine İmparator ve İmparatoriçe’nin mezarına ev sahipliği yapmamaktadır.Meiji Tapınağı 70 hektarlık bir alanı kaplayan bir ormanda yer almaktadır. Bu orman alan tapınak kurulduğunda Japonya'nın her yerinden insanlar tarafından bağışlanan 365 farklı türden 120.000 ağaçtan oluşmaktadır.

Meiji İmparatoru ve restarasyonu ;

19. yüzyıla kadar kapalı bir toplum özelliği taşıyan Japonya Şogunluk adı verilen feodal bir sistemle yönetilmekteydi. Gücün Şogunluk iktidarında bulunduğu bu sistemde imparator ise daha çok kutsal ve sembolik bir makam olarak görülmekteydi. Toplumsal sınıflara ayrılan ülkede Samuraylar, 12. yüzyıldan beri toplumun en güçlü ve saygı duyulan sınıfıydı.

19. yüzyıla gelindiğinde özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin girdiği sömürgecilik yarışını gören Japonya; batı uygarlığının her alanda var olan üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştır. Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi, Çin’in Afyon Savaşları sonrası batı sömürgeciliğine açık hale gelen konumunu gören Japonya; bu ülkelerin düştüğü duruma düşmemek adına harekete geçmiştir.

1868 yılında Mutsihito’nun (Meiji) imparator olmasının ardından reform hareketleri başlamıştır. Şogunluk kurumu ortadan kaldırılmış ve modernleşme politikaları uygulanmaya başlanmıştır. Başlayan bu restorasyonda ana hedef ülkenin zenginleşmesi ve ordunun güçlenmesi olarak belirlenmiştir. “öz kültürlerini muhafaza eden” bir dönüşüm sürecine girmişlerdir. Geleneksel Japon alfabesi değiştirilmemiş, Batı’nın modern uygulamaları öz kültürlerine zarar vermeyecek şekilde belirli ölçülerle hayata geçirilmiştir. Japonlar’ın modernleşmeyi öz kültürlerini asimile ederek değil koruyarak uygulayabilmesi modernleşmede başarıyı getirmiştir. Fakat güçlü milli duygulara sahip Japonlar, belki de sırf bu sebepten milliyetçi-militarist ideolojiyle hareket ederek 2.Dünya Savaşı’na dahil olmuş ve büyük bir yenilgiye uğramışlardır. Yine de Japonların milliyetçilik anlayışları imdatlarına yetişmiş, savaş sonrası biten ekonomi ve ölen 3 milyon insanına rağmen Japon halkının karakteristiğinde var olan aidiyet duygusu, disiplin ve çalışkanlığın etkisiyle ülke kısa sürede tekrar güç kazanarak yeniden “Japon Mucizesi”ni gerçekleştirmiştir.

Şogunluk sistemi sona erdirilmiş ve feodal beylikleri ortadan kaldırılmıştır.

Ülkenin yeni başkenti Tokyo olmuştur.

Batı tarzı polis, telgraf ve posta teşkilatları kurulmuştur.

Miladi takvime geçilmiştir.

1889 yılında Prusya’nın anayasa sistemine benzer bir anayasa kabul edilmiş ve anayasal monarşi kurulmuştur.

İngiltere’den tersanecilik, Almanya’dan ağır sanayi ve tıp, Fransa’dan ise ticaret hukuku alınmış ve Japonya’ya uyarlanmıştır.

Batı dünyasından eğitmenler ve teknikerler Japonya’ya getirilmiş ve onların bilgisinden faydalanılmıştır.

Geçmişteki feodal düzenden kaynaklı bir sermaye birikimi olmadığı için devlet eliyle sanayileşme başlamıştır.

1872 yılında Merkez Bankası kurulmuş ve yeni bir para birimi olarak Japon yeni tedavüle sokulmuştur.

Ülkenin her yerine ulaşan demiryolları yapımına başlanmıştır.

Şehirlerdeki su ve elektrik dağıtım hatları yaygınlaşmıştır.

Sınıfsal eşitsizliği ortadan kaldırmaya önem verilmiş ve kölelik ortadan kaldırılmıştır.

Kadınlara boşanma hakkı tanınmıştır.

Toplumun her kesimine evrensel görgü kurallarını anlatan kitapçıklar dağıtılmıştır.

Eğitim alma oranı %95’e çıkarılmıştır.

Dünyanın her bölgesinde Japon öğrenciler devlet destekli olarak gönderilmiştir.


ERTUĞRUL FIRKATEYN 

Birbirinden kilometrelerce uzak iki farklı coğrafyada bulunan Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki münasebetler bundan bir asır evvel başlamış ve bu ilişkileri daha da kuvvetlendirmek için Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından 120 yıl önce Japonya’ya Ertuğrul Firkateyni gönderilmişti. Dönüş yolunda (16 Eylül 1890) fırtınaya yakalanarak Pasifik Okyanusu’nun derinliklerine gömülen gemide, firkateyn komutanı Tuğamiral Osman Paşa da dâhil olmak üzere 527 (609 kişiden 13’ü kazadan önce koleradan vefat etmişti) denizcimiz şehit olmuş, sadece 69 kişi sağ kurtulabilmişti. Denizcilik tarihimizin en büyük kazalarından biri olan Ertuğrul Firkateyni’nin hazin hikâyesi halen yürekleri sızlatmaktadır. Ayrıca, Kuşimoto kasabası, Mersin ile kardeş şehir ilan edilmiş ve anıtın aynısı Mersin sahiline de dikilmiştir.

Sultan Abdühamid Han’ın emriyle düzenlenen Uzakdoğu ziyareti vesilesiyle Hind ve Pasifik okyanuslarında Osmanlı bayrağı dalgalandırılmış; yol boyunca uğranılan Bombay, Kolombo, Singapur ve Hong Kong gibi yerlerde yerli halk Ertuğrul’a büyük bir ilgi göstererek akın akın ziyaret etmişler; bu da Müslümanlar arasında büyük bir heyecana sebep olmuştur.

Osmanlı’nın gölgesinde yaşayan Uzakdoğu Müslümanlarının halifeye olan sadakat ve bağlılığı, Ertuğrul Firkateyni ile gün yüzüne çıkmış oluyordu. Sömürgeci batı ise Osmanlı ile Araplar arasına nifak sokmaya çalışırken, Uzakdoğu’daki Müslümanların, halifenin bir gemisi etrafında bu kadar coşkulu olmalarına çok şaşırmıştı.

Ertuğrul kazazedeleri için aynı Hicaz Demiryolu’nda olduğu gibi dünyanın her tarafındaki Müslümanlar büyük bir yardım kampanyası başlatmışlar; bu da Müslümanların bir ideal etrafında birleşmesinin nasıl mümkün olabileceğini göstermesi açısından tarihe düşülen mühim bir not olmuştur.

Yokohama’ya giriş çok muhteşem olmuştu. Bir taraftan selam topları atılırken diğer taraftan binlerce Japon “Banzai… Banzai (Yaşasın… Yaşasın…)” sesleriyle limanı inletiyor ve Ertuğrul’u daha yakından görmek için uğraşıyordu. Tuğamiral Osman Paşa, karaya çıktıktan sonra İmparator Meiji tarafından kabul edilmiş ve Sultan Abdülhamid Han’ın gönderdiği nişan ve hediyeleri sunmuştu. Muhteşem bir kabul gören Ertuğrul’un subay ve erleri üç ay boyunca el üzerinde tutulmuşlardı. Ertuğrul’un sağ salim Japonya’ya ulaşması, İstanbul’da büyük bir sevinçle karşılanmış, firkateyn kumandanı Osman Paşa bu muvaffakiyetinden dolayı tebrik edilmiştir.


2.GÜN ; (OTEL +15.000 TL ) 

HALAL SUKYAKI RESTAURANT DİYAFA 10.000YEN

↓ 18DK YÜRÜME

TOKYO KULESİ

↓ 14 DK YÜRÜME

AZABUDAİ HİLS MORİ JP TOWER SEYİR TERASI

↓ 23 DK METRO

GİNZA İTOYA

↓ 18 DK METRO

YODABASHI AKİBA

*TOROBUSHI HALAL RAMEN

↓ 23 DK YÜRÜME

UENO PARK

↓ 22 DK YÜRÜME

HALAL KOBE BEEF NAGOMI 48.000YEN

*RIKUGUEN GARDEN

*PIKACHU SWEET CAFE

*SUGA SHRINE OTOKADAN


3.GÜN ; FUJI   3 saat 4.000tl + otel 


OİSHİ PARK 

*Lake Bake Cafe

↓ 1 saat (elektirikli scooter kirala )

CHUREİTO PAGODA

Tokyo'ya dönüş


4.GÜN ; KYOTO 

1000 yıllık başkent huzurun ve sükuneti yeri. 

7 SAAT 14.000 YEN GİDİŞ +2.000 TL + OTEL 

Melon Pan ( Kavun Ekmeği)

Vegatarian Yakisoba ( Pişmiş Makarna ) 

Ringa Balıklı Erişte 

Kenninji Temple ( Matcha Latte eşliğinde tapınak) 


NİNENZAKA (KİMONO KİRALA ) 2.000YEN

↓ 1 DK YÜRÜME

MACCHA HOUSE 1600 YEN

*KİYOMİZU-DERA

↓ 30 DK METRO

FUSHİMİ İNARİ TAPINAĞI

↓ 3 DK YÜRÜME

WAGYU SUSHİ ROLL


FUSHIMI INARİ TAPINAĞI ;

Japonya'nın eski başkenti Kyoto şehrinde Inari dağının eteklerine kurulmuş bir Şinto tapınağıdır. Tapınağın tarihi hakkında kesin bir bilgi olamamakla birlikte 711 yılında Hata-no-Iroko tarafından bulunduğu söylenmektedir. Tapınağın en dikkate değer unsurları torii isimli turuncu kapılarıdır. Tapınağa insanlar dilekler dilemek için gelir. Dilekleri kabul olanlar ise isimleri yazılı turuncu kapıları tapınağa bağışlar. Her bir turuncu direk üzerinde isimler yazılıdır.

Tapınağı ziyaret eden misafirlerin en çok ilgisini çeken noktalardan bir tanesi de Fushimi İnari Tapınağı’nın içindeki onlarca tilki heykelidir. Bu heykellere anlam veremeyen misafirler için ise Tanrı İnari’nin habercileri olan tilkileri sembolize etmek için tasarlanmış heykeller olduğunu söylemek mümkün olacaktır.

Dilekler dileyen insanlar çıplak elle siyah taşı kaldırarak dileklerinin kabulünün mümkünlüğünü ölçüyorlar taş ne kadar hafif gelirse dilekleriniz o kadar hızlı kabul olacaktır.

Japon halkı arasındaki bir diğer söylentiye göre ise Fushimi İnari Tapınağı, Pirinç Tanrısı İnari için yapılmıştır. Eski Japonya’da yaşayan insanlar, tanrılarına olan şükranlarını dile getirmek amacıyla tapınağı inşa etmiş ve günümüzde ise dileklerin Tanrı İnari tarafından kabul edilmesi için edildiği söylenmektedir. Tapınak hakkında ilginç bir diğer bilgi ise, 2005 yılında Hollywood yapımı olan ’’Bir Geyşa’nın Anıları’’ isimli filmle alakalıdır. Arthur Golden’in en çok satan romanlarından bir tanesinin uyarlaması olan bu filmin çekildiği tapınak ise tam olarak Fushimi İnari Tapınağı olarak bilinmektedir.


5.GÜN ; 2.500 TL + OTEL 

KINKAKUJI TEMPLE 200TL

↓ 1 SAAT METRO

ADASHİNO NENBUTSHI BAMBOO PATH 

↓ 32 DK YÜRÜME 

OKU-NO-NİWA 10.000 YEN

TOKYO'YA DÖNÜŞ 

KINKAKUJI TEMPLE

Altın Köşk Tapınağı olarak dilimize çevrilen Kinkakuji, bir diğer ismi olan ’’Rakuonji’’ ismi ile de Geyik Parkı Tapınağı olarak bilinmektedir. Budizm'in Rinzai koluna mensup tapınak. 1224 yılında, Kamakura Dönemi'nin Kintsune Sayanci (1171-1244) adındaki, yüksek düzeyli saray mensubu tarafından yaptırılmıştır.  Edo Dönemi'nde 1649 yılında yeniden inşa edilmiştir. Bunun ardından, Meiji Restorasyonu dönemi başlarında gerçekleşen anti-Budizm akımı nedeniyle bir süre ekonomik kaynaklarından yoksun bırakılan tapınak, bu dönemde büyük oranda bakımsız kalmış, ancak 1894 yılında bahçe düzenlemesi ve binaların bakımı yapılarak ziyarete açılmış, ziyaretçilerden tahsil edilen giriş ücretleri yapıların ve bahçenin bakımı için istimal edilmiştir. 2 Temmuz 1950 tarihinde, gece saat 02:30 sularında, sonradan akli dengesinin yerinde olmadığı bildirilecek olan Hayaşi Yoken adlı bir rahip tarafından ateşe verilen tapınak, içindeki bütün değerli nesnelerle birlikte yanmıştır.

Birinci katta Kitoyama kültürünü yansıtan doğal ahşap sütunlar ve beyaz alçı duvarlar eşlik ederken aynı zamanda Yoşimitsu’nun heykelleri de yer almaktadır. İkinci katta ise tamamı altın kaplama olan bir dış cephe beraberinde Samuray binalarının Bukle tarzı yapı mimarisi yer almaktadır. İkinci katta yer alan cennetin dört kralı ile çevrili Kannon Badhisattua heykeli ise halka gösterilmemekte ve gizemini korumaktadır. Üçüncü ve son kat olan bölümde ise altın bir Anka kuşu ile kapatılmış, altın varaklı yazı ve süslemeler ile tamamlanmıştır

26 Şubat 2024 Pazartesi

EVDE DEODORANT YAPIMI

Şubat 26, 2024 0 Comments

 Evde Deodorant Yapımı ;




CAPRİC TRİGLİCERİD                             45 GR

TOPYAKA NİŞASTASI                             17 GR

ASPİR YAĞI                                              10 GR 

KANDELİLA MUMU / BALMUMU         13 GR

ÇİNKO OKSİT                                           10 GR

YAĞLAR + E VİTAMİNİ                             5 GR


Benmari Usulü bütün malzemeleri karıştır kaba alıp oda ısısında gelince kullanıma hazır !

MALEZYA-SİNGAPUR GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK)

Şubat 26, 2024 0 Comments

 MALEZYA


NÜFUS = 32 MİLYON

BASKENT =KUALA LUMPUR

BAŞBAKAN = ENVER İBRAHİM

PARA BİRİMİ = RİNGGİT

TARİHİ ;

15. yüzyılda Malakka'da İslam yayıldı ve bütün yarımadayı kapladı. Hollandalılar 1795 yılına kadar buraya egemen oldular. II. Dünya Savaşı sırasında Malezya, Japonya tarafından işgal edildi. 1948'de Malezya Federasyonu hükûmetine karşı gerillalar bir ayaklanma başlattılar. 1956'da yapılan İngiltere-Malezya konferansından sonra 1957'de Malezya'nın İngiliz Milletler Topluluğu içinde kalması şartı ile bağımsızlığı kabul edildi. İngilizlerle diplomatik müzakereler yoluyla 31 Ağustos 1957'de Malaya'nın bağımsızlığının kurulmasına yol açtı.

Ülkenin %60’dan fazlası tropikal yağmur ormanları ile kaplı. Tarih öncesi dönemden beri var ola gelen yağmur ormanları, dünyada başka hiçbir yerde olmayan hayvanları ile dünyanın en zengin biyoçeşitliliğine sahip 12. ülkesi.

Şeriatla yönetilen bir ülke. 

Hindistan’da milyonlarca işsize kapı açan Malezya, yüzbinlerce Hintliyi ülkeye kabul etmiştir. Sebebi de basit ”Ucuz İşçi”.

-Sütlü çay ‘teh tarik’, gevrek yağlı ekmek ‘roti canai’, Hindistan cevizi suyu ile hazırlanan bir pilav olan “nasi lemak”en az bir defa denenmelidir.char kway teow,ondeh ondeh

- Asansörlerde 4 numarasını göremezsin Çin halkı çok olduğu için Çin'de de 4 rakamının seslenişi ölüm kelimesi çağrıştırdığı için kullanmıyorlar . Hint ve Çin halkı Malaylarla birlikte refah içinde yaşıyor.

-Havaalanından KLIA Ekspres trenleri ile yaklaşık yarım saat sürede Kuala Lumpur Merkez İstasyonuna, oradan da metro ya da taksi ile konaklama yapacağınız otele ulaşabilirsiniz. 55 Ringgit

Otobüs ile: Havaalanının C Blok kapısındaki kapalı otoparkın içinde bulunan otobüs durağındaki ekspres otobüslerle de şehre ulaşılabilir.15 Ringgit

-Taksi için Grab uyguamasını indir.

https://imigresen-online.imi.gov.my/mdac/main form doldur!


KUALA LUMPUR 

*The FACE Suites
*Ceylonz Suites

PETRONAS İKİZ KULELERİ 
AVM / NEELOFAR

↓ METRO KLCC-MASJID JAMEK

SULTAN ABDULSAMAD JAMEK MOSQUA

↓ 6 DK YÜRÜME

RİVER OF LİFE

↓4 DK YÜRÜME 

MERDAKA MEYDANI

↓6 DK ARAÇLA 

LİTTLE İNDİA BRİCKFİELDS
*Thean Hou Temple 

 16 DK ARAÇLA

JLN ALOR 
*Graffiti Alley 
- Tatlı Barbekü Soslu Tavuk 
- Çin Mantısı 
- Japon Tatlısı Mochi 
- Putu Piring Kek 
- Mango Rice 

2.GÜN ;

KUALA LUMPUR

↓ 25 DK TRENLE 

KL Central istasyonu yakınındaki KTM Komuter’ dan Port Klang tren hattlı ile Batu Caves durağında inerek buraya ulaşabilirsiniz.


BATU CAVES  

PETRONAS İKİZ KULELERİ 

1998 ve 2004 arasında dünyanın en yüksek ikiz gökdeleni olan Petronas İkiz Kuleleri, Petronas Petrol Holdingin de yönetim binasıdır. Malezya’daki dominant islam kültürünün mimari bir temsilcisi olarak görülüyor.8 köşeli yıldız şeklinde tasarlanmış peygamber efendimizin sembolü. Yerin yaklaşık 120 metre aşağısında bulunan binanın temeli, eşi görülmemiş bir derinlikte

SULTAN ABDULSAMAD JAMEK MOSQUA / RİVER OF LİFE

Malezya’da bulunan en eski cami.23 Aralık 1909 yılında ziyaretçilerine kapılarını açmış. Yerli halk arasında Cuma camii diye de bilinmekte.  Mescid Negara açılana kadar da ülkenin ulusal camisi olarak hizmet etmiş. Gombak ve Klang nehirlerinin birleşme noktasında bulunuyor. Zaten şehirde adını tam bu noktadan alıyor. Kuala Lumpur iki nehrin kesiştiği çamurlu kavşak anlamına gelmektedir. Caminin tam önünde ufak bir liman var ve balıkçılar eskiden bu limana yanaşır, küreklerini bu limanda saklarlarmış. Ayrıca Malezya’nın nüfusunun Çinliler, Malaylar ve Hintlilerden oluştuğunu düşünürsek, caminin bulunduğu konumu daha özelleşiyor: nasıl ki iki nehir tam bu noktada birleşiyorsa, Malezya halkı da bu noktada birleşiyor ve kardeşçe ibadet ediyorlar. Mimarisinde Fas ve Babür mimarisinin etkisi oldukça fazla.



BATU CAVES 

Batu Caves Tapınağı, kireçtaşı dağın içinden geçen ve tanrılara adanmış inanılmaz tapınaklarla dolu bir dizi mağaradan oluşuyor. Dev Lord Murugan heykelini geçtikten sonra Batu Mağaralarının basamaklarını koruyan maymun sürülerinden kaçarken 272 renkli merdiveni çıkmaya hazır olun. Kalabalığı ve güneşin yakan sıcağından uzak durmak istiyorsanız erken saate gidin. Malezya’da İslami kurallara bağlı olarak sadece bazı vagonlar sadece kadınlar için ayrılmış. Tamil Hinduları için bir hac yeri. Maymunlar, telefonları, çantaları, şapkaları ve hatta gözlükleri çalma konusunda üne sahip olduklarından eşyalarınıza dikkat edin. Thaipusam festivali sırasında yüz binlerce inanan, pişmanlık ve özveri eylemleri olarak, şiş ve büyük kancalarla, yanak ve dil veya derilerini delerek, kefaret ödüyorlar. Murugan heykelini yıkamak için testilere doldurulmuş sütleri taşımak için yapılan, Kavadi adı verilen ahşaptan yapılmış özel taşıma araçlarıyla buraya geliyorlar. Kavadilerin bazılarının ağırlığı 20 kg’ı geçebiliyor. Kimisi ise testiler omuzlarında taşıyarak mağaraya tırmanıyorlar.


SİNGAPUR


NÜFUS = 5 Milyon

BASKENT = SİNGAPUR

BAŞBAKAN = Tharman Shanmugaratnam

PARA BİRİMİ = Singapur Doları


TARİHİ ; 

Singapur tarihi bin yıl önceye uzanır, ancak modern Singapur 1819'da Stamford Raffles tarafından Britanya İmparatorluğu'na bağlı bir ticaret merkezi olarak kuruldu.  II. Dünya Savaşı'nda Japonya tarafından 1942 yılında işgal edildi, ancak Japonya'nın teslim olmasıyla 1945'te müstakil bir taç kolonisi olarak yeniden Britanya hakimiyetine girdi. 1959'da kendini yönetme hakkı kazandı ve 1963'te Malay Federasyonu, Kuzey Borneo ve Saravak ile birlikte Malezya'nın kuruluşuna katıldı. Singapur, federal hükûmet ile arasındaki ideoloji farklılıkları nedeniyle 1965 yılında federasyondan çıkarıldı ve bağımsız bir ülke hâline geldi.

Dünyada en yüksek ikinci kişi başına GSYİH (SAGP)'ye sahiptir. Tüm kredi derecelendirme kuruluşlarından AAA notu almış tek Asya ülkesidir. Dünyanın önemli finans ve yük taşımacılığı merkezlerinden biri olan Singapur 2013'ten beri her yıl yaşamak için en pahalı şehir seçilmiştir, ayrıca bir vergi cenneti olarak tanımlanmaktadırÜlkenin uygulamakta olduğu sosyal konut sistemi sayesinde ev sahipliği oranı %91 civarındadır. Singapur beklenen yaşam süresi, internet bağlantı hızı ve düşük bebek ölüm oranlarında da önde gelen ülkelerdendir. Nüfusun %74'ünü Çin asıllılar.

-Bütün ziyaretçilerin Singapur’a varış saatinden 72 saat öncesine kadar online olarak E-Arrival Card doldurması gerekiyor.

-Eğer VisitSingapur applikasyonunu indirirseniz bir sefere mahsus olmak üzere biletle gidilen yerlerin birinin biletini ücretsiz alabiliyorsunuz. Bunun için SingapoRewards’u ilk kez kullanıyor olmanız, Singapur’da kısa süreli bir ziyaretçi olmanız ve ülkeye uçakla geliyor olmanız gerekiyor.

- National Orchid Garde

-Old Hill Street Police Station

-Sri Mariamman Temple

- Garden by the Bay


22 Şubat 2024 Perşembe

TAYLAND GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK)

Şubat 22, 2024 0 Comments

 TAYLAND 


NÜFUS =  67 MİLYON Nüfusun % 95'lik bir bölümü Budizm dininin Theravada koluna mensuptur.

BASKENT = BANGKOK

KRAL  = VAJIRALONGKORN

PARA BİRİMİ = TAYLAND BAHTI


TARİHİ ;

Bölgedeki bilinen ilk uygarlıklar 6. yüzyıldan itibaren hüküm sürmüş Dvaravati Krallığı ve 8. yüzyıldan itibaren hüküm sürmüş Sumatra kökenli Srivijaya Krallığıdır. 9. yüzyıldan itibarense bölge Kamboçya merkezli Khmer İmparatorluğu'nun kontrolüne geçmiştir. Güney Çin'de bulunan Yünnan kökenli oldukları düşünülen Taylar 10. yüzyıldan itibaren bölgeye göç etmeye başlamışlar ve 12. yüzyıl itibarıyla baskın nüfus olmuşlardır. Khmer İmparatorluğunun 13. yüzyılda zayıflamaya başlamasıyla birlikte bölgede çeşitli Tay şehir devletleri ortaya çıkmıştır. 1238 yılında kurulan Budist Sukhothai krallığı ilk önemli Siyam devleti olarak kabul edilmektedir. 

Asya'daki en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelen Ayutthaya şehri başta Portekiz olmak üzere birçok Avrupa ülkesi ile ticari faaliyette bulunmuştur. 1700 yılında 1 milyon kişilik bir nüfusa ulaşmıştır ve dünyanın en kalabalık şehirlerinden birisi olmuştur.Yaklaşık 400 yıl süren bir refah döneminin ardından Ayutthaya şehri komşu Myanmar'dan gelen istilacılar tarafından 1767 yılında işgal edilmiş ve tamamıyla yakılıp yıkılmıştır.

 Günümüzdeki Tayland kralı X. Rama, Bangkok'u kuran I. Rama'nın da dahil olduğu Çakri Hanedanına mensuptur. Mongkut olarak bilinen kral IV. Rama'nın izlediği denge politikaları sayesinde Tayland olmuştur. Hayatı ünlü Kral ve Ben filminde işlenmiş olan Mongkut Fransa ve İngiltere'nin arasındaki rekabetten yararlanmıştır ve bu sayede Tayland, komşuları Burma, Kamboçya, Laos ve Vietnam'ın aksine asla bir Avrupa kolonisi olmamıştır. Bu durum günümüzde dahi Taylar için büyük bir gurur kaynağıdır. Çulalongkorn olarak da bilinen Kral V. Rama ülkesini batı standartlarına getirmek için önemli reformlara imza atmıştır ve bu yüzden Tay toplumunda kendisine karşı büyük bir saygı beslenmektedir. Neredeyse bir yarı-tanrı olarak kabul edilen Çulalongkorn'un heykelleri kimi tapınaklarda Buda heykelleri ile yan yana bulunmaktadır. Kasım ve Şubat ayları arasındaki dönem serin mevsim olarak adlandırılmaktadır. Bu mevsimde sıcaklık ve nem aşırı yüksek değildir ve yağışlı gün sayısı azdır.Nisan’dan Haziran’a ve Eylül’den Ekim’e. Çok sıcak ama en azından yağmursuz. İyi yanı ise daha az kalabalık olması.

DİN ;

Budizm'de öğretilerin ana çatısını meditasyon gibi içe bakış yöntemleri, reenkarnasyon denilen doğum-ölüm döngüsünün tekrarı ve karma denilen neden-sonuç zinciri gibi kavramlar oluşturmaktadır. "Tarihî Buda" da denilen Siddhartha, Budizm'in kurucusu olarak kabul edilir. Siddharta’nın hayattaki acıların kaynağını açıklamak amacıyla yaptığı uzun çalışmalar sonucu ıstırabı sona erdirecek bir mânevî anlayışa ulaştığı ve böylelikle Budalık'a eriştiği kabul edilir.

 1. gerçek, Dukkha: acı, hayatın ve varoluşun bir parçasıdır.

2. gerçek, Samudaya: acıların kaynağı arzu ve isteklerdir.

3. gerçek, Nirodha: istek ve arzular bırakılırsa acılar sona erdirilebilir.

4. gerçek, Magga: acıların sona erdirilmesinin yolu Sekiz Aşamalı Asil Yol'dan geçer. Doğru kavrama, doğru düşünce, doğru söz, doğru eylem, namuslu kazanç, doğru çaba, uyanıklık ve doğru konsantrasyon.

Budizm’in, tüm tek tanrılı dinlerden temel farkı, her şeye gücü yeten bir yaratıcı tanrı varlığını (İşvara) reddetmesidir. Budizm’e göre tanrılar, ruhlar ve yaşayan her canlı için acı, cehalet ve yeniden doğuş döngüsü (Reenkarnasyon) vardır.

Wat adı verilen Budist tapınaklarının toplumda önemli bir yeri vardır. Bu tapınaklarda insanlar ibadet etmenin yanı sıra gönüllü olarak çalışarak topluma hizmet ederler. Budist tapınaklarına girmeden önce ayakkabıları çıkartmak gerekmektedir. Tapınaklarda şort, kolsuz t-shirt, mini etek gibi kıyafetleri giymekten kaçınmak gerekir. Ayak insan vücudunun en değersiz yeri olarak kabul edildiği için, ayak tabanının Buda heykellerine veya diğer insanlara dönük olmaması gerekmektedir. Baş insan vücudunun en kutsal noktası olarak kabul edilir, bu yüzden çocukların başını okşamak hoş karşılanmaz

Güneydoğu Asya'daki erken dönem inanış biçimi olan animizmin hâlen büyük etkisi vardır. Bu inanışa göre her türlü her nesne bir ruhi varlık veya ruh tarafından yönetilir. Hemen her Tayland evinin önünde bulunan ve ruh evi olarak bilinen kuş kulübesi benzeri yapılar, önceden evin inşa edildiği arazide yaşadıklarına inanılan ruhlar için tahsis edilirler. Ruhları mutlu kılmak için bu yapılara düzenli olarak adaklar adanır. Aksi takdirde ruhlar eve gelerek huzursuzluk çıkartabilirler. Ayrıca Tay toplumunda hayaletlere de yoğun bir şekilde inanılır.

Tayland'da insanlar birbirlerini selamlarken veya dua ederken avuç içlerini birleştirir ve başlarını öne eğerler. Wai adı verilen bu selamlama biçimi Hindistan kökenlidir.Tayland'da ikili bir hiyerarşi sistemi vardır. Buna göre gençler yaşlılara, fakirler zenginlere, öğrenciler öğretmenlere vb kesinlikle saygı göstermek zorundadırlar.

Tayland kültüründe anne, baba ve diğer aile büyüklerine saygının büyük önemi vardır. Çocuklar ailelerine destek olmakla yükümlüdürler. Tayland'daki seks turizminin en önemli sebeplerinden biri de, özellikle Isan gibi fakir kırsal kesimlerde yaşayan kadınların ve kathoeylerin ailelerine destek olmak için fuhuş sektörüne dahil olmalarıdır. Tayland kralları bölgedeki eski tanrı-kral geleneğinin de etkisiyle son derece fazla saygı görmektedirler. Krala hakaret etmek veya eleştirmek yasaktır. Bu kurala uymayan Taylar veya yabancılar lese-majesty yasası sebebiyle hapis cezasına çarptırılabilirler. Sanuk adı verilen kavram Tayland kültüründe önemli bir yer tutmaktadır. Buna göre çalışılan işi mutlaka eğlenceli bir hale getirmek gerekmektedir. Aksi takdirde iş sıkıcı ve tekdüze olacaktır

HELAL GIDA ;

Ham ve Pork domuz eti demek ! Dikkat 

Geleneksel Tayland mutfağı, her yemeğin beş temel tat duyusunu dengelemesiyle bilinir. Bu beş tat; baharatlı, ekşi, tatlı, tuzlu ve acıdır.

Tayland yemekleri aynı zamanda yoğun bitki ve baharat kullanımıyla da bilinir. Buna hem körilerde hem de kızartmalarda limon otu, havlıcan, zencefil ve misket limonu yaprakları dahildir.



MEŞHUR HELAL YEMEKLERİ ; Panang Köri, Pad Thai (Pirinç Eriştesi), Tom Yum (Acı ve Ekşi Çorbası), Massaman Körisi, Kaeng Khiao Wan (Yeşil Köri), Som Tam (Papaya Salatası), Tom Kha Gai - Tayland'da Kremalı Tavuk Çorbası, Kai Me Ma Muang, Tayland'da Sayısız Baharat İçeren Sotelenmiş Tavuk Yemeği, Khanom Buang - Tay Krepleri, Khao Mok Gai - Tay Biryani, Gaeng Keow Wan Gai - Orta Tayland'dan Yeşil Köri

- Thai Tea , Bubble Tea dene ! 

- İndrive ve Bold uygulamalarını indir.

- Hat almak için AIS yada 7Eleven Time Hattı alabilirsin .How long been? 8 days

- Speed Bot tercih etme çok mideni bulandırıyorlar ve sarsıyorlar long tail daha rahat 

- Adalarda kalmak aile ve çocuklu aileler için uygun değil 
- Bangkok havaalanı çıkışı metro ile merkeze ulaşabilirsin 5.30 bile çalışıyor.İlk durak Makkasan sonra Samai durağı 
- Klimaları çok açtıkları için uçakta bile yanına uzun kollu birşey al 
- Meyve suyu yaptırırken fazla şeker istemiyorsan önceden belirtmen gerekir. 
- Superrich Thailand ofisinden en uyguna paranı dönüştür.

- Kaju ülkede meşhur
-Hediyelik eşyaları Bangkok tan al diğer adalarda çok pahalı.
- Nakit para ile ülkeye git ATM para çekerken komisyon çekiyor 
Erkek Turist: Savadi krap veya Savadi kap (Merhaba)
Kadın Turist : Savadi kaa (Merhaba)
Erkek Turist: Kap hun krap veya Kap hun kap (Teşekkür ederim)
Kadın Turist : Kap hun kaa (Teşekkür ederim) veya Yin dii (Bir şey değil)

BANGKOK (2 GÜN OTEL + 4000Tl ) 

THE GRAND PALACE 1000 BAHT

 ↓ 12 DK YÜRÜME 

WAT PHO 400 BAHT

 ↓ 6 DK VAPUR İLE KARŞIYA GEÇİŞ

WAT ARUN 200 BAHT

HALAL RESTAURANT 300 BAHT
HEALTH LAND THAİ MASAJ 1300 BAHT

THE GRAND PALACE

Sarayın inşaatı, (Rama I) başkenti Thonburi'den Bangkok'a taşımasının emriyle 6 Mayıs 1782'de başladı .Birbirini takip eden hükümdarlıklar boyunca, özellikle (Rama V) hükümdarlığı sırasında birçok yeni bina ve yapı eklendi . 1925'e gelindiğinde kral, Kraliyet Ailesi ve hükümet artık kalıcı olarak saraya yerleşmemiş ve başka konutlara taşınmıştı. 1932 yılında mutlak monarşinin kaldırılmasının ardından tüm devlet kurumları saraydan tamamen taşındı.Büyük Saray şu anda müze olarak kısmen halka açıktır, ancak içinde birkaç kraliyet ofisi bulunan, çalışan bir saray olmaya devam etmektedir.

Taht salonu (Phra), yabancı büyükelçilerin kabul edilmesi ve önemli devlet işlerinin ve törenlerinin yürütülmesi için kraliyet kabul odası olarak Tay tarzında inşa edildi. Bu yüksek köşk , Budist ve Hindu kozmolojisinin merkezi olan Meru Dağı'nı temsil ediyor . Taht renkli mine ve taşların yanı sıra deva ve garuda figürleriyle süslenmiştir . Tahtın tepesinde, Tayland krallığının önemli bir simgesi olan devasa Dokuz Katmanlı Kraliyet Şemsiyesi yer alıyor . Farklı kademeler, kralın sekiz yöne uzanan gücünü ve prestijini temsil eder: dört ana yön ve dört alt ana yön. Son ve dokuzuncu katman, dünyaya inen merkezi yönü temsil eder. Bu dev şemsiyeler genellikle önemli kraliyet tahtlarının üzerine konur

Merkez salonda beyaz fillerin kemikleri var . Beyaz fil krallığın önemli bir simgesiydi; hükümdar ne kadar çok şeye sahip olursa prestiji de o kadar büyük oluyordu. Hayvana duyulan bu inanç ve hürmet, diğer birçok Güneydoğu Asya kültüründe de yaygındır.

Ubosot'un tabanı boyunca 112 minyatür figürden oluşan bir seri bulacaksınız. Bunlar altın Garudalar . Her biri Naga yılanlarının kuyruğunu ellerinde tutuyor ve bunu da pençeli ayaklarıyla sabitliyorlar. Bu şiddetli savaşçı serisi bir kez daha saraya gelen düşmanlara karşı meydan okuyan bir duruş sergiliyor.

Zümrüt Buda

Tapınağın içinde büyük Zümrüt Buda'yı bulacaksınız . Büyük yaldızlı süslemelerle çevrili yüksek bir sunağın üzerinde oturuyor. Buda yalnızca 26 inç boyunda olmasına rağmen son derece güçlüdür. Buda meditatif bir poz olan Virasana pozisyonunda oturuyor . Heykel MÖ 43'te Hindistan'da oyulmuştur. Daha sonra Sri Lanka'daki bir mağaraya taşındı ve burada 500 yıldan fazla süre kaldı. 1468'de Chiang Mai'ye gelerek Tayland'ın en önemli dini figürlerinden biri haline geldi.Birçok Taylandlı , Zümrüt Buda Tapınağını ziyaret edenlerin kutsanacağına inanıyor. Veba ve kolera zamanlarında Zümrüt Buda, bu salgın hastalıklara yakalanan hastaları iyileştirmek için şehrin sokaklarında ve kırsal kesimde taşınırdı.

Heykelin tamamı zümrüt değil yeşim taşından yapılmış. Adındaki zümrüt referansı , Buda'nın yapıldığı malzemeyi değil, yalnızca rengini ifade eder. Buda'nın ortasında altın kakmalı üçüncü gözünü göreceksiniz. Budistler üçüncü gözü “bilincin gözü” olarak görüyorlar. Bu üçüncü gözü kullanarak ve fiziksel görüşünüzün ötesini görerek aydınlanmaya ulaşabilirsiniz.

Nilüfer Çiçekleri

Gösterişli tapınakların çoğunun dışında, tapınağın dışına adak olarak bıraktıkları lotus çiçeklerini taşıyan insanları göreceksiniz. Lotus çiçeği Tayland'da büyük önem taşıyan bir simgedir. Lotus çiçekleri yenilebilir ve tıpta kan dolaşımını iyileştirmek ve sindirime yardımcı olmak için kullanılır. Ancak Budizm'de lotus çiçeği aynı zamanda saflığın, sadakatin ve ruhsal uyanışın simgesidir. Çiçeğin çamurun içinden büyüdüğü ve gökyüzüne, ışığa doğru büyümeye devam ettiği biliniyor. Bu eylem aydınlanmanın ideallerini temsil eder ve dolayısıyla onun ilahi olanla bağlantısını güçlendirir. Efsaneye göre Buda doğduğunda hemen yürüyebiliyordu ve attığı her adımda tabanının yerden ayrıldığı yerde bir lotus çiçeği büyüyordu.

Zümrüt Buda tapınağından çıkarken, tapınağın hemen karşısındaki geçidin her iki yanında bulunan iki devasa muhafıza bir bakın; bunlar  Yakşalar . Yakshalar doğa ruhlarıdır; genellikle yardımseverdirler, ancak bazen yaramaz veya kötü niyetlidirler. Suyla, doğurganlıkla, ağaçlarla ve vahşi doğayla bağlantılıdırlar. Bu Yakshalar Wat Phra Kaew'in kapılarını korur ve Zümrüt Buda'yı kötü ruhlardan korur. Tüm vücutlarını kaplayan neredeyse inanılmaz miktarda ayrıntıyla olağanüstü bir şekilde oyulmuşlar. Büyük yüzleri, şişkin gözleri ve çıkıntılı dişleri ile tehditkardır.

Uzakta, dış duvarların üzerinde duran muhafızların arkasında bu büyük  Phra Atsada Maha Chedis var . Tapınağın doğu duvarlarında sekiz adet Prang  veya kule bulunmaktadır  . Kral I. Rama'nın hükümdarlığı sırasında yapıldılar. Bir  prang  , saygı duyulmaya değer bir anıttır ve her biri ayrı bir Budist ilkesine adanmıştır. Farklı konseptler farklı renklerle ayırt edilir. Mavi pranglar Dharma'ya (Budist kutsal yazıları) adanmıştır  , pembe ise Bhikkhus'lara (erkek Budist rahipler)  atanmıştır   . Yeşil, Bhikkhunīleri  (  kadın Budist rahipleri) simgelemektedir. Mor, Pratyekabuddha'ya  (Aydınlanmaya ulaşmış ancak vaaz vermeyenlere) adanmıştır  . Soluk mavi Chakravarti'yi  (  evrensel hükümdarları) temsil eder. Kırmızı, Bodhisattva'lara  (geçmiş yaşamlarında yaşadığı şekliyle Buda) uygulanır  .  Son olarak sarı, Maitreya'ya  (Buda'nın gelecekteki yaşamları) adanmıştır .

Mermer merdivenin tepesinde, son kattaki binayı koruyan bir dizi altın Kinnaree bulacaksınız . Kinnaree'ler yarı kadın, yarı at ve yarı kuş olan göksel müzisyenlerdir. Bu sevilen yaratıkların, sıkıntı veya tehlike zamanlarında insanların refahını koruduklarına inanılıyor.

Phra Thinang Dusit Maha Prasat Kulenin , Tay kültüründe evrenin mitolojik merkezi olduğu düşünülen yüksek Meru Dağı'na benzemesi amaçlanmıştı . Kulenin tasarımında muazzam miktarda sembolizm var. En alt seviye cenneti temsil eden yedi katmandan oluşur. Orta bölüm, daha önce Buda'nın küllerinin gömüldüğü stupalarda olduğu gibi çan şeklindedir. Üst kısım, ölümlüler diyarından kaçmayı ve bir kez daha yeniden doğmayı simgeleyen, konik bir lotus tomurcuğu gibi görünecek şekilde tasarlandı.

WAT PHO

Tapınak ayrıca geleneksel Thai Masajı'nında doğduğu yer olarak da bilinmektedir.Wat Pho, Bangkok'un en eski tapınaklarından biridir. Bangkok'un Kral I. Rama tarafından başkent olarak kurulmasından önce de vardı .Kraliyet ailesi üyelerinin küllerini içeren Phra Chedi Rai
Yatan Buda görüntüsü, Buda'nın Nirvana'ya girişini ve tüm reenkarnasyonların sonunu temsil eder.Görüntünün duruşuna sihasaiyas , yani uyuyan veya uzanmış bir aslanın duruşu denir . 15 m yüksekliğinde ve 46 m uzunluğundaki figür, Tayland'ın en büyük Buda heykellerinden biridir. 
Her ayağın merkezinde bir çakrayı veya 'enerji noktasını' temsil eden bir daire bulunur. Koridorda Buda'nın 108 uğurlu karakterini temsil eden 108 bronz kase bulunmaktadır. Ziyaretçiler, iyi şans getirdiğine inanıldığı için bu kaselere madeni para bırakabilirler ve bu aynı zamanda keşişlerin wat'ı korumalarına da yardımcı olur . 

WAT ARUN

Chao Praya nehri kenarında Eyfel kulesi benzeri yükselen Wat Arun, Tay dilinde Şafak Tapınağı anlamına geliyor. Neredeyse tepeden tırnağa porselenden inşa edilmiş. Tapınak kompleksinin kalbinden gökyüzüne doğru yükselen 82 metre yüksekliğindeki Stupa, renkli kesme seramik çinileriyle oldukça özenli bir mimariye sahip.Şafak Tapınağı aynı zamanda Kral II. Rama’nın gömüldüğü yer. Tapınağın duvarında Buddha Shakyamuni olarak da bilinen Prens Siddhartha’nın hayatını betimleyen resimler yer alıyor.En güzel zamanı ise gün batımına doğru saatler.

*Wat Arun arka sokaklarında 200-250 baht kiralık kıyafet bulabilirsin

BANGKOK - SURAT THANİ 1000TL

KHAO SAK 2 GÜN OTEL 12.000

CHEOW LAN LAKE TURU 8000TL
KHAO SOK ELEPHANT SANCTUARY 1000BAHT

KHAO SAK - KRABİ OTOBÜS 1.000 TL (ROME2RİO)

KRABİ 3 GÜN OTEL 12.000

GÜN DOĞUMU İZLEMEYE DİN DAENG DOİ 
AO NANG BEACH
RAİLWAY BEACH 
GÜN BATIMI İZLENMEYE PHRA  NANG CAVE BEACH 
KRABİ NİGHT MARKET 
*RimLay Restaurant
*Kuan Nom Saow Restaurant and Viewpoint 

*Boat and Beyond Tour
* Railay Eco Tour 


HONG ADALARI TURU 2500 Tl
4 ISLAND+ PHİ PHİ ADALARI 5000 Tl

KRABİ AIRPORT - KUALA LUMPUR 2.500 TL 



EN SON YAZIM

SRİ LANKA GEZİ REHBERİ (ÖN HAZIRLIK)

Follow Us @marifetliparmaklr